Uzun sayılabilecek bir tatilden sonra Ankara’ya döndük. Aslında tatil dememem lâzım, yaşamımızın bir kısmını yazlığımızda diğer bölümünü kışlık evimizde geçiriyoruz; her iki evde de aynı sorumluluklar sürüp gidiyorsa da ben bu durumdan pek memnunun çünkü otelleri çok severim ama kısa süre kalmak üzere. İlk gün, ikinci gün ne kadar da mutluyumdur. Üçüncü günden sonra yavaş yavaş evimi özlemeye başlarım.
Eskişehir yolundan Ankara’ya yaklaştığımızda çok katlı apartmanlardan oluşan yerleşim bölgeleri, derken ufak tefek yeşillikler ortasında birkaç çiftlik evi. Onların yanında yan yatmış apartmanları andıran bitişik nizam villalar. Sonra şehre yaklaştıkça estetik kaygı gütmeden yapılmış kimi V şeklinde kimi piramitlere özenmiş birbirinden çirkin çelik yığınları. Büyük şehrin girişi işte böyle olmalıdır.
Derken boz renkli görkemli, estetik kaygı güdülerek yapılmış bir kapıdan geçip kente giriyoruz. Gösterişli yapı buna derim, siz kanmayın ülkemizde şuraya buraya yerleştirilmiş dünya çapındaki mimarların yapmış olduğu muhteşem yapılara, adam cami yapmış minaresi kendinden beş on kat uzun. Cami yapacaksın, minaresi onu gölgelemeyecek, sanki kısa pantolon giymiş ergen oğlan gibi güdük kalacak ki caminin şatafatına gölge düşürmesin; Ankara’da bunlardan birkaç tane var.
Kente doğru ilerliyoruz, battı çıktılarda batıyoruz çıkıyoruz, bir arpa boyu yol almışız. Eviniz girişe yakın bir yerdeyse sorununuz yok demektir. Ne var ki kent içinde ilerlediğinizde, örneğin Çankaya’ya ulaşmak istediğiniz zaman bu kez saçma sapan bir alt geçitle karşılaşırsınız. Saçma sapan, çünkü alt geçitler yolun üstünü de kullanmak için yapılır oysa bu karşınıza çıkan yol, bir önceki belediye başkanınızın dehası yüzünden üstü kullanılmamak üzere yapılmış. Yalnız haksızlık etmemek lâzım alt geçitlerin duvarlarına resimleri yapılmış olan kör kazlar alt geçidi süsler. Bu garibanlar Kuğulu parkın kuğularından mülhem. Boş verin siz gözlerinin olmamasını ya da kuğudan çok kaza benzemelerini. Kazlar da güzel hayvanlardır, kafaları bu sanat eserini yapanlara ilham kaynağı olmuştur.
Yolunuz havaalanı yönünde ise, hele de hava karardığında, o yörede konut olarak kullanılan çok katlı binalar dikkatinizi çeker. Bu yapılar mavi, pembe, yeşil gibi çeşitli renklerdeki ışıklandırılmalarla aydınlatılmış, tövbe Ya Rabbim hangi amaçla kullanıldığı belli olmayan evlere benzer. Eğer bu yönde ilerlerseniz yine size, ben küçük kapı büyük duygusu veren bir kapı sizi karşılar. Yol üstündeki o görkemli Arabesk yapılar, suyu akmayan şelâle kayaları, ve Melih Gökçek dehasını sergileyen diğer yapılar gözünüze çarpar. Yalçın Gökçebağ’ın tablolarını anımsatan, yeşillikler arasında öbekleşmiş gecekonduların o sıcacık görüntülerini özlersiniz. Hele de kar yağdığında bakmaya doyamadığınız o güzelim görüntünün ortadan kalkmış olduğunu içiniz sızlayarak fark edersiniz. ama TOKİ leri görmek içinize su serper.
Kaldırımlar gereksiz, o nedenle ha bire küçültülmüşler. Öyleleri var ki iki kişi karşılaştı mı biri diğerine yol vermek için kenara çekilmek durumunda kalıyor. Onun yerine caddeler genişletilmiş. Büyük şehirlerde küçücük caddeler olacak değil ya. Şehrin ortasına serpilmiş sevimli parklara da gerek yok. İnsanlar soluklanmak isterlerse kaldırım kenarındaki binaların olmayan bahçelerinin duvarlarına ilişip pekâlâ simitlerini açlıkla yiyebilirler; tabii simit alacak paraları varsa.
Toplu taşımacılık belirli bir kesim için vazgeçilmezdir. Bunlarla ulaşım insanları birbirine yakınlaştırır; duygusal olarak değilse bile fiziksel olarak.
Evimize Çankaya üzerinden gitmemiz gerekir. Yol yorgunuyuz falan ama yine de tepeden Ankara’mıza bir göz atalım dedik. Dağ taş bina. Arada bir ağaç falan gözünüze çarptığında konut sorununa ihanet edilmiş olduğunu görüyoruz. Havalar soğuduğundan bazı kesimlerin cömertçe dağıtmış olduğu kalitesiz kömürle ısınmaya çalışan evlerden çıkan duman karşıları griye boyamış. Gri güzel bir renktir, her kente yaraşır.
Meydanları olmayan büyük şehir olamaz diye düşünmeyin. Meydanlar hıyanet noktalarıdır. Nankör insanlar buralarda toplaşıp darbe girişiminde bulunabilir, zehirli düşüncelerini etrafa yaymaya çalışır. Ama neyse ki şerefli polislerimiz buralarda toplaşan ne idüğü belirsizleri (bunların başka bir ismi var ama ben unttum)bertaraf etme gücüne sahiptir.
Ankara’nın keçileri meşhurdur; güzelim heykellerine sık sık rastlayabilirsiniz. Başka heykele ne gerek var.
Ankara, Ankara güzel Ankara derler ama bu söz eskilerde kaldı. Şimdi bizlere Ankara, Ankara nereden düştüm yine buraya dedirtiyor.
Çocukluğumdaki, gençlik yıllarımdaki Ankara’yı özleyerek kışlık evimize ulaştık. Evim evim güzel evim…