Ak Parti Sözcüsü Çelik: Yüksek Meşruiyet Zedelenmeye Başlarsa Demokratik Siyasetten Bahsetmek Mümkün Olmaz

AK Parti Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Ömer Çelik, anayasal düzen, yasalar ve demokratik olarak ortaya çıkmış siyasi meşruiyetin bileşeninin yüksek meşruiyet oluşturduğunu belirtti

Çelik, parti genel merkezinde, Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan başkanlığındaki Merkez Yürütme Kurulu (MYK) toplantısı devam ederken açıklamalarda bulundu.

Toplantıda, İnsan Hakları, Ar-Ge ve Dış İlişkiler Başkanlıklarının sunumları ile TBMM'de yapılan çalışmaları değerlendireceklerini ifade eden Çelik, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın toplantının açılışı öncesinde iç ve dış siyasete ilişkin paylaşımda bulunduğunu söyledi.

Çelik, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın yoğun bir diplomasi trafiği içerisinde olduğunu, Kazakistan'ın birliğinin, bütünlüğünün sağlanması ve olayları atlatabilmesi için desteğini sürdürdüğünü dile getirdi.

Kazakistanlılara taziyelerini sunan ve hayatını kaybedenlere Allah'tan rahmet dileyen Çelik, Kazakistan'ın kısa zamanda bugünleri atlatarak istikrarlı ve güçlü günlerine döneceğini temenni ettiklerini belirtti.

Diyarbakır annelerine selamlarını gönderen, gazetecilerin de 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü'nü kutlayan Çelik, gerçeğe ve gerçek habere ulaşmanın daha da kıymetli hale geldiğini dile getirdi. Çelik, aralarında Anadolu Ajansı muhabirlerinin de bulunduğu, daha önce saldırıya uğrayan gazetecilere geçmiş olsun dileklerini iletti.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun bir televizyon programında, hem hükümetle hem de AK Parti ile ilgili gerçekle alakası olmayan, bir kısmı iftira niteliğinde iddialarda bulunduğunu ifade eden Çelik, buna TBMM Başkanı Mustafa Şentop ve Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Adil Karaismailoğlu'nun gereken cevabı verdiğini söyledi.

Bazı muhalefet partisi temsilcilerinin siyasette kutuplaşmanın artmasından bahsettiğini dile getiren Çelik, siyasette rekabetin ve demokratik rejimlerde farklı görüşlerin olabileceğini belirtti.

Çelik, "Burada başka bir şey var, bu rekabeti, siyasi rekabeti bir siyasi husumete dönüştürmek, bir çeşit insanları hedef gösteren, çeşitli meslek gruplarını hedef gösteren bir hale getirmek aslında antidemokratik eğilimleri besliyor, antidemokratik siyasete bir gıda ve enerji sağlıyor." dedi.

CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu'nun Öğretmenler Günü'nde, AK Parti'ye destek veren öğretmenlerin hedef gösterildiği bir konuşma yaptığını belirten Çelik, "Sırf AK Parti'ye oy veriyorlar diye belli bir meslek grubunu bu şekilde aslında hedef göstermek demokratik düzen içerisinde antidemokratik eğilimlerin ortaya çıkmasını gösteren bir kutuplaştırma siyasetidir." diye konuştu.

Kılıçdaroğlu'nun bir açıklamasında da vali ve kaymakamları hedef gösterdiğini dile getiren Çelik, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Seçilmiş hükümetin emrindeki bürokratlara, seçilmiş hükümetinin talimatlarını dinlememeleri tavsiyesinde bulundu. Bir demokratik toplum düzeni en önemli vasfını anayasal düzenden alır. Anayasal düzen, yasalar, demokratik olarak ortaya çıkmış siyasi meşruiyet, bütün bunların bileşeni bir yüksek meşruiyet oluşturur. Eğer bu zedelenmeye başlarsa demokratik siyasetten de demokratik toplum düzeninden de bahsetmek mümkün olmaz. Darbelere karşı olmamız, vesayete karşı olmamız en başta millet iradesiyle kurulan bu demokratik meşruiyetin harap edilmesinden, imha edilmesinden dolayıdır."

