Abartılı duygular yaşandığı süreç içinde insanı az da olsa olağan kişiliğinin dışına taşır. Çok âşıksanız âşık olduğunuz insanı dünyanın yeni harikası olarak görür ona karşı bir türlü nesnel olamazsınız. Örneğin ilkokul birinci sınıfta bir oğlana âşık olursanız ve zavallı çocuk bir gün yanlışlıkla altını ıslatırsa herkes dalgasını geçerken siz, ne kadar doğal bir insan, istediği gibi davranıyor diye düşünür çok kişilikli olduğu savunmanızı içinize sindirirsiniz.
Ortaokulda ergen bir kız çocuğu iseniz ve de yeni birine âşık olursanız oğlanın yüzündeki sivilceler size kötü görünmez, elini kolunu nereye koyacağını bilememesi, konuşurken arada bir horoz gibi ötmesi neredeyse hoşunuza gider. Çünkü o genç gönlünüzle yine aşkın büyüsüne kapılmışsınızdır. Aslında verdiğim örneklerle aşkı küçümsediğimi sanmayın. Aşk her zaman güzeldir, adrenalin üretir, libidoyu yükseltir. Âşık olan insan daha bakımlı, daha güzel gözükmeye özen gösterir. Âşık olduğunuz insanla birlikte yaşamaya başladığınızda bu duygunuz doğal olarak körelince yerini sevgi, şefkat ve saygıya bırakabilirse ne mutlu size.
Çok yoğun sevgi duygularını ya da beğenileri de aşk olarak tanımlarız. Güzel bir manzara ya da çok beğendiğiniz bir film için duygularınızı aşk olarak tanımlayabilirsiniz.
Sevmek güzel şey, güçlü bir duygu; aynı şekilde nefret de bir o kadar güçlüdür. Bir insandan ya da bir durumdan nefret edebilirsiniz. Hem aşk hem de nefret şiddetli ve denetilmesi güç duygulardır ancak ikisi de zamanla körlenebilir. Nefretin içinde öfke duygusu da gizlidir. Aşkın tersine neden sonuç ilişkisi ile bağlıdır. Birinden nefret etmeniz için mutlak bir nedeniniz vardır. Sonra, nefretinizi büyütmek ya da baskılamak kişilik yapınızla ilgilidir. Aslında bir anlık nefret duygusuna bir sözüm yok ama bir baba iseniz ya da kendinizi o konuma lâyık görüyorsanız ve hâlâ nefret duygularınızı sürdürüyorsanız siz ilkel bir yaratıksınız. Nefret intikam duygusunu, bu duygu ise bazen vicdansızlığı da beraberinde getirir.
Bir aile babası düşünün; ailenin tüm üyelerine aynı sevecenlikle sarılması gerekir oysa yavrularının hepsinin başına hiç beklemedikleri bir felâket geldiğinde onlara gösterdiğiniz şefkat göreceli olabilir mi? Bazılarına yardımlarını akıtırken öbür çocuklarını görmezden gelebilir mi? Böylesi bir tutum ne akla sığmaz bir yaklaşımdır. Baba babalığını bilmeli, evlâtlarını birbirinden ayırmamalıdır.
Nefretiniz sizi acımasızlığa sürüklememeli. Zor durumda olan bazı yavrularınızı, hem de hiç nedensiz yere, düşmanınız olarak görseniz bile onlara karşı hisleriniz sizi şefkat duygularından soyutlamamalı; yoksa bir baba olarak acımasız bir tiran olarak yorumlanırsınız. Evlâtlar bir gün kendi kararlarını verme konumuna geldiklerinde, al gülüm ver gülüm hesabı hesap sorup babalarını yargılayacaklardır.
Deprem felâketi yaşıyoruz, tüm ulus matemde. Ölenler, göçük altında kalıp kurtarılamadan yemesiz, içmesiz, üşüyerek ölümü bekleyenler; göçük altında kalan yakınları ile ilgili bir haberi elleri böğürlerinde, aç, susuz, donarak gözleyenler. Tuvalet ihtiyaçlarını bile giderecek yer bulamayanlar, Hastanelere ulaştırılmayı çaresizlik içinde bekleyen yaralılar. Bu felâketler içinden Allah organ mafyasına insaf, vicdan versin de özellikle çocuklara, bebeklere musallat olmasalar.
Böylesi bir trajedinin ortasında bütün illere aynı nesnellikle yaklaşmamanın mantıklı bir açıklaması olabilir mi? Unutulmasın ki insanlar büyük acılarla karşılaştıklarında kendilerine yapılanları belleklerinden silemez; kindar olurlar ve böylesi yanlış ve hiç gereksiz yere yapılmış olan negatif ayrıcalıkların elbet acısını çıkaracaklardır.
Mademki fakir bir ülke değiliz tüm sorumlular kendi lükslerinden özveride bulunmalı, yaraları sarmak için devletin tüm organlarını seferber etmeli, yurt dışında birikimleri varsa onları depremzedeler için Türkiye’ye akıtmalıdırlar.
Vicdanlar iflâs etmişse geriye insanlık adına ne kalır ki?
İnsaf ey Müslümanlar, Müslüman geçinenler insaf!