20 yıllık Amerikan işgalinin ardından Afganistan'ın neredeyse bir gecede Taliban'ın eline düşmesine tüm dünyada olduğu gibi hepimiz çok şaşırdık.
Yüzlerce yıl geride kalmış, köktendinci, kadın haklarını tanımayan, okulları kapatan, müziği yasaklayıp, müzisyenleri katleden, sakal bırakmayanı tehdit eden, 'yarı vahşi' görünümlü bu insanlar nasıl da bu kadar güçlenmişlerdi? Ve halk bunların gelişine neden bu kadar sessiz kaldı?
Bu sorulara Le Monde Diplomatique son sayısında çok uzun bir yazıyla yanıt vermiş. Paris'te yaşayan gazeteci Süleyman Tosunoğlu'nun çabalarıyla Cumhuriyet'in Türkiye'de de yayınladığı bu haftalık gazete, 'Taliban nasıl kazandı?' sorusunu, bu ülkeyle ilgili birer kitap yazmış araştırmacılar Adam Baczko ve Gilles Dorronsoro'ya sormuş. Onlar da özetle şöyle diyorlar:
"Öncelikle ülke kendi parasını kazanacak bir ekonomiye sahip değil, 2000'li yıllarda, Afgan hükümetinin bütçesinin tamamı yardım fonlarından karşılanırken, bugün bile bu oran yüzde 75'dir.
Ülkede 'aşiret' yapısı çok güçlüdür. Amerikan işgali sırasında da, bu ABD güçleri de güçlü aşiretlerle iş yaptılar. Aşiretler de tüm avantajlarını, kendi lehlerine ve rakiplerinin aleyhine kullandılar.
Amerikalılar, ülkede harcanan paraların dağıtımını, belli bir Afgan grubuyla yaptılar, bu grup kendi çıkarlarını düşünüyordu, yolsuzluk yapıyordu. Amerikalılar bunu bile bile işleri böyle yürütünce vatandaşın gözünde değer kaybetti.
Amerikalılar, resmi Afgan asker ve polisinin yanı sıra, çeşitli silahlı gruplardan da destek aldı. Bu silahlı gruplar, kendi rakiplerini bertaraf etmek için, dil bilmeyen ABD askerlerini manipüle ettiler.
Taliban gerçekte merkezi bir hareketti, esas kadrolarını öğrencilerini düzenli olarak Afganistan'da savaşmaya yollayan Pakistan'daki medreseler oluşturuyordu ve bürokrasisini de kendi ulemaları oluşturuyordu.
Taliban yerel olarak yöneticileri tayin ediyordu, yolsuzluğa alışmasınlar diye de sık sık görev değişikliği yaptırıyordu. Buna karşın merkezi hükümetin tüm yetkilileri yolsuzluğa batmıştı.
Taliban örgütü yeni üye alırken, etnik kimliğe özen gösteriyordu, 2016'da en üst organ olan 12 kişilik kumanda konseyinde yüzde 40 Peştunlar olsa da, diğer kimlikler de vardı. Oysa Kabil devlet yönetimi Afgan milliyetçiliğini savunuyordu.
Ve en önemlisi adaletti, merkezi mahkemeler yolsuzluğa batmıştı, dava açmak pahalıydı, yıllar alıyordu, fakirin mahkemeye gitme şansı yoktu.
Taliban mahkemeleri ise, çok basitti, medresede yetişen hakimler şahitleri dinleyip, hemen karar alıyordu, fakir vatandaş devletin mahkemesine gitmeyi istemiyordu. Bir köylü, "Eğer zengin olsam, hükümetin hakimlerine giderdim, ama yoksul olunca tek çözüm Taliban" diyordu.
Kısaca yoksul kesimin gözünde Taliban 'Hukuk'u, devlet ise 'Yolsuzluğu' temsil ediyordu.
Tüm bunlara bakınca, Taliban'ın neden başarılı olduğunu anlamak zor değil.
Eğer bir ülkede 'adalet' yoksa, 'eğitim' yetersizse ve 'adam kayırmacılığa' dayanan merkezi otorite yolsuzluğa batmışsa sonuç böyle oluyor.
Bence bundan Türkiye için de çıkarılacak çok ders var.