NURAY BAŞARAN
Ortadoğu kazanı fokur fokur kaynarken, bölgedeki gelişmelerden ayrı tutamayacağımız ve ülkemiz için Doğu Akdeniz güvenliğinin ana unsuru olan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) adete unutulmuş (unutturulmuş) durumda.
Geçtiğimiz hafta, Doğu Akdeniz Üniversitesi’nin ev sahipliğinde KKTC'de Uluslararası Kentsel Politikalar Sempozyumu yapıldı. Sempozyumun izleyicilerinden birisi olarak 4 gün kaldığım KKTC ve Kıbrıslı Türklerin bakışını yazmam, yoğun gündem nedeniyle biraz geç kaldı. Kuzey Irak'taki Barzani liderliğindeki bölgede yapılan referandum ile başlayan gelişmeler, Kıbrıs sorununun neden bu kadar ertelendiğini gözler önüne serdiği için yazmamdaki gecikme daha anlamlı hale geldi. Irak’taki küresel güçlerin oyunları ve bölgedeki enerji paylaşımları, Kıbrıs adasının parçalı yapısının ve belirsizliğinin kaynağına bir nevi ışık tutar nitelikte. Ne demek istediğimi açıklamak için Kıbrıs ve KKTC ile ilgili sürece bakmakta fayda var.
Kıbrıs sorunu, 70 yıla yakın bir zamandır Türkiye’nin dış politikasını hem etkilemekte hem de gündemindeki en önemli konulardan birisi olmaya devam etmektedir. 1571-1878 yılları arasında Osmanlı hükümdarlığında kalan ada, sonrasında İngiltere tarafından ele geçirilmiş ve 1960 yılında Kıbrıs Cumhuriyeti adıyla İngiltere'den bağımsızlığını kazanmıştı. 1950’li yıllarda, ‘Kıbrıs Türk’tür’ ve ‘Ya Taksim Ya Ölüm’ sloganları ile harekete geçen gençler ve öğrenciler ile Kıbrıs Türk Liderliği, Kıbrıs’ı Türkiye’nin milli davası haline getirmişti. Aslında Türkiye, uzun bir süre, ‘Bizim Kıbrıs diye bir sorunumuz yoktur’ tezinde ısrar etti.
Kıbrıslı Rumlar, Yunanistan’a bağlanmak (Enosis) isterken, Kıbrıs Türkleri ise güvenlik ve gelecek sorunlarının çözümü için Anavatanları Türkiye’nin desteğine bel bağlamışlardı. Bir ara çözüm olarak iki uluslu devlet modeli ortaya çıkmış ve böylelikle Kıbrıs’ın Başkan Yardımcısının Türk olması öngörülürken, Kıbrıslı Türkler Mecliste, Bakanlar Kurulu'nda ve bürokraside %30'‘luk oranda temsil hakkına kavuşuyorlardı. Ancak Rumlar, Enosis hedefinden vazgeçmeyip, Kıbrıslı Türkleri azınlık olarak görmeye devam etti. Her ne kadar rakamsal olarak Türkler adada azınlık olsa bile siyaseten Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurucu iki halkından birisi olarak azınlık olarak yaşamayı reddediyorlardı. Bu arada Rumların temel hesap hatası, Doğu Akdeniz'deki Türk nüfusunu göz ardı etmeleri ve adanın Yunanistan’a olan uzaklığıydı. Adadaki katliamlara bir çözüm bulmak için 1974 yılında müdahalede bulunan Türkiye, Kıbrıs adasında barışı tesis etti. Ancak o günden bugüne uluslararası toplum yani özellikle BM ve AB, adada Rumların egemenliğini tanımakta ısrar etti. Dünyanın tanımakta ısrar ettiği "sözde" egemen yapı olan "Kıbrıs Cumhuriyeti", 1963 yılında Runkar tarafından işgal edilmiş ve ele geçirmiş olan Güney Kıbrıs Rum yönetimi'ydi. Zaman içinde Enosis'ten vazgeçmek zorunda kalan Rumlar, ikinci seçenek olarak adada bir Rum devleti (GKRY) kurmayı hedefledi.