"Yassıada zihniyeti" dediklerinde büyük bir alınganlık gösterildiğini söyleyen Çelik, şöyle devam etti:

"CHP'deki arkadaşlarımızın düşünmesi gereken şey şu; niçin bu kadar zaman geçmesine rağmen, bu kadar büyük tecrübeler edinilmesine rağmen, bu kadar bedel ödenmesine rağmen insanların dini değerlerine saldırı sizden geliyor, sizin arkadaşlarınızdan geliyor. Demokratik düzenin meşruiyetine dönük saldırının adresi olarak her zaman siz öne çıkıyorsunuz. En son bakın Grup Başkanvekiliniz çıktı, çocukların din eğitimi almasına doğrudan saldırıda bulunan bir yaklaşım ortaya koydu. Dünyanın her tarafındaki bir uygulamanın, pedagojik olarak da doğru bir uygulamanın bu şekilde hedef alınması, üstelik de bunun bir ortaçağ zihniyeti gibi bir aşağılamayla birlikte zikredilmesi aslında işte bahsettiğimiz bu zihniyet kodlarının her seferinde ne kadar yol giderse gitsin ne kadar demokratik sosa bulanırsa bulansın ne kadar demokratik bir üslubun içerisinde kendini göstermeye çalışırsa çalışsın aşağıdan yukarıya çıktığını görüyoruz."

Demokratik siyasetin geçmişte vesayet yoluyla çalındığını, bunun şimdi "demokrasi" denilerek, demokrasinin içeriği boşaltılarak ve demokrasinin kazanımları yok edilmeye çalışılarak yapıldığını dile getiren Çelik, şunları kaydetti:

"Eğer siz bol bol 'demokrasi' dediğiniz halde terör örgütüyle yanaşık düzen durursanız, terör örgütünün terör örgütü olmadığını söylerseniz, 'Biz demokratik siyaset yapıyoruz ama PKK terör örgütü değil' derseniz işte demokrasi diyerek demokrasiyi çalmış olursunuz. Demokratik düzene karşı bir tutum geliştirmiş olursunuz. Aynı şekilde vatandaşın anayasayla teminat altına alınmış, çocuklarına din eğitimi verme hakkını gasp etmeye çalışırsanız, buna saldırırsanız bunun ardına önüne ne kadar çok demokrasi lafı koyarsanız koyun yine aynı şeyi çalmaya çalışırsınız.

Dolayısıyla biraz daha sağduyulu, biraz daha makul, toplumla barışık, toplumun değerleriyle barışık, toplumu bir mühendislik faaliyetiyle şekillendirmeye çalışmayan, toplumun şimdiye kadarki kazanımlarını koruyan, bu kazanımların daha gelişmesine hizmet eden bir siyaset dili kurmanın bu kadar zor olmaması gerekir. Eğer niyet iyiyse, eğer niyet demokratik siyasetten yanaysa, eğer niyet insan haklarına saygı temelinde gerçekleşiyorsa bunlar çok mümkündür. Ama biraz yol gidiliyor, biraz yol gidildikten sonra ilk kritik kavşağa gelindiğinde maalesef bu eski zihniyet tekrardan kendisini ortaya çıkarıyor."

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun "devletin güvenlik güçlerinin kendisini dinlediğini" ifade ettiğini dile getiren Çelik, "Bunu yıllardır da söylüyor. İyi kötü siyasi birikimi olan bir partinin, iyi kötü siyasette deneyimli insanların ciddi bir şey söylediği zaman bir evrak koyması, bir belge koyması, bir delil sunması veya bu kanaate nasıl vardığını toplumla ciddi biçimde paylaşması gerekir." diye konuştu.

