Son bir haftadır milli egemenlik adına Türkiye’nin zorlu günlerinde zaman kazanmak için imzaladığı Lozan ve Montrö anlaşmalarının devamı konusunda birileri kıyameti koparıyor.
Dışarıdan görende sanacak ki milli egemenlik aşkı ile bu çıkışlar yapılıyor. Doğru içlerinde büyük çoğunluğu bu aşkla sürüye katılıyorlar. Tıpkı FETÖ tabanı gibi. Samimiyetinden şüphe etmezsiniz ama sürü körlüğüne katıldığında nasıl kullanıldıklarını da anlayamazlar.
Bu yazıda fırtına koparılan bildirilerin içeriklerine girmeyeceğim. Lozan Anlaşması ve Montrö Anlaşmaları üzerinden bir anlaşmanın bir ülkenin milli egemenliğini nasıl etkilediğinden söz etmeye çalışacağım.
Öncelikle anlaşma nedir? Bunun cevabını bilmek lazım. Anlaşma kısaca her hangi bir konuda tarafların menfaat ve çıkarlarına imkânlar dâhilinde garanti sözleşmesidir. Başka bir açıdan ise bir konuda tarafların bazı fedakârlıklarda bulunarak çıkar ve faydalardan yararlanmasıdır. Birçok tarifi sıralanabilir.
Her anlaşmada mutlaka bir paylaşım vardır. Her paylaşımda ise bir kaybeden bir kazanan vardır. Onun içinde zaten anlaşma tarafları diyoruz.
İşte Lozan ve Montrö Anlaşmalarına farklı açılardan bakmak gerekecektir. Şunu peşinen söylemekte fayda var. Bugünün gözü ile baktığımızda Lozan ve Montrö Anlaşmalarını o zamanın şartlarında büyük kazanım olarak görenlerdenim. Hatta Lozan Anlaşması konusundaki ‘Lozan Zafer mi hezimet mi?’ tartışmalarına verdiğim tek cevap “Yapıldığında zaferdir, ama bugün devam etsini istemek hezimettir” cevabını veririm.
Neden? Çünkü imzalanırken ölüm-kalım mücadelesinde hayatta kalıp soluk alıp-vermek zorunluluğumuz vardı. Yaşamak zorundaydık. Onun içinde bize yeterdi. Öylede yaptık. Ama bugüne geldiğimizde Lozan Anlaşması Türkiye’nin eskiyen bir elbisedir. Dar geliyor ve yırtılmıştır. Yama tutmamaktadır.
Şimdi Lozan ve Montrö anlaşmaları neyi içeriyor? Düşündük mü? Lozan Anlaşması bütün Türkiye’nin sınırları dâhil ekonomisi askeriyesi ve Cumhuriyetin işleyişini ilgilendirmiyor mu? Hem de en küçük detayına kadar. Montrö Anlaşması neyi kapsıyor? Çanakkale Boğazı, Marmara Denizi ve Karadeniz Boğazı(İstanbul Boğazı). Her ikisi de Türkiye’nin direk milli egemenlik alanlarını kapsamıyor mu?
Ama bu anlaşmayı biz kiminle yaptık. İçlerinde sadece Yunanistan’ın dışında komşumuz bile olmayan 11 devletle. Montrö Anlaşması’nda da durum aynı değimli?
Şimdi soralım bu anlaşmalar kimin toprağı ve kimin suları üzerindeki haklar için yapılıyor? Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin değil mi? Başka bir ülkenin egemenliğindeki kara parçası ve deniz suları var mı masada? Yok.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti 1936’da fırsatını bulur bulmaz Lozan ile silahsızlaştırılan askersizleştirilen Boğazlar ve Marmara denizinde egemenliğinin sadece bir kısmını geri almıştır. Bu da şunu gösterir bugün arkasına sığındığınız Mustafa Kemal Atatürk fırsatını bulur bulmaz Lozan’dan kurtulmanın yollarını kollamış, Montrö bunun ilk örneğidir.
Bulduğu ilk fırsatta paçavraya döndürmek niyetinde olan Mustafa Kemal Atatürk’ün adını kullanarak bu iki anlaşmayı kutsal metin gibi darbe tehditleri ile savunmaya kalkmak hainlik demeyeceğim ama ahmaklıktır. Emperyalistlere hizmetkarlık olur.
Biz bu kadar kendilerine değer verilmesini isteyen tecrübelilerden şunu beklerdik. Hem Lozan Anlaşması için hem de Montrö Anlaşması için bir an önce kurtulalım ki Türkiye Cumhuriyeti’nin mutlak milli egemenliğinin üzerindeki ve başka ülkelere söz hakkı tanıyan bu anlaşmaları yırtıp atalım.
Şu unutulmasın benim toprağım, benim sularım, benim havam, benim eğitimim, benim kültürüm benim sosyal hayatım üzerine yapılan en küçük anlaşma paçavraya dönene kadar mutlak milli egemenlikten söz etmek imkânsızdır.
Burada ekonomik bağımsızlık bunlarla beraber başka bir öneme sahiptir ki zaten yukarıdaki konuların en önemli ayağını oluşturmaktadır.
Cuma’nın hayrı üzerinize olsun…