1975 yılında Kıbrıs Türk Federe devletini ve 1983 yılında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni ilan eden Kıbrıslı Türkler, o dönemden beri Rumlarla iki toplumlu bir birleşik federatif devlet kurmak amacıyla müzakerelere devam etti. Bu müzakereler, Annan Planı referandumu ile Rumların plana Hayır demesine rağmen devam ettirildi. 2017'nin Temmuz ayında, İsviçre’nin Crans Montana şehrindeki müzakerelere kadar iki toplumlu federal Kıbrıs çabaları için görüşmeler sürdürüldü. Şu anda ise hem Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti yönetimi hem de halkta sabırlar taşmış ve çözümsüzlük çaresizliğe dönüşmüş durumda. Kıbrıs Türkleri, ne Türkiye’nin 82. Vilayeti olmak, ne de Kıbrıs’ta bir Rum devletinde erimek istemiyor. KKTC Cumhurbaşkanı Akıncı, resmi ağızdan KKTC’nin halkıyla, hükümetiyle bir gerçeklik olduğunu ve kendi varlıklarımızdan vazgeçmeyerek, Kıbrıs Türk tarafı olarak iki kurucu devletli bir federasyon istediklerini her fırsatta söylüyor. Ancak, Rumların tavrı nedeniyle çözüme bir türlü ulaşılamıyor.
Rumların ‘sıfır asker, sıfır garanti’ sloganıyla hareket etmeleri ve Türk askerinin adadan çıkarılmasında ısrarcı olmalarına karşın, Türk tarafının ise olası bir çözümde ancak kademeli olarak asker sayısında indirimi kabul edebileceğinin altını çizen Akıncı, Eylül ayında yaptığı son açıklamada, kendileri açısından dönüşümlü başkanlık modelinin, yani Kıbrıs devletinde bir dönem Rum, bir dönem Türk Cumhurbaşkanı olmasının önemini vurguluyor. Buraya kadar her şey yolunda gibi görünüyor. Ancak KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı, asıl meseleyi şöyle özetliyor:
İsrail ve Kıbrıs açıklarında bulunan doğalgaz, birleştirilip Avrupa’ya ulaştırılabilir, ancak Avrupa Birliği, bunun Türkiye üzerinden değil, Yunanistan üzerinden taşınmasını destekliyor ve çözümün önündeki en büyük engel budur.
KKTC Dışişleri Bakanı Tahsin Ertuğruloğlu ise yaptığı açıklamalarda 50 yıldır süren müzakerelerin artık bittiğini ilan ederek, artık Türkiye ile Kıbrıs Türklerinin önündeki seçeneklerin değerlendirilmesi gerektiğini belirtiyor.
Bütün bu açıklamalardan çıkan sonuç, KKTC Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın Kuzey Kıbrıs’ı yaşatmak için aldığı pozisyonun haklılığını bir kez daha ortaya koymaktadır.
Diğer yandan, Kıbrıs konusunda perde arkasında önemli gelişmeler oluyor. Başbakan Binali Yıldrım’ın yeni Başbakan olduğu hafta, bir soru üzerine , ‘O bir dursun bakalım’ dediği Kıbrıs konusunda sessiz sedasız bir şeyler planlanıyor. Arka planda kurulan masada, ilginç pazarlıklar yaşanıyor. Güney’de yapılacak seçimler sonuçlanmadan müzakerelerin yeniden başlanması da beklenmiyor.
Kıbrıs konusunda Türkiye’nin planları var mıdır? Türkiye'nin Kıbrıs politikasındaki eksiklikleri ve yanlışlıkları ile neler yapılması gerektiğine ilişkin ciddi bir beyin fırtınasına ihtiyacı var. Eğer sizin planlarınız yoksa, başkalarının planlarıyla uğraşmak durumunda kalırsınız.