Kılıçdaroğlu'nun çeşitli tarihlerde ailesinin, partisinin ve belediye başkanlarının dinlendiği yönünde iddialarda bulunduğunu ancak bununla ilgili bir belge ortaya koyamadığını belirten Çelik, şunları kaydetti:

"İşte bizim yıkım siyaseti dediğimiz, kaos siyaseti dediğimiz şey budur. Bu arkadaşlarımız kutuplaşmadan bahsettikleri zaman asıl kutuplaşmayı toplumun değerleriyle yaşadıklarını, toplumun değerleriyle kendi kutuplaşmalarının artık yapısal bir sorun haline geldiğini net bir şekilde anlayıp, bu yapısal sorunu çözmeye çalışmaları gerekiyor."

İkinci bir kutuplaştırıcı tavrın ise sürekli toplumun demokratik kazanımlarına saldırmak olduğunu ifade eden Çelik, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Bu kazanımları bir gün anlaşılıyor ki ellerine fırsat geçerse altüst etmek için pusuda bekleyen, bir şekilde tuzak kuran pek çok sayıda kişi var zaten. Bakın bir siyasi tartışma olduğu zaman siyasetin tansiyonu biraz yükseldiği zaman ilk yaptıkları iş hemen Yassıada'ya memleketi götüren sürecin diliyle konuşmaktır. Bu dili o kadar rahat, o kadar kolay bir biçimde kullanabiliyorlar ki gerçekten bu kadar üzerinden tarih geçmesine rağmen birilerinin, maalesef akılla, makul bir şekilde düşünceyle siyaset yapmadığını, hala kin ve hesaplaşmayla siyaset yaptığını görüyoruz."

Çelik, kin siyasetinin doğru olmadığını, demokratik siyasetten, makul ve köprü kuran bir dilden herkesin kazanacağını vurguladı.

"Kazakistan'daki durumu çok yakın takip ediyoruz"

Çelik, Kazakistan'daki durumu çok yakın takip ettiklerini belirterek, 2-3 Ocak'ta başlayan 5 Ocak'ta hükümetin istifasıyla sonuçlanan olaylarda ortaya çıkan tablonun herkes için üzücü olduğunu söyledi.

Kazakistan ile Türkiye'nin çok köklü ilişkilerinin bulunduğuna işaret eden Çelik, üst düzey ziyaretlerin çok verimli ve çok yoğun bir şekilde gerçekleştiğini, Türk Devletleri Teşkilatı'nın kurulmasının da çok kıymetli olduğunu dile getirdi.

Çelik, "Arzumuz, temennimiz Kazak halkının istediği şekilde Kazakistan'ın barışını, istikrarını, birlik bütünlüğünü, toprak bütünlüğünü koruyacak şekilde bu sıkıntılı günlerin geride bırakılmasıdır. Şu nettir, Türkiye her zaman dost ve kardeş Kazakistan'ın yanında olacaktır, şartlar ne olursa olsun." diye konuştu.

Birtakım kara propaganda merkezlerinin böyle bir olay olduğunda meseleyi Cumhurbaşkanı Erdoğan üzerinden okumak için büyük bir gayret içerisine girdiğini belirten Çelik, Batılı bir haber ajansının, bunu "Türk Devletleri Teşkilatı'nın çöküşü" olarak nitelendirdiğini, daha sonra da birilerinin "Erdoğan, Kazakistan'da kaybetti" şeklinde "dar bakış açılarıyla ve küçük akıllarıyla" bir yaklaşım içine girdiğini aktardı. Çelik, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Kazakistan'da kaybetmek ya da kaybetmemek gibi Türkiye'nin bir yaklaşımı yok. Cumhurbaşkanımız da Kazakistan'ın birliğini, bütünlüğünü, huzur içerisinde olmasını, geleceğe güvenle, ekonomik büyümesiyle, toplumsal huzuruyla bakmasını yine kendi kazanımı olarak görür. Birilerinin böyle her olay ortaya çıktığında 'Türkiye kaybetti, Türkiye kazandı, Erdoğan kaybetti, Erdoğan kazandı' gibi bir şeyi, hem Orta Doğu'da gördüğümüz hem bu bölgelerde gördüğümüz kötü bir siyaset alışkanlığının ürünüdür. Bunların çoğu da provokatif yaklaşımlardır."

