Son dönemde yerel piyasalarda yaşananlar, Amerikalıların çok kullandığı “counter-intuitive”. Benim tercümem ile, ‘eşyanın tabiatına aykırı’ unsurların ortaya çıkmasıdır.
Döviz kurlarının her gün yeni rekorlara koştuğu bu dönemde, “pes vallahi bu seviyeden de yukarı gitmez” dediğimiz gün sonu kapanışları, saymakla bitmez hale gelmiştir.
Bugün Ngazete’deki ilk yazım. Siftah da sizden olsun değerli okurlar. Çok nazik daveti için Nuray Hanım’a şükranlarımla konuya geçeyim.
Döviz kuru arttıkça, enflasyonun ithal girdiler nedeniyle artacağı endişesine, dış politik riskler de eklenince durum, ‘ kaçın duvar çöküyor’ paniğine doğru gitmektedir.
Enflasyon denince, ülke olarak iyi hatıralarımız yok. Ancak, Türk halkı enflasyonla yaşam konusunda tecrübeli nadir milletlerden biridir.
Yıllık enflasyonun %15’lerde olduğu bir ortamda, BIST100’deki hisse senetlerinin büyük çoğunluğu TL bazında %30 hatta %50’lere varan değer kaybına uğradı. Buna USD değerleme açısından bakarsak, sanki geçen yıl Türk şirketleri para basıyorken bugün de, ‘ yandı- bitti -kül oldu’ gibi bir fiyatlamaya sahiptir. Bu durumda da sorulması gereken şudur:
Ya geçen seneki hisse fiyatları anlamsızca yüksekti veya bugün dolar bazında anlamsızca düşük.
‘Hangisi doğru acaba?’ sorusuna cevap için bazı olgulara birlikte bakalım:
Malumunuz bizi itinayla teğetlemiş olan 2008 global mali krizinde bile, o zamanki adıyla IMKB’nin toplam değeri 118 milyar seviyesinde dip yapmıştı.
O günden bugüne köprünün altından çok sular aktı. FED, ECB ve gelişmiş ülkelerin diğer Merkez Bankaları güya, ‘ dünya ekonomisini kurtarıyoruz’ söylemi ile piyasaya para sürdü. Döviz bollaştı ve Türkiye de diğer gelişen ülkeler gibi bundan faydalandı.
Gün geldi, FED ve şürekâsı , ‘artık biz tamama erdik, şimdi dağıtılan paraları geri toplamaya başlayalım’dedi ve faizleri yükseltmeye başladılar. Gelişen ülkeler için bu balayının sonu demekti. FED ve şürekâsı, bu girdikleri yolu dikensiz mi geçecekler onu da göreceğiz. Çünkü Merkez Bankaları için para genişlemesi, şişeden çıkan cin gibidir. Sanırım ona şişeden çıkan Çin desek yerinde olacak. Bu da başka bir yazı konusu olsun. Şimdi bugünkü konumuza dönelim.
2008’de değeri 118 milyar dolar olan IMKB’ye, 10 sene sonunda baktığımızda BIST100 hisseleri toplam 110 milyar dolar seviyelerinde dolaşıyor. Yani 2008’den bu yana dünyadaki para hacmi, nerdeyse iki katına çıkmış. Hadi onu da geçelim doların kümülatif enflasyonunu bile hesaba kattığımızda BIST100 bu fiyatlamayı hak etmediğini görüyoruz.
Apple firmasının hisse senedi piyasa değeri 1 trilyon doları geçiyor. Ama bizim milyonlarca çalışanı olan, kelli felli yönetim kurulu üyeleri olan, üreten, çalışan, dünyada 100 milyonlarca alıcıya mal veya hizmet satan hatta ar-ge bile yapan en büyük 100 şirketimizin hepsinin piyasa değerini üst üste topladığımızda bir Apple’ın 10’da biri ancak ediyor. Peki bu haksızlık değil mi?
Haksızlık olabilir. Ancak kapitalist yatırımcının kafasında, ‘ kim haklı kim haksız ‘ bakış açısı bulunmaz. Yeni dijital çağda “algı ve beklenti” büyük oranda piyasa kafasını ve bakışını belirler.
Önce ‘ algı’ kısmını ele almak gerekirse; yurt dışından görünümü iyileştirecek önemli işler yapmak şart. Bu noktada herkesin üstüne düşen görevler var.
Siyasetçilerimizin, iç politikaya dönük ‘ ekonomik saldırı altındayız ‘mesajlarından başlamak doğru olur. Unutmamak gerekir ki, dijital çağda her söylenen anında tercüme edilip dünyanın her tarafında haber yapılıyor.
