Ahlatlıbel’de Ahmet Davutoğlu, Ali Babacan, Gültekin Uysal, Kemal Kılıçdaroğlu, Meral Akşener ve Temel Karamollaoğlu’nun (iltimas yok, alfabetik sıraya göre yazdım) yuvarlak masada görüşmesi hakkında, “poker masası”, “altılı ganyan” gibi çirkin benzetmeler yapıldı. Habertürk yazarı Murat Bardakçı’nın 3. Jöntürk Kongresi yazısı, hepsine rahmet okuttu. Bu akla ziyan doz aşımı karşısında şaşkınlıktan lâl ü ebkem kaldım. Târih bilen bir yazar, bunu nasıl yapar? Bu neyin telâfisi? Bardakçı, iktidarın hoşlanmadığı ne yapmıştı da şimdi aşırı derecede hoşa gidecek bir karalama yapıyordu? TBMM’nde görev yapmış ve yapmakta olan siyâsetçileri, yurt dışına kaçarak muhâlefet edenlere nasıl benzetir?
Bana göre buram buram “af dileme” kokan bu yazıya, iktidar medyası, pek itibar etmedi. Paradokslar ülkesiyiz. Bardakçı’nın kadîm düşmanı olan ve her fırsatta cehlini haykıran Mustafa Armağan’ın köşe yazarlığı yaptığı Yeni Akit ise alkışladı.
Üşenmedim, Süleymâniye tartışmaları başladığında izne çıkan Bardakçı’nın son yazılarını tekrar tekrar okudum. Ulaştığım sonucu paylaşayım.
Bardakçı, izne çıkmadan evvel, “Bana Mazlum’u getirin” misâli, iki kere Ahmet Davutoğlu’na yüklendi. Önce, 21 Ocak’taki yazısında Davutoğlu’nun kullandığı “kadîm” kelimesine taktı. Aynı kelimeyi Erdoğan ve TDK başkanı da kullandığından netîce alamadı.
1 Şubat’taki Teke Tek programında Fâtih Altaylı’nın, “1908’de Abdülhamid, en önemli hedefti. Muhâlefetin bütün ideolojisi, Abdühamid’i devirelim meselesi idi ama sonrasını düşünmüyorlardı. Bugün de Tayyip Erdoğan’ı, bir nev’i Abdülhamid hâline getirip insanları, Abdülhamid sonrasındaki kaos ortamıyla korkutmuyorlar mı?” sorusuna, Davutoğlu şöyle cevap verdi:
“Bu çok işlenen bir konu. Bâzı tanınmış târihçilerden de bu tür yorumlar geldiğini gördüğümde üzülüyorum. Bu, anakronistik bir metodolojik sapmadır. Târihe geriye dönük bugünden baktığınız şekilde okumaya başladığınızda ve târihi tekrar kurguladığınızda târihe de haksızlık edersiniz, o günkü şahsiyetlere de haksızlık edersiniz. Bu son zamanlarda, hattâ Erdoğan tarafından yayılan bir şey. Ne Erdoğan, İkinci Abdülhamid’tir, ne Türkiye, Osmanlı’nın son dönemini yaşadığı konjonktürde yaşıyor, ne de demokrasi olgunluğumuz o günlerdeki gibi…”
Davutoğlu’nun bu sözlerle, 2 Ocak’taki “Muhâlefet ve Abdülhamit’i devirmek” başlıklı yazısına atıf yaptığını düşünen Murat Bardakçı, ertesi gün, “Ahmet Davutoğlu’nun sözleri en fazla beni alâkadar ediyor.” diyerek cevâbî bir yazı kaleme aldı. Davutoğlu’na şöyle seslendi:
“Hakkımda ‘sübliminal mesajlar veren târih câhili kara propagandacı’ gibisinden iftiralardan medet ummadan önce yazımı okuma zahmetine tenezzülen de olsa katlansa idiniz, ‘Abdülhamid ve Tayyip Erdoğan Türkiyesi’ değil, ‘Abdülhamid ile Erdoğan muhâlefeti’ arasında benzerlik kurduğumu; hattâ bir ‘ayniyyet”i ifâde ettiğimi görürdünüz.