"Pusuda bekliyorlar"

Çelik, son zamanlarda gördüğü en trajik haberlerden birini paylaşmak istediğini dile getirdi. Irkçılığı, İslam düşmanlığı, göçmen düşmanlığı ile öne çıkan, yolsuzluk yüzünden istifa etmek zorunda kalan Avusturya'nın eski Başbakanı Sebastian Kurz'un Avrupa Hoşgörü ve Uzlaşma Konseyi'nin başına geleceğine dair bir haber bulunduğunu aktardı.

Bütün bir Avrupa'da Yahudileri, Müslümanları, göçmenleri, yabancıları, birtakım farklı toplumsal grupları topyekun hedef alanın Nazi zihniyetli aşırı sağcılar olduğunu dile getiren Çelik, şöyle konuştu:

"Geçmişte Yahudilere dönük olarak ortaya koydukları zalimane yaklaşımları, bugün Müslümanlara dönük olarak ortaya koymak için pusuda bekliyorlar. Dolayısıyla Avrupa'da Müslümanların, Yahudilerin, göçmenler üzerine çalışan kuruluşların hepsinin topyekun güç birliği içerisinde, bu aşırı sağcılığa bu Nazi anlayışına karşı mücadele etmesi gerekir. Şimdi ise Müslüman düşmanlığı, Türkiye düşmanlığı ile öne çıkmış bir şahsın böyle bir kuruluşun başına gelmesi doğrusunu söylemek gerekirse Avrupa'da aşırı sağcılara karşı verilecek bu mücadelenin inandırıcılığını azaltacaktır. Bu, herkesin beraberce topyekun bir şekilde ortaya koyması gereken bir mücadele."

"Bunlar, iki devletli çözüm perspektifini imha eden yaklaşımlardır"

Ömer Çelik, yerleşim yerleri ile ilgili olarak İsrail'de olumsuz gelişmelerin devam ettiğini belirtti. En son Kudüs Belediyesine bağlı Yerel Planlama ve İmar Komitesinin 3 bin 557 yeni birimin kurulmasına dair 5 yerleşim planına onay verdiğini aktaran Çelik, şöyle devam etti:

"Bunlar, iki devletli çözüm perspektifini imha eden yaklaşımlardır. Kendi içerisinde bir bütün olan Filistin devletinin var olmasını engellemeye dönük son derece radikal adımlardır. Bunu bir kere daha kınıyoruz. Bu yeni yerleşim yerine onay verilmesine, Birleşmiş Milletler'in daha güçlü bir ses çıkarması gerektiğini, ses çıkarmakla kalınmaması gerektiğini, bunun birtakım hukuki tedbirlerle engellenmesi gerektiğini ifade ediyoruz. Coğrafi bütünlüğe haiz bir Filistin devletini fiziksel olarak imkansız hale getiren bu yaklaşım, oradaki barışı da imkansız hale getirecektir. Bundan da herkes zarar görecektir. Biz bu doğrultudaki çabalarımızı sürdürmeye devam edeceğiz."

"Medeniyet anlayışını Sayın Macron'a hediye ediyoruz"

Ömer Çelik, açıklamalarının ardından gazetecilerin sorularını yanıtladı.

