Kardeş konusunda dünyanın en şanslı insanlarından biriyim. Biz üç kız kardeşiz, annemle babamın ilk çocukları ikiz oğlanlarmış ve ne acı ki on bir aylıkken bir-iki gün arayla göçüp gitmişler. Hikâyelerine şimdi değinmeyeceğim ama bir gerçek var ki Beldan, en büyüğümüz, büyük olasılıkla dünyaya gelebilirdi, annem, babam iki erkek çocuktan sonra bir kızları olması umudu taşıyabilirdi. Nurdan, ortancamız, zayıf bir olasılık da olsa belki bir kaza kurşunu yüzünden doğardı ama ben kesinlikle doğamazdım. Çalışan bir anne beş çocukla nasıl baş ederdi ki? Demek ki kötü bir vesile ile de olsa benim de doğasım varmış.
Beldan’la aram dokuz, Nurdan’la üç buçuk yaştır. Çocukluk çağlarımda, ablalarım genç kızlığın farklı basamaklarını tırmanırken ben hâlâ küçük bir çocuk olduğumdan sohbetlerine davet edilmek bir yana annem beni onların odasında öğle uykusuna yatırdığında, (asla başka yerde uyumayı kabul etmezdim ki konuşmalarını uyku taklidi yaparak sinsice dinleyebileyim) çok keyiflenirdim. Ancak ne acı ki onlar benim ne yaptığımı anlar, aralarında İngilizce konuşmaya başlarlardı. Bu sayede İngilizcem küçük yaşlarımda çok gelişmişti!
Üçümüzün de aynı zamanda Kolej’de okuduğumuz birkaç yıl vardır, sonra Beldan mezun oldu, o nedenle okulda ona, Nurdan’a asla istemeden çektirdiğim sıkıntıların çoğunu çektiremedim. Kasten yapmadığım için “çektirmedim” yerine “çektiremedim” diyorum.
Hareketli bir çocuktum, ama ne acı ki günlerden bir gün nefrit olup iyileşene kadar yatağa bağlandım, kalkmam kısıtlı, yorulmamam lâzım. Herkes evden gittiğinde benimle kalan hanıma rica ederdim beni sırtında evi dolaştırsın diye. En sevdiğim ve o zamanlar karatavuk dediğim zeytin yanı sıra çikolata, turşu, sucuk hepsi yasak; oysa ben başka pek bir şey sevmiyorum. Tek eğlencem sırtta dolaşmak, bir de salona getirilen emaye bebek küvetinde yıkanmak, çünkü iki ablam plastik oyuncaklarımı içine koyar annem beni yıkarken benimle oynarlardı.
Annem pabuç ya da terliklerimi çıkarır, çıplak ayak dolaşıp ayaklarımı üşütmeyeyim diye evde de bana bot giydirirdi. Koca botlarla dolaşmayı hiç sevmememin yanı sıra ablalarım benimle tokmak pabuçlu dede diye dalga geçerler ve hemen pişman olurlardı çünkü ben kaval kemiklerini nişan alır onları tekmelerdim.
Derken büyüdüm ama kâmil bir çocuk olamadım. Babam uzun süren bir Amerika yolculuğundan dönerken hepimize güzel armağanlar getirdiği gibi Beldan’a da, artık genç kızlığa geçmiş olduğu için çok şık bir, iki jüpon, o zamanlar pek moda olan tweensetler falan filan getirmiş. Nurdan’a ve bana hatta evde benimle ilgilenen bir abla dâhil bütün aile bireylerimize, başta anneme pek güzel armağanlar almış. Ben beşinci sınıftayken Beldan ablam nişanlandı, eniştem Doğan ağabeyim çok sevdiğim bir insandır. Büyük ablamıza güzel armağanlar yanı sıra o günlerde çok moda olan bir parfüm armağan etmişti. Okuldan geldim, tabureye çıkıp Beldan’cığımın üst dolabını karıştırmaya başladım; doğrusu dolap karıştırmayı pek severdim. Ama ne acı ki elim takıldı parfüm şişesi pat! Yerde, param parça… Ne kadar üzüldüm anlatamam ama bütün ev de mis gibi koktu. Telaşla aşağı inerken kolum aseton şişesine takıldı. Şişe kırılırken içindeki asetonlar jüponuna döküldü! Jüpon yer yer parçalandı. Canım Belkom parfüm kokusundan irkildi ve sonra bütün acı gerçeklerle karşılaştı ama inanır mısınız bilmem ama beni hiç cezalandırmadı.
Nurkom benden o kadar çekmemiştir; yalnız bir sefer hiç istemediğim halde içime şeytan girdi ve beni kızdırdı diye Nivea kutusunu başına attım. Ders çalışmayı hiç sevmez o nedenle de sınavlarda genellikle kötü not alır bir de üstüne ağlardım. Nurdan’ın bana önerisi ya kötü not alma ya da çalışmak yerine yapmış olduğun haytalıkların tadını çıkar olurdu.
Cömert kalpli Nurkom sonradan açıldı; okuldayken öyle Beldan gibi çok parlak bir öğrenci değildi, (ben ise parlak öğrencilik bir yana, okul benim için en büyük eğlence aracıydı) ama üniversiteyi hem çok başarılı okudu hem de çalışıyordu, bana da maaş bağlamıştı. Annemlerden aldığım ve Nurdan’ın verdiği aylık bazen yetmeyince sırasına göre her iki velinimetimden de borç alır, aybaşında öderdim. Derken bazı işleri para karşılığı yapmaya başladım. Örneğin sabah erken kalkar Nurdan’ın o gün giyeceği pabuçların tekini boyar, ona gösterir öbür tekini de boyamamı istiyorsa para vermesi gerektiğini söylerdim. Güler, istediğin zaman vermiyor muşum gibi, hadi adiliği bırak da boya derdi.
Biz üç kardeş her zaman birbirimizin en iyi arkadaşı ve dostları olduk. Anılarımın yarısını yazmaya kalksam kitaplar dolar. Beni yazı yazmaya ilk yüreklendiren Beldan Ablam ve Doğan Ağabeyim olmuştur.
Günlerden bir gün anlatılamaz bir acı ile dünyam ters döndü. Sevgili Beldan ablam ve Doğan ağabeyim acımasız bir trafik kazasında, bizleri ciğerimizi yakan acılarla baş başa bırakarak yitip gitti… Sevgili kızları, yeğenim şimdi bize üçüncü kardeş oluyor.
İşte yüreğimi yakan acı ve tadına doyulmaz anılarla büyük ablamız ve biz iki kardeşin yaşamımızdan ufak bir kesit.