Gazeteci Şaziye Karlıklı 'Son Kadın' adıyla, Osmanlı'nın son padişahı Vahdettin'in son eşi Nimet'in biyografisini kaleme aldı.
Padişah Vahdettin ve Osmanlı'nın son yöneticileri, işgal altındaki İstanbul'u İngilizlere terk edip ülkelerinden kaçtılar ve 600 yıllık Osmanlı İmparatorluğu'nu kendi elleriyle tarihe gömdüler. Ne büyük şans ki, aynı yıllarda Anadolu'da Kurtuluş Savaşı Veren Atatürk ve arkadaşları modern Türkiye'yi kurdular ve bugünlere geldik.
Şaziye Karlıklı'nın 'Son Kadın' kitabını okuyunca, Vahdettin'in ve çevresindeki saray efradının ne kadar yetersiz ve çapsız olduğunu görmek daha da kolaylaşıyor. Atatürk ve arkadaşları Anadolu'da işgale karşı savaşırken İstanbul'daki padişah tüm zamanını ve enerjisini 19 yaşında bir kadını kendisine beşinci eş olarak almak için harcıyor. Yurtdışına kaçtıktan sonra da, ailesinin tümünü bir kenara itip, sadece genç eşini yanına getirtmek için mektup üzerine mektup yazıyor. Padişahın çevresindekiler ise, duvarların ardındaki saraylarında, basit çıkarlar için türlü düzenbazlıklar yapıyorlar.
Vahdettin'in sonunun iyi gelmediği malum, Türkiye'den kaçtıktan sonra sığındığı Avrupa'da trajik bir sonla hayata veda etti, öyle ki, alacaklılar haczettiği için tabutu neredeyse bir ay evinde rehin kaldı. 19 yaşındayken evlendiği eşi Nimet ise, daha sonra Türkiye'ye dönerek, ikinci kez evlendi ve 1992'ye kadar uzun bir yaşam sürdü.
Fatih'lerin, Kanuni'lerin kurduğu Osmanlı İmparatorluğu'nun son padişahının sonunun böyle olması insanı tabii ki üzüyor.
Okul arkadaşım ve meslektaşım Şaziye Karlıklı'nın kitabı, Osmanlı Sarayı'nın içinde yaşananlar hakkında çok geniş ayrıntılar veriyor. Padişahların ve hanedanın neredeyse tüm erkeklerinin, Osmanlı'nın yıkıldığı 20'inci Yüzyılda bile pek çok kadınla evlenme ve sarayda sayısız cariye tutmakla uğraştıklarını fark ediyorsunuz. En büyük dini makam olan 'Halifelik' koltuklarında oturdukları halde, istisnalar dışında içki içtikleri de bir gerçek. Yani, dini açıdan sıradan müminlere yasak saydıkları ne kadar 'günah' varsa beyler fazlasıyla işlemişler.
Kitaptaki en çarpıcı bölümlerden biri, küçük bir çocuğun son Padişah Vahdettin'e sorduğu soru; ‘Padişah Vahdettin neden Türkiye’den kaçtı da Anadolu’ya gidip Kurtuluş Savaşı’na destek olmadı?’
Öyle ya, bazı 'Sarayseverler' Padişah Vahdettin'in Atatürk'ü özel olarak Samsun'a gönderip, Kurtuluş Savaşı'nı başlattığını savunmuyorlar mı? Eğer Vahdettin bu kadar vatanseverse ve Kurtuluş savaşı onun sayesinde kazanılmışsa, neden İstanbul'dan, İngiliz generallerinin koruması altında, eşlerini bile İngiliz generale emanet edip, gizlice İngiliz gemisiyle Avrupa'ya kaçıyor da bir kayığa binip, Üsküdar'a geçip, Kurtuluş Savaşı'na destek vermeyi akıl etmiyor.
Kitaptan aktarayım:
“Ülkeden kaçtıktan sonra yaşadığı villanın bahçesinde bir gün dolaşan Vahdettin’in yanına, elindeki tahta kılıçla oynayan Mediha Sultan’ın torunu küçük Fethi yanaştı. Büyük dayısına çocuk masumiyetiyle sordu:
“Siz niye düşmanlara karşı kılıç çekmediniz?”
Çocuğa çaresiz bakan Vahdettin’in cevabı şöyle oldu:
“Evladım, büyüdüğün zaman öğrenir, anlarsın. Eğer ben Anadolu’ya geçmiş olsaydım, İngilizler İstanbul’dan çekilip Yunan askerlerinin girmesine izin vermekle tehdit ediyorlardı. Bunun için General Harington üç kez ültimatom verdi bana.”
Böyle bir soruya verilebilecek cevap bu mu olmalı?
İstanbul zaten İngiliz işgali altında, işgal olduktan sonra, bu İngiliz olsa ne fark eder, Yunanlı olsa ne fark eder?
Cevabı okuyunca, son padişahın zavallılığı biraz daha netleşiyor. Ülkesi savaşırken kendisi 19 yaşında bir genç kızın peşinde koşan, sonra da ilk fırsatta ülkesinden kaçan biri demek ki bunu bile fark edemiyor.
Şaziye Karlıklı'nın Doğan Kitap’tan yayımlanan 'Son Kadın' kitabını kaçırmayın...