"Fransa Cumhurbaşkanı Macron, Türkiye'yi siyasi İslam'ı yaygınlaştırmakla suçladı ve 'Avrupa Birliğine giremez' dedi. Siz bu açıklamayı nasıl değerlendiriyorsunuz?" sorusunu Çelik, şöyle yanıtladı:

"Sayın Macron şunu unutmasın, Türkiye'nin faaliyetleri herhangi bir emperyal niyet içermiyor. Türkiye'nin faaliyetleri hem kendi egemenlik haklarını korumakla ilgilidir, hem de bölgedeki, yakın coğrafyamızdaki ülkelerle ve çeşitli kıtalardaki izlediğimiz politikalarla ilgilidir. Şimdi burada sorulması gereken soru şudur: Sayın Macron'un bütün bir dış politika perspektifi niye Türkiye karşıtlığı ve Erdoğan karşıtlığı üzerine kurulmuştur? Özellikle son birkaç yıldır Sayın Macron'un bütün bir dış politika seferberliği, Erdoğan karşıtlığı ve Türkiye karşıtlığı üzerine kurulu, ikincisi Sayın Macron, Avrupa medeniyetinin değerlerinden bahsediyor. O zaman şunu sormak gerekiyor, bir ara size bahsetmiştim, yine burada Fransız yargısı, Fransız istihbaratçının hem DEAŞ ile hem PKK ile ilişkilerini devlet yetkililerinin bilgisi dahilinde gerçekleştiğini iddia ederek bir yargı süreci başlattı. DEAŞ ve PKK ile bu şekildeki bir ilişki biçimi Sayın Macron'un kafasındaki Avrupa medeniyeti anlayışının neresine yansıyor?"

Macron'un "Türkiye'nin siyasal İslam'ı yaymakta olduğundan" söz etmesine ilişkin Çelik, "Bunu neye göre söylüyor bunu? Türkiye, Doğu Akdeniz'deki hak ve menfaatlerini koruduğu zaman Türkiye'ye iftira atmak için söylüyor. Cumhurbaşkanımız Mısır'a gitti ve Arap baharı ülkelerinde laik devlet ilkesinin benimsenmesi gerektiğini söyledi, bir toplumsal barış prensibi olarak." dedi.

Fransa'da Avrupa Birliği bayrağının gönderden indirildiğini hatırlatan Çelik, şöyle devam etti:

"Ne için? Avrupa Birliği bayrağının orada asılı olması Fransız değerleriyle bağdaşmıyormuş. Sayın Macron, Avrupa Birliği bayrağını asmayacak bir siyasi kültüre destek vermesini, Avrupa medeniyetinin neresi ile bağdaştırıyor? Buna dair onlarca şey sayabilirim. Ya ne yapalım Sayın Macron bizim medeni bulsun diye Doğu Akdeniz'deki hak ve menfaatlerimizden vaz mı geçelim? Sayın Macron'un anladığı tek şey var; Yunanistan'a ve Rum kesimine destek verirseniz medeni oluyorsunuz. Türkiye kendi hak ve menfaatlerini korur da Yunanistan ve Rum kesimine karşı çıkarsa medeni olunmuyor. Bu medeniyet anlayışını biraz evvel saydığım sebeplerle alt alta yazarak Sayın Macron'a hediye ediyoruz. Bunu istediği gibi kullanabilir. Bunun dünyada hiçbir alıcısının olmadığını da biliyoruz."

Macron'un Türkiye'yi medeni sayması için Karabağ savaşında Azerbaycan'a destek verilmemesi, Ermeni saldırganlığı karşısında sessiz kalınması, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nden Doğu Akdeniz'deki hak ve menfaatlerden vazgeçmesi gerektiğini dile getiren Çelik, şunları kaydetti:

"Biz bunları yapmayacağız. Ama bizim Sayın Macron'un bu anlayışını medeni bir siyasi anlayış olarak kabul etmemiz için Sayın Macron'un Hafter'e destek vererek Libya'da gerçekleştirdiği toplu mezarlardan özür dilemesi gerekiyor. 'Fransız sömürgesinden önce Cezayir'de bir Cezayir milliyeti yoktur' anlayışını ortaya koyduğu için Cezayir halkından özür dilemesi gerekiyor. Fransa Afrikası denilen o coğrafyadaki bütün suçlardan dolayı özür dilemesi gerekiyor. DEAŞ terör örgütüne ve PKK terör örgütüne daha önce Lafarge denilen bir çimento firmasının şimdi de doğrudan Fransız istihbaratının devlet yetkililerinin bilgisi dahilinde verdiği destek karşısında teröre verilmiş destekten dolayı özür dilemesi gerekiyor. Biz de o zaman onu medeni sayarız. Dolayısıyla medeniyet anlayışını Sayın Macron'a hediye ediyoruz. Biz kendi medeniyet ilkelerimize yol yürümeye devam ediyoruz."

