Elimde gazeteci Hakkı Süha Gezgin'in "İşgal Günlerinde İstanbul" (Kafı Yayınları) adlı kitabı var. Tesadüf bu ya, Hakkı Bey tam 100 yıl önce, 1920 yılında o zaman işgal altında bulunan İstanbul'u anlatmış. Daha doğrusu 1920-1923 yılları arasındaki izlenimlerini o zaman Vakit Gazetesi'nde kaleme almış. Ağır ve ağdalı bir anlatımı var, yazdıkları bu yüzden zorlukla anlaşılıyor.
Gördüğüm kadarıyla, siyasi konulara hiç değinmemiş Hakkı Süha Bey. Sadece İstanbul'un değişik yerlerine gitmiş ve izlenimlerini kaleme almış.
Mesela Beyoğlu'nda gittiği bir barı anlatmış. Meğer o yıllarda sadece Rus cemaatinin devam ettiği barlar varmış. Müşteriler bol bol rakı, votka ve absent içerek sarhoş oluyorlar. (Ben tesadüfen öğrendiğim yüzde 75'e kadar ağır alkollü bir içki olan absentin o yıllarda da bu kadar içildiğini bilmiyordum doğrusu.) Üstelik bir de çok güzel bir Rus kadın garson var. Hakkı Süha Bey kızdan etkilenmiş olacak ki öve öve bitirememiş.
Bin sonraki gün Kadıköy'e gitmiş. Üstelik Kadıköy'e gittiği günler tam da Ramazan ayının son günü ve bayramın ilk günü. Bayram gelince Kadıköylülerin bol bol içki içerek, dolaştıklarını, sokakta sallana sallana gezenler olduğunu anlatıyor.
Sonra bir keresinde de esrar içilen bir batakhaneye gitmiş. Biraz karanlık suratlı bir adam aracılığıyla İstanbul'un içlerinde bulmuşlar batakhaneyi. Herkes esrar içiyormuş, mekanda dumandan göz gözü görmüyormuş.
Ha bir de o yılların Deri ve Zührevi Hastalıklar Hastanesi'ne gitmiş. O dönemde hastanede 400 kadar hayat kadını olduğunu anlatıyor. Balkan göçmeni 17 yaşında bir kızın öyküsünü de anlatmış. Öykü tanıdık. Genç kız biriyle tanışmış, evlilik bahanesiyle kandırılmış, başkaları derken, batakhanelere düşmüş
Kitabı zevkle okumaya devam ediyorum.
Ama şu kadarını söylemek mümkün.
İstanbul 100 yıl önce de çok renkli bir yer. Ve ayrıca çok uluslu. Bugünkü Türk, Kürt, Suriyeli, Arap, Çerkez, Balkan karışımının yerine, Türk, Kürt, Ermeni, Rum, Yahudi, Rus ve Arap karışımı var.
Kitabı okurken, 2020 yılından 100 yıl sonra bizi nasıl bir manzaranın beklediğini tahmin etmeye çalıştım. Bir de 2120 yılında bugün içinde bulunduğumuz İstanbul'u merak edenlerin karşılaşacakları manzaraya.
2120 yılında bizin "Kanal İstanbul", "Yerli Otomobil", Libya'ya asker yollama" tartışmalarını yaptığımızı bilirler mi acaba?
Ya da İstanbul'un 100 yılda değişen insan coğrafyası nasıl olur?
Bu yazı nedense bana Çetin Altan'ı hatırlattı. Üstat, "Enseyi karartmayın" diye diye uzun bir ömür yaşayıp aramızdan gitti. Ama köylerde tenis kortlarını görmeye ömrü vefa etmedi.
Evet köylerde tenis kortu hala eksik ama istisnasız bütün köylülerde birer cep telefonu mutlaka var. Ve herkes tenis oynayamasa da tenisin ne olduğunu biliyor.
1920 yılında köyünde yaşayan tenisten habersizdi.
2020'de böyle bir değişiklik yaşadık.
2120'de bugünkü tüm tartışmalar su üstüne yazılmış gibi yok olacaktır eminim.
Merak etmeyin ve üstadın dediği gibi 'Enseyi karartmayın'...