Uluslararası yatırımcı ise, yatırım yapacağı ülkede öncelikle rasyonel olunmasını arar. ‘Ekonomik saldırı altındayız’ söylemlerinden ziyade, soğukkanlı şekilde rasyonel olgularla, Türkiye’nin ekonomik değerinin bu olmadığının ve yatırımdan kaçanların aslında nasıl fırsatlar kaçırdığını anlatmak gerekir.
Öncelikle, yabancı yatırımcıların gidişat konusundaki olumsuz beklentilerinin, açık ve net rakamlarla yanlış algıların da sonucu olduğu anlatılmalı. Türkiye’nin kamu borcunun birçok AB ülkesinden daha iyi durumda olduğu gibi mesela.
Öte yandan, dillere pelesenk olmuş özel sektör borcu hakkında aydınlatıcı bilgiler vermek gereklidir. Hisse ismi vermeyeceğim ama BIST şirketlerinin bilançolarını inceledikçe, büyük şirketlerin döviz borçları bu düzeyde fiyatlamayı hak edecek kötümserlik göstermiyor. Evet ciddi bir özel sektör borcu var ancak bunun sektörel ve şirket büyüklüklerine göre dağılımı nedir? Bütün bunları anlatırken bu “algı”yı kıracak küresel dijital iletişim lansmanına çok acil ihtiyaç vardır.
Türkiye için felaket tablosu çizenlerin dijital dünyada sesi daha fazla duyuluyor maalesef.
Tabi her şeyi siyaset kurumundan beklemek de olmaz. Büyük özel sektör kuruluşlarının da üstüne düşen görevler var. Yapılan iyi işlerin, yeni inovasyonların daha geniş yatırımcı çevrelerine anlatacak iletişim ve sosyal medya mecralarının daha etkin kullanılması gerekir.
Yurt dışından örnek vermek gerekirse; daha ortada ürün yokken ( sadece animasyon videolarla) fikrini satıp, milyar dolar yatırım toplayan şirketleri hatırlamakta fayda vardır. Piyasaya beş yıl sonra çıkacak elektrikli arabaya bütünsel dijital pazarlama ve PR ile yüz milyonlarca dolarlık sipariş toplayan şirketler gibi.
Bence, dijital iletişimin nelere kadir olabileceğinin en zirve örneği ; kripto paralardır. Düşünün, ortada ne bir merkez bankası var, ne bir devlet , ne de arkasında bir varlığın olmadığı, tamamen sanal ve sonsuz sayıda taklit yazılımının yapılabileceği kripto paraların toplam değeri 500 milyar dolara kadar ulaşmıştır. İşte bu , yeni çağın “algı ve beklenti” gerçeğidir. Sosyal medya ve sonrasında ana akım medyanın da lansmana dahil olmasıyla, 20 bin dolar fiyatla bitcoin satın alanlar bile olmuştur.
Geri kalmamak için yapacak çok işimiz var. Özellikle yurt dışında yaşayan veya yurt dışındaki iş ve yatırım çevreleri ile iletişim halinde olanlarımızın, Türkiye’nin gerçek değerinin bu olmadığını her fırsatta anlatması lazım. Siyasi ayrışmalar artık teferruattır. Şimdi ülkemize sahip çıkma zamanıdır. Çünkü bu hepimizin geleceğidir.
Şu anda tepetaklak BIST fiyatlamaları ve artan dolar sonucu, birçok şirket hissesi yatırım fırsatına dönüşmüş olabilir. Önemli olan, artık imajımızı güçlendirmektir. Dünyada ABD kaynaklı gümrük savaşları başlamışken, Amerika’daki ticareti azalan büyük sanayi kuruluşları için, Türkiye kaybettikleri satış hacminin bir kısmını telafi edebilecekleri ve o yüzden yatırım yapabilecekleri önemli pazarlardan biri haline gelmiştir.
Mesela Uzak Doğulu bir şirket, Türkiye’de pazar geliştirme için paralar harcayıp sonradan rekabete dahil olmak yerine, pazar lideri veya ikincisi bir şirketi geçen seneye göre nerdeyse yarı fiyatına alıp kendisini pazarın iddialı oyuncusu haline getirebilir.
Ülke olarak çekişmeci değil, çekici olma zamanı. Yüce Atatürk’ün “geldikleri gibi giderler” sözünü, şimdi yabancı sıcak para için , “gittikleri gibi gelirler” diye söyleyebiliriz.
Malum dijital çağda her şey çok hızlı ! Bu nedenle de giden para da hızla geri gelebilir. Yeter ki biz, kendi değerlerimizin farkında olalım, sahip çıkalım ve çağın gereklerine uygun daha etkin çalışalım.
Yazarın Notu: Burada yazmış olduklarım kendi fikirlerim olup, çalıştığım kurum veya kuruluşları bağlamaz. Ekonomik analizler yatırım tavsiyesi değildir.