Büyük zaferimizin 97’inci yıl dönümünde ne kadar göğsümüz kabarsa azdır. Büyük Atatürk, zafere erişimi sağlayan büyük taarruz sırasında o kendinden emin ve kararlı tutumunu; zaferden iki yıl sonra Dumlupınar’da yaptığı bir konuşmada şu şekilde ifade ediyor:
‘‘…Arkadaşlar!
Saat ilerledikçe gözlerimin önünde gelişen manzara şu idi: Düşman başkomutanının şu karşıki tepede son gücüyle çırpındığını görüyor gibiydim. Bütün düşman alanlarında büyük bir heyecan ve telaş vardı. Artık toplarının, tüfeklerinin ve mitralyözlerinin ateşlerinde sanki öldürücü kabiliyet kalmamıştı. Bu ovadan, kuzeyden ve güneyden birbirini izleyen vurucu hatlarımızın, batışa yaklaşan güneşin son ışıklarıyla parlayan süngüleri her an daha ileride görülüyordu...’’
Askerinin başında, bahane üretmeyen ve savaşın durumunu gözüyle görmek için heyecan ve istekle tepeden tepeye koşan böyle bir komutan karşısında karşı tarafın kazanma şansı olmasa gerek. Böyle durumlar, artık karşınızdakinin size ne yapabileceğini değil sizin ona ne yapacağınızı öne çıkarır. Nitekim, Yunan baş komutanı General Trikopis esir alınmış, düşman bozguna uğratılarak, kati sonuca gidilmiş ve zafere ulaşılmıştır.
Bugün özgürlüğümüzü kazandığımız o savaş alanlarını gezdiğimizde ve şehitliklerimizi ziyaret ettiğimizde; gözlerimizin dolmaması imkânsız. Kimi zaman bir çoğumuz, o gün düşmana karşı gelen ordumuzun içinde görev yapan bir asker gibi hissederiz kendimizi. Yaşadıkları zorlukları zihnimizde hayal etmeye çalışırız. Gurur duyarız onlarla, dualarımızı eksik etmeyiz…
30 Ağustos 1922 yılında kazanılan bu zafer; sadece salt askeri bir başarı değildir. Diğer yandan bu zafer, çağdaşlık yolunda başarılı olunması için ilk adımların atılması yönünde de önemli bir başlangıç olmuştur. Bu zaferin jeopolitik sonuçlarının yanı sıra ekonomik ve sosyal uyanışımızı tetikleyen ve bu sayede toplum hayatımızı şekillendiren neticeleri olmuştur.
Nitekim büyük Atatürk, Kurtuluş Savaşı sonrası, 30 Ağustos 1924 yılında Dumlupınar’da yaptığı konuşmada, Türk milletinin büyük zaferden daha önemli bir görev peşinde olduğunu bildirmiştir. Büyük zaferden daha önemli bir görev ne olabilir? Atatürk bunun cevabını, başta ekonomik olmak üzere her yönden kalkınma olarak açıklamıştır. Tabi bunun olabilmesi çağdaş bir toplum olmamızla doğru orantılı olacaktır. Atatürk, çağdaşlık yolundaki başarının yenilenmeye bağlı olduğunu ifade etmiştir. Dünyada o dönemin ilmi gelişmeleri karşısında, ekonomide, bilimde ve sosyal hayatta, gelişmenin ve başarılı olmanın gerekliliğini vurgulamıştır. Başka kurtuluş savaşlarının olmaması ve vatanımızda daha müsterih bir şekilde yaşamamız için bu çağdaş gereklilikleri ortaya koymaya çalışmıştır.
O yılların büyük zafer heyecanının sonrasında büyük Atatürk’ün açtığı çağdaş yolun ve birçok konudaki öngörülerinin, bugün de her zorda ya da eksik kaldığımız meselelerde bizlere rehber olması; dünyada her zaman yaşanan değişim ve gelişim gerçekliği karşısında hiç de şaşırtıcı olmamalıdır. Onun öngörülerinin isabetliliği ve gerçekçiliği, bahse konu bu rehberliğin daimî olmasını sağlamaktadır. Onu zihinlerimizden ne kadar silmek isterlerse istesinler, bu niyette olanlar bu nedenden dolayı başarılı olamamaktadırlar.
Atatürk’ün modern değişim ve gelişim beyanlarını, büyük taarruzun başladığı yerden vermesi ise ilginç ve manidardır. 1924’deki Dumlupınar söylevi, onun her konuşması ve eyleminde olduğu gibi, birçok ülke tarafından analize tabi tutulmuştur. Örneğin, dönemin Fransız askeri ataşesinin, konuşmayı basın üzerinden takip edip hazırladığı rapor, Paris Askeri Tarih Arşivi’nde bulunup, ülkemizde geçmiş dönemde akademik çevrelerce yayımlanmıştır. Raporda, Atatürk’ün değişim ve gelişim konusunda ne kadar kararlı olduğu vurgulanmaktadır. Ataşe, ulus egemenliğinin ortaya çıktığını, genç cumhuriyete süreklilik kazandırıldığını ve Türkiye’nin dahili zincirlerini kırarak yabancı boyunduruğunu reddettiğini ifade etmiştir.
Fransız ataşesinin o dönem gözlemlediği değerler, bugün hissettiğimiz ve bizatihi yaşadığımız bütün olumsuzluklara rağmen korunmaya çalışılmaktadır. Bu konuda, maalesef kutuplaşmaya varacak kadar bir kısım siyasi ayrışımlar içinde olunduğu bir gerçektir. Bu anlamda yaşanan kutuplaşmalar ülkemize zarar vermektedir. Buna çok dikkat etmemiz gerekir. Atatürk’ün Dumlupınar konuşmasında, milletin azim ve iradesi kırılmadıkça o millete hükmetmenin imkânın olmadığını ifade etmesi boşa söylenmiş bir söz değildir. Aslında ne kadar farklı olursa olsun insanlar, aşırı radikal olanların dışında, gerçekte bu ülkeye ait olan birçok yemekte, müzikte, tuttukları futbol takımında ya da duygusal çoğu konularda farkında ya da olmadan bir araya gelebilmektedirler. Bu da bizim güzel hasletlerimizden biridir. Bu vatanı vatan yapan diğer birçok ortak değere de sahip çıkmamız hepimizin yararına olacaktır. Yaşadığımız son 10 yılın acı siyasi tecrübelerinin, bunu bizlere öğretmiş olmasını diliyorum.
Sonuç olarak, 30 Ağustos Zafer Bayramımız ve Atatürk hepimizin en önemli ortak değerleri arasındadır. Bu zafer ve sonrasında elde ettiğimiz cumhuriyetimizin ve kazanımlarının kıymetini bilmek ve yaşatmak zorundayız. Bu coğrafyada yaşamımızın ve uygarlığımızın devamı buna bağlıdır. Bu anlamlı zaferi bize hediye eden, ebediyete göçmüş başta Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları olmak üzere tüm şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyor, milli birlik ve beraberliğimize darbe vurabilecek her türlü ayrışmaların ve sorunların bitmesini temenni ediyorum.
Kaynaklar:
http://www.atam.gov.tr/ataturkun-soylev-ve-demecleri/dumlupinarda-konusma
(29 Ağustos 2019)
Yavuz, Ünsal, Doç.Dr., ‘‘Mustafa Kemal’in 30 Ağustos 1924 Tarihli Dumlupınar Söylevi ve Bir Fransız Belgesi’’, http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/45/803/10244.pdf (29 Ağustos 2019)
Kaynak: 30 Ağustos Zafer Bayramımız ve Atatürk - Alp Kırıkkanat