Bu yazımı, 20 Temmuz 1974 Kıbrıs Barış Harekatının 46’ncı yıldönümünün öncesine yetiştirmek istiyordum ancak kısmet olmadı. Ayşe’nin tatili öncesine yetişemedim. Bu harekatta şehit düşen askerlerimize Allah’tan rahmet diliyorum. Barışı tesis etmek ve adada yaşayan soydaşlarımızın güvenliğini sağlamak üzere Kıbrıs’a ayak basmıştık. Ancak bu tarihten günümüze kadar meydana gelen hadiselere baktığımızda; bir kısım çevrelerin, 1974’ün bedelini bizlere ödetmeye çalıştığını görebilirsiniz. Tabi ki her şeyi 20 Temmuz’a bağlayamayız. Ancak bu olay, gerektiğinde, sağımızın solumuzun belli olmadığını gösteren açık bir delil olarak görülmüştür. Sonraki iç ve dış gelişmelerde karşılaştığımız olgular; bir kısım aktörlerin istem dışı saydıkları siyasi ve askeri reflekslerimizin önüne geçme amacını taşıyan örneklerle doludur. Bu kapsamda, 15 Temmuz’a kadar gelinen süreci de bu şekilde değerlendirebiliriz.
15 Temmuz, siyasi tarihimizde önemli bir yer işgal etti ve etmeye de devam edecek. FETÖ denilen bu yıkıcı faaliyet örgütü, şimdiye kadar görmediğimiz türden bir yapıyı teşkil ediyor. Bu yapının mutlaka çözülmesini sağlamak zorundayız. Başka çaremiz yok. Ancak çözülmesindeki sıkıntının, bu konuda ortaya konulmaya çalışılan iradenin bizatihi kendisinden kaynaklandığını düşünüyorum. İrade kavramını tek yönlü düşünmemek gerekir. Bu irade, iktidar ve muhalefetin bu konudaki ortak iradesi olmalıdır.
Bu kalkışmanın evveli ile sonrası arasında oluşan çelişkiler; o gün gerçekleşen olayın sebep ve sonuç ilişkilerinin analizini de zorlaştırıyor. 17-25 Aralık öncesinde siyasi iktidarın bu yapıyla olan siyasi beraberliğinin, ki bunu açıkça beyan ediyorlar; kalkışma sonrası alınan önlemlerde ve yargılamalarda sıkıntı yarattığı görülüyor. Bu nedenle meselenin bütününde gösterilen resmi tepkiler, kamuoyunu tatmin eder gözükmüyor. Diğer yandan ana muhalefetin, daha olayın ilk sıcaklığından itibaren ortaya koyduğu ‘‘kontrollü darbe’’ iddiasının da gerçeklerle bağdaşmadığı görülüyor. Kalkışma öncesi bu örgütün basın yayın kuruluşlarına gösterdikleri hassasiyet de işin cabası. Sonrasında oluşturulmaya çalışılan Yenikapı ruhu da kar etmedi. Ortak iradedeki sıkıntı, bu örgütün dış bağlantılarının kesilmesinde de sorun yaratabilecek bir potansiyeli oluşturuyor. Tabi ki bütün bu olanlar, elbette terör örgütünün işine yarıyor.
Bu yıkıcı faaliyet örgütü, Türkiye’ye çok zaman kaybettirdi. En baştaki hatalı yaklaşım ve değerlendirmeler, hepimize çok pahalıya mal oldu.
Eskiler, uzmanlıklarına bağlı olarak ortaya koyduğu fikir ve yargılarla, topluma yön gösteren kişilere hikmet sahibi ya da bilge kişi derlerdi. Toplum içinde bu öyle kolay söylenen bir şey de değildi. Fikir sahibi olabilmek, bilgi sahibi olmakla eşdeğerdi. Sonraları bu bozuldu. ‘‘Muhterem Hoca Efendi’’ illüzyonu ya da ‘‘kanaat önderi’’ saçmalıklarıyla, hikmet sahibi insan manzumesi bir anda bambaşka bir şeye dönüştü. İnsanların dış çevreden aldığı bilgileri kendi zihninde değerlendirmesini engellemek maksadıyla, bu sözde sıfatlardaki karanlık kişiler devreye sokuluyordu. Sonraki safhalarda, gerekiyorsa, tehdit ve baskıyla kamuoyu susturulmaya çalışılıyordu. Daha ileri boyutlarda ise sahte belge temelinde kurgulanan kumpaslarla hapislere atılabiliyordunuz. Üstelik bütün bu olanlar, herkesin gözü önünde oluyordu. Siyasetin desteğiyle de ayrışma derinleşiyordu.