Bir gazetecinin, "TBMM Başkanımız Mustafa Şentop, 'Milletvekillerinin dokunulmazlığı kaldırılsın' açıklaması yaptı. Bu konuyu nasıl değerlendiriyorsunuz?" sorusu üzerine Çelik, "Sayın Şentop, yüce Meclisin başkanı olarak, bugün milletvekili sıfatı taşıyan birisinin bir PKK'lı teröristle fotoğraflarının ortaya çıkmasından sonra, yüce Meclisin hukukunu korumak, asaletini, onurunu korumak için gerekli açıklamayı yapmıştır. Bir Meclis Başkanı olarak, iki kere gazi olmuş Meclisin, böyle çirkin bir görüntüyle yan yana gelmemesi için gerekli iradeyi ortaya koymuştur. Sayın Meclis Başkanımızı buradan tebrik ediyoruz." dedi.

Çelik, dünyanın hiçbir demokrasisinin, kendi egemenlik haklarına saygı duyan hiçbir milletin ve devletin, egemenliğini, demokrasisini, hukuk devletini yok etmek isteyen terör karşısında taviz veremeyeceğini vurguladı.

Bu konuda tavizsiz davranmak durumunda olunduğunu belirten Çelik, şöyle devam etti:

"Geçmişte, 'Kürt sorununun önünde siyasal katılım yok, siyasal katılım yolları açılsa terör olmazdı’ şeklinde 10, 15, 20 yıl evvel çok güçlü söylemler ortaya konuluyordu. AK Parti dönemlerinde, AK Parti hükümetleri dönemlerinde siyasal katılımın hukuk ve demokratik siyaset zeminindeki bütün kanalları açıldı. Bu kanallar açıldığı zaman, bu şekilde konuşanlar ve onların takipçileri, demokratik düzendeki siyasal katılım kanallarını, demokrasiyi güçlendirecek, silaha ve şiddete karşı çıkacak, teröre karşı duracak şekilde mi kullandılar, yoksa 'PKK terör örgütü değildir' diyerek, teröristlerin heykelini yapmaktan bahsederek teröre destek vererek mi kullandılar?

Doğru yaklaşım şuydu: Siyasal katılım yolları açılmışsa, her meselenin konuşulacağı, her meselenin tartışılacağı bir platform olarak yüce Meclis vardır, bütün meseleler yüce Meclise getirilir, milletvekilleri de bu çerçeve içerisinde bu bütün meseleleri konuşurlar, tezlerini ortaya koyarlar, karşı tezleri ve cevapları da dinlerler. Ama böyle yapılmadı, tam tersine yüce Meclisin, demokratik düzenin verdiği imkanlar, siyasal katılma yollarının açık olması, terörün propagandasının demokratik siyaset içerisinde yapılması gibi bir şeye dönüştürülmeye çalışıldı. Bu dünyanın hiçbir yerinde tahammül edilebilecek, meşru sayılabilecek bir şey değildir."

Dünyanın birçok yerinde çözüm süreçlerinden bahsedildiğini anlatan Çelik, çözüm süreçlerine bakıldığında terörün meşrulaştırılması ya da milletin demokratik değerlerinin herhangi bir kesintiye uğratılması gibi bir çözüm sürecinin olmadığını söyledi.

