Sadullah Özcan
Cumhurbaşkanlığı Sistemi’ne geçilmesinin ardından ilk Belediye Başkanlığı seçimlerini 31 Mart’ta gerçekleştirecek. İttifakların önünü açan bu sistemin uygulamasını 24 Haziran’da gördük. Cumhurbaşkanı’nın seçilmesi için gerekli %50+1 oya dayandığından ve siyasi partilerin milletvekili çıkarması için %10 barajı devam ettiğinden ittifakların yolu mecburen açılmış oldu. Oluşan ittifaklar dâhilinde artık sadece seçilecek Cumhurbaşkanı’nın %50’yi geçmesi değil üstünlük sağlamaları için ittifaklarında %50’nin üstüne çıkması zorunlu hale geldi.
Cumhurbaşkanlığı Sistem’in de sadece Başkan’ın %50 ile seçilmesi yetmiyor artık. Aynı zamanda kurulan ittifak bloklarından birinin veya sadece bir partinin Meclis aritmetiğinin de %50 oranını geçmesi gerekiyor.
Parlamenter sistemde aldığınız oyun oranının ne kadar olduğunun öneminden çok birinci veya ikinci gelmeniz yeterli oluyordu. Bu ülke %22 oy alan DSP’nin ve %21 oy alan RP’nin kurdukları Hükümetleri gördü. Hatta %11’ler ile azınlık Hükümeti kuranlarını da gördü.
Parlamenter sistemde partilerin oy tabanlarından çok rakiplerinin geride kalmaları konusunda stratejiler izlendi. Yani rakiplerinin oy tabanlarını bölmeye yönelik hamleler...
Bunun için el altından siyasi partiler rakiplerinin oy tabanlarını bölmeye yönelik aynı blok içindeki karşıt görüş siyasi yapıları desteklediler. Bu yöntem özellikle 1960’tan sonra bir taraftan rejimin diğer taraftan CHP’nin uyguladığı etkili bir yöntemdir. 1960 ihtilalı sonrası siyasetin parçalı hale gelmesinin nedenlerinden biri budur. 1965’te AP’nin tek başına iktidar olması sonrası bu çizgiye yakın yeni siyasi yapıların filizlenmesine neden olmuştur. Bir taraftan MNP bir taraftan MHP’nin AP çizgisinin bazı renklerine oturmasını tek başına iktidarları önlemek için yapıldığı şeklinde yorumlanabilir. Bununda yetmeyerek AP’nin bölünmesine kadar gittiği de unutulmamalıdır. Diğer taraftan Güven Partisi, TKP, İşçi Partisi’nin CHP çizgisinin bir kısım renklerine oturması tesadüfî değildir.
1980 sonrası bu siyaset oyununun en önemli örneğini ANAP-DSP ilişkisinde görüyoruz. ANAP’ın kurucuları arasında olan bir dostum yıllar sonra “Biz Ecevit’in DSP’sini SHP’ye karşı ayakta kalsın ve alternatif olarak oy tabanını bölsün diye yıllarca destekledik” demişti. Bu konuda DSP yönetiminde her dönem yer alan Nail Keçili ismi unutulmamalıdır. Yani DSP’nin varlığını sağlayan ANAP’dı. Sonraki aşamada Mesut Yılmaz’ın destek dozunu aşması ile DSP ile ilişkiler daha da güçlenince dengeler değişti. ANAP, DSP’nin iktidar ortaklığına kadar düştü. Buna karşılık RP gerçeği ANAP tabanının bir kısmına oturdu. Bir kısmına ise MHP oturdu.
Yerel seçimlere doğru giderken bugünlerde benzer siyaset oyunlarına tekrar girildiği görülmektedir. Bu sefer tepede kurulan ittifakların bir kısmı tabanda karşılık bulmasında zorluk çekiyor. Aday profilleri ve tabanlar arası tercih skalası seçmeni boşluğa itiyor.
İttifaklarla ortaya çıkan boşluklar rakiplerin tabanları bölmeye yönelik hamlelere dönüştü. Bu nedenle siyaset sahnesinde varlığı unutulmakta olan partiler bir anda boy göstermeye başladı.
DSP’nin son günlerde İstanbul Şişli’de Mustafa Sarıgül ile gündeme gelmesi ve birçok yerde CHP’den aday gösterilmeyen Belediye Başkan Adaylarının DSP’den aday gösterilmesi bana siyasetin eski alışkanlıklara dönüşünü hatırlatıyor. Hem AK Parti’nin hem de CHP’nin bütün seçmen tabanını kucaklamak konusundaki zaaflarını eski yöntem siyaset alışkanlıkları ile kapatmaya çalışmaları kısa vade de etkili olur. Fakat uzun vadede siyaseti daha da parçalayacaktır.
Kalın sağlıcakla…