Kutuplaşma, ülkemizde geçmiş dönemde de sorun olmuştur. Ancak bugün, bu mesele o raddeye vardı ki insanlar artık bir fikri okumak ya da dinlemektense; tarafgir slogan ve söylemleri tercih ediyorlar. Bu ise bizi çıkmaza götürüyor. Dolayısıyla siyasi ikilemlerle birlikte kamplaşma; 15 Temmuz’un analizini ve FETÖ meselesinin kökten çözümünü tabiatıyla zorlaştıran önemli bir faktör haline geldi.
Üstelik, birçok tuhaflıklar da yaşıyoruz.
Örneğin bir dönem televizyonlarda FETÖ’yü yere göğe sığdıramayanlar; şimdilerde, yine aynı ekranlardan FETÖ çözümlemeleri yapıp yerden yere vuruyorlar. Diğer bir tuhaf örnek ise, geçmişte FETÖ’yle mücadele ettiğini ifade eden muhalif kişilerden bazıları, Dz.K.K.lığında uygulanan FETÖMETRE’nin haksızlığa sebebiyet verdiğini söyleyebiliyor. Nedenmiş? Bu sistem, örneğin bir denizciye uygulanırken diğer kuvvet ve kurumlarda uygulanmıyormuş. Uygulananlara haksızlık oluyormuş. Ne olmasını beklersiniz? Eğer bu uygulama, kriptoları açığa çıkarmak üzere bir fayda sağlıyorsa; hukuki veçheleri de dikkate alınarak, diğer kurumlarda da bunun uygulanabilirliğinin sağlanması yönünde tartışılması gerekmez mi? Sonrasında bu sistemin mucidi sayılan Amiral Cihat Yaycı’nın, açılan torpido teli soruşturması ve akabinde yapılan tayin neticesinde, istifa ettiğini hepimiz biliyoruz.
Diğer taraftan, iddia edilen FETÖ borsası ile FETÖ mücadelesinde ön almış bazı değerli görevlilerin terfi edememesi gibi konular ise işin başka ilginç yönlerini oluşturuyor. Sonra bir bakıyorsunuz; örneğin Türk Tarih Kurumunun başındaki zat, ne ilgisi varsa, pişmanlık yasası mevzuatı ortadayken; kendini pişman hisseden darbeciler için af isteyebiliyor.
Karşımızda sanki sihirbaz Mandrake var ve elindeki kartları sürekli karıştırıp, farklı oyunlar sergiliyor. Biz seyredenler ise ne olduğunu anlayamadan, seçilen sinek ikilinin sihirbazın ceket kolundan çıktığını hayretle karşılıyoruz. Bu durum, sürdürülebilir değil.
Bu kapsamda benim önerim; tartışmaya mahal vermeyecek ölçüde, adil yargılamayı gerektiren tüm tedbirler ile bu örgütle mücadeleyi kalıcı kılacak usullerin devlet tarafından süratle alınmasıdır. Güzel örnekler var ancak bunlar kamuoyunu tatmin etmiyor. Diğer yandan 15 Temmuz sonrası, askeri eğitim ve sağlık sistemine getirilen düzenlemelerin yeniden değerlendirilmesi gerekiyor. Kamudaki tasarrufların da muhaliflere karşı kullanılıyor görüntüsünün bertaraf edilmesi lazım. İlgisiz sayılabilecek birçok insanın mağdur olmaması için gereken tedbirlerin alınması gerekiyor.
İşin bir diğer yönü ise, dış gelişmelerdir. Libya, Doğu Akdeniz ve Suriye’deki askeri varlığımız devam ettikçe; çevremizdeki dış baskı, gün geçtikçe artmaya başlamıştır. Baskının şiddeti, her bölgede farklı olmakla birlikte; şimdi de Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki çatışmalar bir anda patlak vermiştir. Bu anlamda dört bir yanımızda sıkı bir siyasi ve askeri mücadeleye girmiş durumdayız. Ekonomimiz zorda. Dolayısıyla, içerdeki ikilemlere bir son vermek zorundayız.
Sonuç itibarıyla, dışarıda bütün bunlar olurken; içeride en büyük güvenlik sorunlarımızdan biri olan bu FETÖ konusunun kökten halli yolunda, idari, hukuki ve güvenlik boyutunda tüm tedbirlerin layıkıyla ve zaman geçirilmeden alınması gerekmektedir. 1974 yılı ve sonrası daha açık bir şekilde beliren oyunlar, bugün farklı şekillerde de olsa, halen devam etmektedir.
Kaynak: 15 Temmuz - Alp Kırıkkanat