Ağaç Düşündü

Çidem Ayözger Ergüvenç

Bahar geliyor; Nisan ayından başlayarak çok güzel günlere kavuşacağımızı umuyorum.

Doğanın canlandığı böylesi günlerde, yıllar önce bir ağaç düşüncelerini bana anlatmış ben de onları ngazete’deki sayfamda paylaşmıştım. Okumayanlar ve okuyup unutanlar için zamanıdır diye düşünüp ufak tefek değişiklerle yeniden paylaşmak istedim:

Şöyle güzelce bir esneyip gerindim. Eklemlerim açıldı. Artık uyanma vakti. Aylardır miskinlik edip duruyorum. Bu kadar tembellik yeter… Aman ne göreyim! Birden bire dallarımın üzerinde et benlerim çıktı. Bu et benleri bana hiç yakışmıyor ama insanlar kıskanıyorlar mı nedir bilmem onları gördükçe pek seviniyorlar. Neyse ki onlara nispet, bir süre sonra benlerim patlayacak ve ben de pek güzel olacağım.

Tam da tahmin ettiğim gibi oldu ve et benlerim patladıkça çok güzel çiçeklere dönüştü. Çevreme bakıyorum da ben ne kadar güzel bir ağacım. Hem adım da güzel, Kiraz Ağacı. Bazı ağaçlara anne babaları ne kadar çirkin isimler veriyor! Bir komşum var adı atkestanesi, nereden akıllarına gelmişse? Benim çiçeklerimin adı da benim gibi güzel. Bazı çiçekler var onlara devedikeni diyorlar, bir tanesi de pek midemi bulandırıyor, katırtırnağı! Ne pis şey, bula bula katırın tırnağı olmuş, bari sincap tırnağı falan olsaydı. Ben sincapları iyi tanırım, bizlerin üstümüzde de dolaşırlar ama en çok ceviz ağacını severler.

Ama ne oluyor, bu ne yağmur böyle. Bütün çiçeklerim döküldü. Neyse ki yağmura inat arkasından yemyeşil yapraklarım ortaya çıktı. Şimdi artık büsbütün güzelim. Havalar soğumasa bari, doğrusu tam ısınıyorum derken yeniden ayazda kalmak hiç istemem.

Et benlerim yok oldu diye sevinirken şimdi de onlardan daha büyükleri çıktı, hem bunların sapları da var. Yeşil desen değil, kırmızıyla ilgileri yok; başa gelen çekiliyor işte!

Güneş beni ısıttıkça saplı benlerim hem kızarmaya hem de büyümeğe başladı, ne mutlu bana; kirazlarımmış onlar da ben tanıyamamışım.

Diyorum ya ben çok güzel bir ağacım ama kabul etmem gerekir ki benim kadar, hatta benden azıcık daha güzel bir ağaç var. Onun çiçekleri herkesinkilerden daha güzel. Meyveleri de pek gösterişli, sanki kandil asılmış gibi. Neyse ki onun da bir çirkin tarafı var, ismi. Nar, böyle kaba bir isim duymamıştım hiç; benimki zarif, güzel söyleniyor hem de değişik “a” ile “i” bir arada kullanılmış. Allah korusun kirez, keriz der gibi; ya da kıraz olsaydı ne kadar da kaba saba. Nar’ı da kibarlaştırsalardı keşke ama neyse ki öyle bir şey yapmamışlar, ben ondan bu konuda daha üstünüm.

Tuhaf bir ağaç var komşumun duvarına sarılmış. Sanki duvar matah bir şey. Çok arsız olduğu için olsa gerek adını sarmaşık koymuşlar. Aslında sırnaşık daha çok uyardı. Ama kabul etmem gerekir ki çiçekleri pek fena sayılmaz. Adı Japon Lalesi. Bizim laleler yetmiyormuş gibi kalkmış taa Japonya’dan buralara gelmiş.

Biz yukardakiler ancak rüzgâr esince aramızda konuşabiliyoruz. Oysa yeraltındaki dallarımız her dakika iç içeler, o kadar ki bazen birbirlerine karışıyorlar. Bu dallarımıza kök deniyor. Hepimizinkiler birbirine benziyor yalnız bazılarımızın kökleri pek gezenti; sıra saygı gütmeden dolaşıp duruyor. Ne var ki çok gezen çok yanılır. Bir seferinde bir tanesi yolunu şaşırıp kaka çukuruna girmiş, daha da akıllanmayıp ilerleyince kendisini bir evin kaka borusunda bulmuş; geri de dönememiş. Ev sahipleri boruyu kırmış, onu da kesip atmışlar. Umarın geri kalan kökler akıllanır da böylesi pis şeyler yapmazlar bir daha.

Kuşlardan hiç rahatım yok. İkide bir gelip güzelim meyvelerimi didikliyorlar. Yetmiyormuş gibi uçup giderken de üstümüze kakalarını yapıyorlar. İnsanlar kuşlar üstlerini pisleyince neden o kadar sevinirler hiç aklım ermez.

Yaz geldi mi çocuklar da başa bela. Meyvelerimi toplayacaklar diye olur olmaz olmaz dallarıma tırmanıyorlar. Çok ince olanlara da basıyorlar, o zaman hem çok canım acıyor, hem de zavallı dallarım kırılacak diye ödüm kopuyor. Ama ben yine de deniz üstünde yüzen koca koca ev gibi şeylerin bir yere sabitlenmek için gövdelerine asıldıkları ağaçlardan daha şanslıyım.

Gelen yedi, giden kopardı, hiç meyvem kalmadı. Artık kafamı dinleme zamanı, okullar da açıldı, çocuklar artık beni rahatsız edemeyecek; hoş onlara cazip gelen bir şeyim kalmadı ya…

Oh! Neyse havalar serinlemeye başladı. Güneş artık eskisi kadar kavurmuyor, o nedenle de beni her dakika sulamıyorlar.

Sonbahar geldi ama ben hâlâ güzelim. Yapraklarımın kimisi kendilerini kırmızıya boyadı, kimisi sarıya. Ben bir şey yapmadım, bu renklere bürünmek onların kendi seçimiydi. Ne yazık ki hata yaptılar, süsleneceğiz diye öylesine yoruldular ki dallarına tutunacak güçleri kalmadı, kendilerini bir bir yere atmaya başladılar.

Havalar yavaş yavaş soğuyor, bana da öyle tatlı bir uyku bastırıyor ki sormayın.

Sonunda uyuya kalmışım. Bir ara bir gözümü araladım ki dallarımı bembeyaz bir şeyler kaplamış, yetmiyor gibi her yer de beyaza bürünmüş. Meğer kar yağmış; bana göre kar değil kâr bu yağan, güzelliğime güzellik eklemiş.

Bu beyazlar güzelliğime güzellik katmış ama keyfini çıkarsam diyorum da uyku rahat vermiyor ki…

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.