Diyanet'in otobüs molalarının namaz vakitlerine göre ayarlanmasına yönelik fetvası sonra Fatih Altaylı'dan olay bir yazı geldi.
Altaylı'nın bugünkü "Diyanet’ten İçişleri'ne talimat dönemi" başlıklı yazısı şöyle:
Memlekette Diyanet idareyi ele almış görünüyor.
Son olarak bir fetva ile İçişleri Bakanlığı’na talimat yağdırmışlar.
Şehirler arası otobüslerin mola zamanlamalarını, namaz vakitlerine göre ayarlamalarını istemişler.
Okuyunca kızayım mı, ayıplayayım mı, üzüleyim mi bilemedim.
Yaklaşık 25 yıl öncesine gittim.
O sırada Çeçenistan’ın Devlet Başkanlığı görevini ve Rusya ile savaşı yürütmekte olan Cahar Dudayev ile röportaj yapmak üzere Çeçenistan’a gitmeye çalışıyordum.
Bir grup farklı farklı ülkelerden gelmiş 20 kadar cihatçı ile kaçak yollardan Dağıstan’a girmiş, oradan da gizlice Çeçenistan’a geçmeye çalışıyorduk.
Yanımda Sevgili dostum, o sırada Teke Tek’in yapımcılığını üstlenmiş Fatih Aksoy da vardı.
Hayli maceralı, hayli zorlu bir yolculuktu doğrusunu isterseniz.
Cihatçı yol arkadaşlarımız Bosna’da, Afganistan’da savaşmış gruplardan geliyorlardı.
Günler süren yol boyunca en önemli tartışma konuları beni Cahar Dudayev’le görüşmeden önce mi, yoksa sonra mı öldürmeleri gerektiği idi. (Orada hayatımı kurtaranın İHH Başkanı Bülent Yıldırım ve rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu olduğunu yıllar sonra öğrendim.)
Bu yolculuk sırasında bir gece Rus askerleri tarafından fark edildik ve peşimize düştüler.
Biz de gece karanlığından yararlanarak dağlarda izimizi kaybettirmeye çalışıyorduk.
Tellerle donatılmış üzüm bağları içinden ve sürülmüş tarlalardan gece kaçmaya çalışmanın ne demek olduğunu anlatamam.
Rus askerleri ve iz sürücü köpeklerinin havlamaları peşimizde, biz onların birkaç kilometre önünde.
Ve tam o sırada gün doğmaya başladı.
Bizim cihatçılar birdenbire durarak sabah namazı kılmak için hazırlığa başladılar.
Ben de panik halinde “Durmayalım yakalanacağız” diye yanlarına gittim.
Özellikle Türk cihatçılar çok kızdı.
Benim gibi bir kafirin bu konuda konuşma hakkı yoktu. Namaz kılamadıktan sonra savaşa gitmenin ne önemi vardı.
Ben ise hala “Seferi sayılırsınız. Kurtulunca kaza edersiniz” diye anlatmaya çalışıyordum.
Ve birdenbire cihatçı grubun en saygın adamı gibi görünen ve herkesin lafını dinlediği Lübnan’da imamlık yapan ama aslen Suudi kökenli olan iri kıyım arkadaş devreye girdi.
Yolculuğun başından beri ağır başlı, bilgili haliyle dikkatimi çekiyordu. Yanında cihatçı olarak yetiştirmek istediği 14 yaşındaki tombik oğlu da vardı ve bir dereyi geçerken çocuğun suya kapılmasını ben engellemiştim.
Herkesi topladı ve “Haklı. Hem seferiyiz hem de bir amacımız var. Bu durumda namaz kılmayabiliriz. Namazın kazası her zaman mümkün” dedi.
Ve sayesinde yola devam ettik.
Yani diyeceğim o ki, tereciye tere satacak halim yok ama İslamiyet kolaylık dinidir.
Anlayacağınız dilde söylemek gerekirse eğer, “Meşakkat teysiri celbeder” yani “Zorluk kolaylaştırmayı gerektirir” ya da “Bir iş dik oldukta müttesi olur” yani dar ve sıkıntılı olduğunda genişletilir.
Hadi artık laiklik falan hak getire de, en azından seferilik diye bir şey vardır. Fıkıhta yolcuya kolaylık sağlamak esastır.
Tabii asıl amacınız pek yakında her otobüse bir imam mecburiyeti getirip istihdam sağlamak değilse eğer.