İstanbul Sözleşmesi’nin önemini, Zeynep Çiller meselesinde derinden hissettim. Başbakanlık yapmış bir kadının gelini, eğitimli eşinden feci şekilde dayak yiyor; kayınvâlide, gelinden değil, oğlundan yana oluyor.
Zeynep Çiller’in avukatı Kezban Hatemi, yıllar evvel, “Kimse farkında değil, kadına şiddet, sosyetede daha fazla.” demişti.
Bu memlekette Başbakanlık yapmış bir kadının gelini emniyet altında değilse kim emniyet altındadır?
Numan Kurtulmuş, İstanbul Sözleşmesi tartışmasını başlatınca gaz çıkarır gibi yazı yazan bir yandaş, hemen meselenin bütün yükünü Ahmet Davutoğlu’na yıkmaya kalktı. “Bize uymayan bu sözleşmeyi başımıza sardı” meâlindeki yazıda, Davutoğlu’nun “şahsî meselem” deyişine vurgu vardı.
Bunun üzerine Ahmet Davutoğlu, aynı duyarlılığı göstererek üstüne basa basa, “İstanbul Sözleşmesi’ni imzâlamaktan gurur duyuyorum.” açıklamasını yaptı.
Olmadı, tutmadı. Davutoğlu, İstanbul Sözleşmesi’yle yıpratılamadı. Çünkü laf olsun diye değil, hayat tarzıyla sâhiplendiği bir şahsî meseleydi. Nihâyet KADEM de Sözleşme’nin arkasında durdu.
Sâre Davutoğlu ve Ahmet Davutoğlu’nu üç kere birarada gördüm. Haklarında yazılar yazdım. En son İzmit’e geldiklerinde görüştük. Her seferinde dikkatimi çeken bir hususu, şimdi ifâde edeyim. Ahmet Hoca’nın Sâre Hanım’a saygısını, bütün erkekler, özellikle muhâfazakâr erkekler örnek almalıdırlar.
Ahmet Davutoğlu, İstanbul Sözleşmesi’nin mücessem hâlidir.
HOŞKADEM
KADEM, faaliyetlerine vâkıf olduğum bir dernek değil. “Herkese karşı her türlü şiddete son!” sloganına uymaması sebebiyle bir kez, “Kınama vazîfesini bâzı kadınlardan esirgeyen kadem, hoşkadem olmasa gerektir.” diye eleştirmiştim. Çünkü Sâre Davutoğlu’na ve Meral Akşener’e yapılanlara sessiz kalmışlardı.
KADEM günlerdir tartışılan İstanbul Sözleşmesi’nin arkasında durarak hoşkadem bir iş yaptı. Şimdi bana düşen de tebrik etmektir.