TRT’de “Kudüs Fâtihi Selâhaddin Eyyûbî” dizisi başladı.
Muhteşem Yüzyıl’da ömrü savaş meydanlarında geçen Kânûnî’yi haremden çıkarmayan; Diriliş Ertuğrul’da, alperenlerden Vikingler çıkaran dizi sektörü, Selâaddin Eyyûbî’den tam bir hayâl kırıklığı çıkardı. Târihçiler, akademisyenler, “Bu ne rezâlet!” demiyor, diyemiyor. Kimin haddine, TRT dizisini beğenmemek?
TRT Genel Müdürü Zâhid Sobacı, 1. bölümün gösterimi yapılan galada Erdoğan’ın “kırmızı çizgimiz” sözüne atıfta bulunarak şöyle demiş:
“Selâhaddin Eyyûbî, Filistin'in bizler için kırmızı çizgi olmasının yapımcı dünyâsındaki karşılığıdır.”
Nokta! Artık bu dizi dokunulmazdır. Artık bu diziye laf eden hâindir. Haçlı uşağıdır.
Ya kırmızı çizginiz olmasaydı nasıl bir yapım olurdu Zâhid Bey?
Nereden başlasam bilmem ki?
Jenerikte, “Dizideki hikâye ve karakterlerin ilham kaynağı târihimizdir.” yazıyor. Yâni dizi, birebir târihten alınmış biyografi değil. Adamlar, okumuşlar, araştırmışlar; sonra böyle kurgulamışlar. Selâhaddin Eyyûbî’yi, Nûreddin Zengî’nin evlatlığı yapmışlar. İlk hanımını ve çocuğunu doğumda öldürüp sonra Melike Hâtunla evlendirmişler. İlham bu ya Melike Hâtun kısırmış. Nûreddin Zengî’nin asıl hanımı İsmet Hâtun, ilham vermemiş yapımcılara.
Ama aynı İsmet Hâtun, Kadir Mısıroğlu’na, Sultan Selâhaddin’e “Şerefsiz! Hayvan oğlu hayvan!” diyecek kadar ilham vermişti. Mısıroğlu’na göre Selâhaddin Eyyûbî, Nûreddin Zengî’den o kadar nefret ediyormuş ki ölünce İsmet Hâtunla evlenip intikam almışmış. Dünyâ mı kurumuş da anası yaşındaki kadınla evlenmişmiş.
Kadir Mısıroğlu, o dönemde hânedan mensubu hanımlarla yapılan atabey evliliklerini bilmiyor olabilir. Nûreddin Zengî’nin babası İmâdüddin Zengî’nin Dımaşk’ı kolayca ele geçirmek için Dımaşk Atabeyi’nden dul kalan Zümrüd Hatunla evlendiğini; fakat Dımaşk’ı ele geçirme planı tutmayınca Zümrüd Hâtun’u terk ettiğini de bilmeyebilir.(Türk Târihinin Siyâsî Evliliklerine Bir Örnek: Atabey Evlilikleri-Kader ALTIN, Elif KÖMÜRCÜ)
Ama Peygamber Efendimiz ile Hz. Hatice’nin evliliğini bilmiyor olması imkânsız. Ne Peygamber Efendimizin ne de Selâhaddin Eyyûbî’nin evliliğine, âhir ömründe yaşıtlarıyla değil de sürekli gençlerle oturup kalkan heriflerin kafası basmaz.
Hadi târihî hatâlara, “kurgu”deyip geçelim.
Nûreddin Zengî, Eyyûb Bey’in bebeğini isterken sarayda ebelerin gözü önünde ölen hanımı ve bebeğinin vefâtını kimseye söylemediğini; Yusuf’u gizlice saraya sokup ölen çocuğunun yerine koyacağını söylüyor. O arada ekran karşısında kısa devre yapan seyircinin sorusunu da cevaplıyor.
“Soran olursa, ‘Hekimler hayâta döndürdü’ derim.”
Bebeğin öldüğünü kimse bilmiyorsa bu yalana ne gerek var? Târihçilerden ümidimi kestim ama nâmuslu vicdanlı bir doktor yok mu doktor? O devirde ölen bebek nasıl hayâta döndürülüyor? Kuveze mi konuyor yoksa yoğun bakıma mı alınıyor?
Muhayyilemde senaristleri şöyle konuşturdum:
“Âbi, bebeğin yeniden dirilmesi çok saçma. Seyirci yemez.”
“Yer yer! Bu seyirci, ne versen yer?”
“Şark’ın en sevgili sultanı”nı böyle komikleştiren diziye hiç mi itiraz eden yok peki? Altan Tan, “TRT tüy dikti.” demiş. Hüdapar ve Yeniden Refah Partisi Diyarbakır İl başkanları da epey kızmışlar ama asıl dertleri, bu saçmalıklar değil. Selâhaddin Eyyûbî’nin Türk gibi gösterilmesine bozulmuşlar. TRT’nin özür dilemesini, diziyi yayından kaldırmasını istiyorlar. Senaryonun asimiletik amacı varmış.
Hadi canım sizde! Senaryonun asimiletik değil, siyâsî amacı var. Yâni dönem değil, gündem dizisi. Bu yüzden sesinizi kesin! İcad çıkarmayın! Bu dizinin İstanbul’un geri alınmasına katkısı olursa hepinizin yüzü gülecek. Sessiz olun, MHP’yi zıplatmayın! Seçimden sonra kozlarınızı paylaşırsınız.
Bir sahnede Selâhaddin Eyyûbî, Gazze’yi alan Urfa Kontu’nun oğlu Gabriel’e, “Gazze’yi geri alacağımı biliyorsun değil mi?” dediğinde mesaj belliydi. Gazze, Filistin, Selâhaddin kimsenin umûrunda değil. Bütün mesele bu işte! Asrın Selâhaddin’i, İstanbul’u geri alacak.
Abarttığımı mı düşünüyorsunuz? Fatma Hâtun’un rüyâsı, Hacı Bayram-ı Velî’nin Sultan 2. Murad’a İstanbul’un fetih müjdesi vermesinden ilham alınarak kurgulanmış desem...
Son olarak saksıda salon bitkilerini, rokoko süslemeleri ve bizim evdeki mumları, 12. asırdaki bir sarayın dekorunda kullanmayı akıl edenleri tebrik(!) ediyorum.