“Yazdıklarımın hepsi doğrudur” diyen Bardakçı, bakın mezkûr yazısında Sultan Hamid hakkında hangi doğruları yazmış:
“Çöküş döneminde tahta çıkan Abdülhamid, çâreyi baskı ve tâvizde görmüş ama felâketler birbirini tâkip etmiştir. O seneler hem devlet hem de halk için sıkıntılı, dertlerle dolu ve hattâ nefes almanın bile zor olduğu bir devirdi. Sadrazamlar bile hükümdarın korkusundan bâzen yabancı elçiliklere sığınıyorlardı. Halk fakirdi, imparatorluk dışarıya karşı acz içerisinde ama içeride baskıcıydı, malî ve siyâsî bakımlardan yarı sömürge hâlindeydi. Mâliye berbat, hazîne tamtakırdı. Askerin ve memurun maaşı zamanında ödenememekteydi.
Avrupa’nın bitmeyen taleplerini zamana bırakmak ama çok sıkıştırdıkları anlarda derhal tâviz vermek, sarayın alışılmış politikasıydı. Dolayısı ile uluslararası alanda sistemli bir dış politika değil, sâdece günü kurtarma çabası hâkimdi ama bu iş bile tam bir teslimiyetle yapılmaktaydı. Meselâ, ileriki senelerde imparatorluğun en güçlü adamı olan Enver Paşa, hâtıralarında askerî okuldaki öğrencilik zamanından bahsederken, ‘Soba başında toplandığımız istirahat zamanlarında hükümetin aczinden; mutlakiyet idâresinin, özellikle de Sultan Hamid’in fenâlığından bahsederdik.... Bu hâin herif, istese bir anda her şeyi yapar; memleketi bahtiyar eder; etrâfındaki alçakları dağıtır; hem memleket, millet bahtiyar olur, hem kendisi, diyordum. Fakat bu adamın senelerden beri kan içmeye alışmış olduğunu ve insanın alışkanlığından vazgeçemeyeceğini düşündükçe, şahsına karşı fevkalâde bir düşmanlık hissediyor ve vücûdunun ortadan kalkmasının en iyi çâre olacağını düşünüyordum…’ diyordu.
Ama, gecelerin birinde Fizan’a yâhut imparatorluğun bir başka uzak ve ücra köşesine sürülüvermek korkusu; istikbâl, âile ve meslek endişesi seslerin yükselmesini engelliyordu. Açık muhâlefet, sadece Avrupa’daki Jöntürkler’den geliyordu.
Abdülhamid’in idâresi Mehmed Âkif’i bile isyan ettirecek ve bir şiirinde hükümdardan ‘Yıldız’daki baykuş’ diye bahsedecekti.
Yukarıda da söyledim, bütün bu dertlerin ve felâketlerin sorumlusu olarak sâdece Abdülhamid’i göstermek, gâyet yanlış olur. Zîrâ imparatorluk, zâten çökmek üzere idi. Sultan Abdülhamid, çöküşü geciktirebilmek için elinden geleni yapmış ama genellikle tâvizden medet ummuş ve devrilmesinde, baskıcı idâresinin getirdiği nefret, önemli rol oynamıştı.”
……
Bu satırlar, iktidara muhâlif bir yazara değil, Sultan Hamid’e “Ulu Hakan” diyen iktidarın târihçisi Murat Bardakçı’ya âit. Bu ifâdelere, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “aferin” dediğini zannetmiyorum. İşte Mazlum, tam bu sırada imdâda yetişti.
Ahlatlıbel’deki toplantıyı “Jöntürk Kongresi”ne benzeten Bardakçı’nın kesinlikle haklı olduğu bir konu var. Yüz sene evvel gecelerin birinde Fizan’a sürülmek korkusu yüzünden titreyen bir kısım muhâlifler, ne yapıp edip Yıldız sofrasına oturmayı başarınca birdenbire Sultan Hamid sevdâlısı olur; gidişâtın hârika olduğunu söylerlerdi. İçlerinde, “eski başbakan” taşlayarak Saray’a yerleşenler bile vardı.
Örnek mi?
Sıkı bir muhâlifken eski Sadrazam (Başbakan) Mithat Paşa aleyhindeki yazılarıyla Sultan’ın gözüne giren Ali Suâvi, Yıldız Sarayı Kütüphânesi Müdürlüğü’ne; sonra Galatasaray Sultânîsi Müdürlüğü’ne getirildi.
Demek ki neymiş? Eski Başbakan aleyhinde yazmak, her devirde işe yarıyormuş.
Yine de şükredelim. Bardakçı, altı lideri, Sultan Hamid’e hal’ fetvâsını tebliğ eden Yahudi Emanuel Karasu, Ermeni Aram, Laz Ârif ve Arnavut Esad’a da benzetebilirdi.