Çelik, şöyle konuştu:

"Burada çözüm süreçleri nasıl gerçekleşmiştir. Terör örgütlerinin silah bırakması, siyasal katılım yolları açıldığı için bunları siyasi partilerin konuşması olanağı gerçekleşmiştir. Şimdi nerdeyse bu ilişkinin tersi kurulmaya çalışılıyor. Türkiye'de bu geçmiş zaman içerisinde çözüm süreciyle, Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi ile bütün bu süreçlerde terör örgütlerine silah bıraktırmak Cumhurbaşkanımızın tabiriyle 'o silahların gömülmesi ve o şekilde ülkenin terk edilmesi' sonucuna ulaşmak için bu yolları denedi ama netice itibarıyla ne görüldü? Aslında terör örgütüne artık siyasal katılma yolları açık. Açık olduğu için 'Silah gayrimeşrudur, devlete millete, sivil insanlara, polise, askere silah çekmek gayrimeşrudur' diyeceklerine tam tersine silah çekenleri meşrulaştırmaya dönük bir aktivasyon, bir siyasal faaliyet içerisine girildi."

Bunun dünyanın hiçbir yerinde maruz görülemeyeceğini ifade eden Çelik, "Kendisine saygısı olan, egemenlik haklarına saygısı olan bir devlet buna kesinlikle müsaade etmez, dünyanın hiçbir yerinde de buna müsaade edilmez." diye konuştu.

Çelik, şunları kaydetti:

"Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin onayladığı Herri Batasuna Partisi ile ilgili İspanya'da verilmiş bir karar vardır. Orada, İspanya Yüksek Mahkemesinin verdiği karar, AİHM tarafından da onaylanmıştı. Bu karar, terör örgütü üyesinin terörist cenazesine katılmasından terörü destekleyen bir yürüyüşe katılmasına kadar her şeyin gayrimeşru olduğunu ilan ediyor. Hatta eğer terör örgütü başka siyasi partileri, grupları, terör örgütüne karşı olanları tehdit ediyorsa, terör örgütünün uzantısı olarak ortaya çıkan partiler buna sesiz kalıyorsa, karar bunu da mahkum etmiştir. Bu, demokratik bir toplum düzeninde kabul edilemez.

Bu ortaya çıkan tablo da nasıl bir çirkinlik içinde olunduğunu net bir şekilde gösteriyor. Milletvekili sıfatı taşıyan birisinin hiçbir şekilde meşru, maruz göremeyeceği bir tablo bu. Dolayısıyla Meclis Başkanımız, yüce Meclisin böyle bir lekeyi asla kabul etmeyeceğini ifade etti. Yüce Meclisin üzerine düşen vazifeyi yerine getireceğini ifade etti. Yüce Meclisi, yüce Meclisin bir üyesi sıfatıyla terörle kirletmeye çalışanlara geçit verilmeyeceği; hukukun, Meclisin üzerine düşeni yapacağını ifade etti. Meclis Başkanımızın yaptığı açıklama, yüce Meclisin yüksek onurunun korunması, demokratik düzen içerisinde yüce Meclisin saygınlığın korunması bakımından son derece yerinde bir açıklamadır. Sayın Başkanı bir kere daha tebrik ediyoruz."

"15 Temmuz'da bunların öldürmek istediği kişi Sayın Cumhurbaşkanımızdı"

Bir gazetecinin, "CHP Grup Başkanvekili Engin Özkoç'un Cumhurbaşkanına yönelik, özellikle FETÖ ile mücadele noktasında açıklamaları oldu. 'Param da onurum da vatanıma feda olsun' dedi. Özkoç'un açıklamalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?" sorusu üzerine Çelik, "Buna memleketin ihtiyacı yok, onlar kendisine kalsın." dedi.

