Sanatçı kimliğinin önüne ister muktedirler etrafında ister muhalifler yanında saf tutanlar, tuttukları yeri sanatçılıklarının önüne koyuyorlarsa toplum içinde kendilerine başka bir mesleki kimlik bulsunlar ki çağdaş dünyaya daha fazla rezil olmayalım.
Hiç eğip bükmeye gerek yok. Bir kere bir sanat eserine, sanat gözüyle bakmak için ya sanatkâr ya da entelektüel bir kimliğe sahip olmak gereklidir.
Cemal Süreya’nın dediği gibi “Politikacının sanatı basit bir vida gibi görmesi doğaldır. Haklıdır da politikacı kendi yönünden.
Ama sanatçı, sanatını böyle görüyorsa, artık o sanata ondan hayır gelmez.” Sadece politikacı için değil, tüccar, din adamı, hatta kısmen gazeteci için de bu durum (eğer bu mesleki kimlikleri onlar için birincil ise) geçerlidir.
Sıkıntı burada sanata ve sanatla ilgili faaliyetlere dâhil olan kişilerle başlar. Eğer bu kişiler bu tarz faaliyetlerde siyasi garazlarını ön plana çıkarıyor/ sanat telakkilerini günlük siyasetin işportasına sokuyorlarsa orada bir sıkıntı var demektir.
Okan Bayülgen’in Diriliş Ertuğrul dizisini bir törende kendince garazlı bir üslupla ironize etmesini psikoloji ve kültür tarihi bağlamında etüt ederken de bu düşüncelerden yola çıktım
O zaman bizim katarlının gazetesi, Açık Görüş ekinde yayımlanan bu yazıyı sürmanşetten vermişti.
Payitaht Abdülhamid dizisine gelince, tarihi gerçekliğe uygunluğu sanatın meselesi olmamakla beraber oradaki Sultan Abdülhamid’in ses tonundan tutun, aile hayatına kadar bizim bildiğimiz ya da öğrendiğimiz Abdülhamid ile ilgisi olmadığı gibi yeryüzünde de böyle bir insan olamaz.
Bir kere bu, hem bilime, hem insanın doğasına hem de Adetullah’a aykırı bir durumdur. Tıpkı tarihi konu alan diğer yapıtlarda idealize edilen tarihi şahsiyetler gibi… Abdülhamid’in bağlam ve muhitinin de o dönemde bazı şahsiyetlerin etrafında makaslanması da düşünen akla “hangi Abdülhamid” sorusunu tekrar tekrar getirir.
Bununla ilgili teferruatı bir ulusal gazetede yazmıştım. Dolayısıyla ikonlaştırılan şahsiyetler etrafından güncel siyasi mesaj vermek yeni değildir. Ticareti ya da vida muamelesi yapılan tek şahsiyet de Abdülhamid değil.
Ömrü “akıl” “bilim” “pozitif düşünce” “laiklik” gibi kavramları tahkim etmekle geçmiş Mustafa Kemal Atatürk ile ilgili bir kitabı huşu içerisinde iki bin liraya Pazar yapmak ve bundan bir mistizm çıkarma da farklı bir entelektüel (!) faaliyettir.
Yazı başlığını da konu ile alakalı Taha Akyol ve merhum üstat Attila İlhan’ın kitaplarından esinlenerek koyma nedenimiz de anlaşılmıştır umarım.
Buraya kadar anlattıklarımız siyasiler ve tüccarlar için mazur görülen kısım. Ama bu değerler meta haline getirilirken bu işin senaristi, yapımcısı, oyuncusu nerede?
İşte sanat ve edebiyatın meselesi budur. O yüzden sanatçı kimliğinin önüne ister muktedirler etrafında ister muhalifler yanında saf tutanlar, tuttukları yeri sanatçılıklarının önüne koyuyorlarsa toplum içinde kendilerine başka bir mesleki kimlik bulsunlar ki çağdaş dünyaya daha fazla rezil olmayalım.
Zira tarikatçı ve cemaatçinin sanatı, kendine öğrenci kafalamak için görmesi, politikacının vida/değnek olarak görmesi, tüccarın sermaye olarak görmesi doğallığı, içine, sanatçının ve entelektüelin kendini/sanatçı kimliğini/ eserini bu çeşit güruha menfaat hatırına peşkeş çekmesini almaz. Alsa da sindiremez.
ONUR AKBAŞ
onurakbastde@gmail.com