İşçi ve emekçinin bayramı 1 Mayıs 2020’de yine bir başka bahara kaldı. ABD’de New York limanlarında gemilerle çay getiren işletmenin malları işçiler tarafından denize dökülmesi ile başlayan bir emekçi mücadelesi iki yüz yılı çoktan devirdi.
Türkiye’de de 1 Mayıs iç politikaların kurbanı oldu. 70’lerde İstanbul’daki Taksim Meydanı neler yaşandı neler! Emekçiler kurşunların kurbanları oldu. O olaylar sırasında Lise öğrencisi idim. Ailem kesinlikle Taksim’e gitmemi yasaklamışlardı. Ama orada olmam benim için çok önemliydi. İşçinin, emeğin kutlandığı bir günde olmamam mümkün değildi. Timur Selçuk Meydanın göbeğinde piyanonun başında “1 Mayıs, işçinin, emekçinin bayramı” türküsünü söylüyordu. 23 Nisan, 19 Mayıs gibi 1 Mayısta büyük bir itina ile şölen yaşanıyordu. Atatürk’ün “İzmir İktisat Kongresinin” ruhunun yansıması gibiydi.
Ne var ki, bizde1 Mayıs, bir türlü sanayii ve ekonomisi güçlü ülkelerin yaptığı gibi İşçi ve Emekçi Bayramı olarak adlandırılmıyordu. Bahar Bayramı deniyordu. Siyah-beyaz TRT’de işçi ve emekçilere haklarını teslim etmiş ülkelerin törenlerini haberlerde izlemekteydik. Neydi bizim farklılığımız. O yıllarda değerlendiremiyordum.
Sonra 12 Eylül yaşardı. Sivil toplum kuruluşları hallaç gibi paramparça yapılmıştı. Dernekler, Sendikalar dağıtılmış görev yapanlar hapishanelere atılmıştı. Üniversitenin son sınıf öğrencisiydim. Aynı zamanda TRT Haber Dairesinde “kaşeli” olarak çalışmaktaydım. Ailemin Sümer Sokaktaki dairemizi “TÖBDER” derneği Genel Merkezine kiraya vermiştik. Türkiye Öğretmenler Birliği Derneği Başkanı ve yardımcıları Mamak’taki hapishanedeydiler. Bir gün Asker evimize geldi. “Mahkemeye geleceksiniz!” dediler. Ne için bizlerin Mahkemeye verildiğimizi sonradan öğrendik. Askeri Mahkemesinde Savcı, “Dairenizi ne diye TÖBDER’e kiraya verdiniz?” diye sordular. Ne diyeceksiniz!
“Öğretmenlerimiz hepimizi bu günlere getirdi. Öğretmenlerimizi çok sevdik. Sizin de öğretmenleriniz olmadı mı? Bu bizim vazifemizdir” dedik. Mahkemede bir ara verildi. Her ay daireye kira parasını almak için tanıdığım Öğretmen ağabeyler, ablalar yanıma geldi. Teşekkür ettiler. Geç bir saatte bize Mahkemeden ayrılmamız sağlandı. Ancak Öğretmenlerimiz bu davalardan dolayı mahkum oldular. Yıllarca orda onurları kırılarak hayata tutunmaya çabaladılar. Kim kazandı? Tarladaki çiftçi, sanayii işçisi, emekçisi, sanatçısı, Doktoru, Hemşiresi, Gazetecisi, Televizyon/internet emekçisi, politikacı, Bakan, Cumhurbaşkanı yâni vergi ödeyen hepimizin işçi ve emekçi olduğumuzu niye bir türlü kabullenemiyoruz? Kişiliğimizi mi kaybediyoruz? Aşağılık mı görüyoruz. Yapmayın. Atatürk ne dedi, “Köylü milletin Efendisidir” dedi. Atatürk denince elleri titreyen insanlar var. Kenan Evren 27 Mayıs Bayramını kaldırdı. Evet, bu darbe bir Başbakanın idamı asla kabul edilemez ancak 1961 Anayasasını “Bu Anayasa bil geldi!” diyen Süleyman Demirel değil miydi. 12 Mart Muhturası ile Anayasa maddeleri teker teker sökülmedi mi? 12 Eylül darbesi ile Anayasanın tamamı ortadan kaldırılıp Prof. Dr. Aldıkaçtı’ya emanet edilerek yenisi hazırlanıp halka onaylaması için zarfta hem Anayasayı kabul etmek aynı zamanda da darbenin lideri Orgeneral Kenan Evren’in Cumhurbaşkanlığına seçmeyi etmedik mi?
21’nci yüzyılda da ne 23 Nisan, ne 19 Mayıs, ne 30 Ağustos, ne 10 Kasım. Devleti temsil ederler hep o günlerde yurt dışı ziyaretler ya da sağlık sebebiyle geçiştirildiği yıllar gördük.
Corona-19 virüsü insanlarımızın hayatlarına mal oluyor. Maske almak için koşturmak ve bir türlü bulamamanın yananda sabah radyodaki haberleri dinliyoruz. Cumhurbaşkanımız ABD ve İngiltere’ye maske göndermiş, bizim vatandaşımıza sen evdeki kalan kumaşlardan kas biç, 90 derecede kaynat deniyor. İzmit’te yaşayan bir arkadaşım telefon ediyor. “Bir litre günlük süt 10 TL. Çocuklar, maaile 5 tane günlük süt alıyorsun 50 lira. Bir veya bir buçuk liralık domates 10 TL. İnsan aç kalırsa ne virüs kalır ne diğerleri. Adam ben açım derse, bunun kimse karşısına çıkamaz, biliyor musun?” dedi bu sabah.
Canım Türkiye ile diğer ülkeler arasındaki farkı bir başka anımla yazama tamamlayayım. Yıl 1984. Mekan Brüksel. Gazeteden telefon geldi. Yazı İşleri “Aman Emre, bugün 1 Mayıs. Bugün orda gösteriler vardır. Sen fotoğraf makinanı al. PKK’da ordadır. Bir iki kare çek. Sayfayı bağlayalım” dediler. Atladım gittim. Birde baktım ki, PKK’yı unutun.
Yürüyüşün başında Belçika Kralı Boduan. En önde o. Doğrudan yanına gittim. “Sayın Kral. Ayıptır söylemesi, senin burada ne işin var. Bu gün İşçi ve Emekçinin Bayramı güldürme ” dedim. Kral gülerek, “Neden olmasın bir de işçiyim. Kralım, ancak aldığım maaşımın vergisini ödüyorum, Kral olsam dahi ben de işçiyim, emekçiyim” demez mi! Gülüştük, bir de güzel bir fotoğraf çektirdim. Kareyi yıkayıp AP’den Gazeteye gönderdim. Heyecan ile beklediğim telefon çaldı. Yazı İşleri Müdürümüz telefonda “Aferin, bu kare PKK’dan daha iyi olmuş. Anlayana!” dedi.
Evet anlayana ama anlamak istemeyenler o kadar kalabalık ki, ben yine 1 Mayıs İşçi ve Emekçi Bayramınızı kutlarım.
Nice nice sağlıklı geleceği açık yıllar dilerim.
Kaynak: 1 Mayıs’a beş kala… - Emre Aygen