Sürekli olarak Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın meşruiyetine saldıran açıklamalar yaptıklarını, bunu sistematik olarak devam ettirdiklerini ifade eden Çelik, "Bu Fetullahçı Terör Örgütü'nün, Türkiye Cumhuriyeti devleti tarafından terör örgütü olarak ilan edilmesinden sonra, onlara destek verenler 'Onlara karşı hükümet haksızlık yapıyor', diyen kimdi? CHP Grup Başkanvekiliydi. Bu terör örgütünün yayın organlarına dönük kapatma süreci ortaya konulduğunda, 'Bağımsız medya kapatılıyor' diyerek bunlara göğüs germeye, siper olmaya çalışanlar kimdi? Bu arkadaşlarımızdı." ifadelerini kullandı.

Bu tartışmanın daha uzun süreceğini söyleyen Çelik, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Keşke hiçbir siyasi polemiğin konusu olmasaydı bu Fetullahçı Terör Örgütü. Bu topyekun milletle devlet düşmanı olarak mahkum edilerek, sonuna kadar bu mücadelenin etrafında bir entegre siyaset herkes tarafından yürütülseydi. Ama şimdi, siz daha böylesine büyük bir darbe girişimini savuşturmuşsunuz, şehitlerimiz, gazilerimiz var. Buna karşı Türkiye’yi yönetme sorumluluğu içinde birtakım kararlar alınmış. Buna meşru çerçevede devletin kendini, demokrasisini savunma hakkı çerçevesinde, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin cevaz verdiği istisnalara dayanarak birtakım tedbirler, kararlar alınmış. Çıkıyorsunuz, öbürüne 'darbe' demezken hükümetin yaptığına 'darbe' diyorsunuz. Bu zaten bütün bir değeri alt üst etmektir. Yani, Fetullahçı Terör Örgütü'ne söyleyemediğinizi hükümete söylüyorsunuz."

Darbe girişimi sırasında milletin ve devletin büyük bir tehlike geçirdiğini belirten Çelik, "15 Temmuz gecesi bunların öldürmek istediği kişi Sayın Cumhurbaşkanımızdı. Havaalanında ise tankların açarak yol verdiği kişi ise bunların genel başkanıydı. Şimdi neyi tartışıyoruz? Hiçbir siyasetçinin bu duruma düşmesini istemem, bir daha da kimse düşmesin diye söylüyorum." dedi.

"Sen şunun Allah'ısın, bunun Allah'ısın" gibi bir cümlenin asla söylenmemesi, "Allah" kelimesinin bu şekilde kullanılmaması gerektiğini ifade eden Çelik, "Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı'na karşı bir muhalefet yapacaksanız, bu muhalefetin Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı'nı terör örgütü yanlısı gibi sonuna kadar gayrimeşru, sonuna kadar gayriahlaki, hiçbir siyasi ahlakla bağdaşmayan bir tutuma da savrulmaması gerekir. Başkanımız da bu çerçevede bu çirkin söze karşılık dava hakkını kullanan irade ortaya koymuştur." diye konuştu.

AK Parti'nin karşısında muhalefet siyaseti değil, "yıkım, Yassıada siyaseti bulunduğunu" söyleyen Çelik, şöyle devam etti:

"Bunun ne olduğunu biz çok iyi biliriz, bunun yöntemlerini çok iyi biliriz, bunun kendini güncelleme biçimlerini çok iyi tanırız. Bununla mücadele etmek konusunda da son derece yüksek bir mücadeleye sahibiz ve bu mücadeleyi de veririz. Arzu edilen şey şudur. Keşke bunları konuşmak ve tartışmak zorunda kalmasak. Keşke karşımıza siyasi akılla, gerçek siyasi argümanlarla, gerçek siyasi üretimle gelen bir muhalefet olsun. Ama siyaset üretemiyorlar, siyaset üretiminde ortaya çıkan cari açıklarını bu şekilde bir hakaret siyasetiyle kapatmaya çalışıyorlar. Siyaset üretimi, demokratik siyasete katkı konusunda büyük bir cari açığa sahipler. Bu açık giderek büyüyor, bunun altında kalıyorlar. Bu cari açığı herhangi bir yıkım siyasetiyle, kaos, Yassıada siyasetiyle kapatmaları mümkün değil."

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Siyaset Haberleri