Ankara Merkez Garı olarak bilinen eski garın, tarihi dokusuna yakışır bir Demir Yolları müzesine dönüştürülmesini eminim, benim gibi pek çok kişi arzulardı.
Ancak bu arzu, pek çok tarihi eserle aynı kaderi paylaşarak hayal oldu! Çıkan haberlere göre, Ankara Merkez Gar’ı ve ATATÜRK Orman Çiftliğine ait 555bin metrekarelik alan, Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın kurucusu olduğu Medipol Üniversitesi’ne sessiz sedasız devredilmiş.
İçinde TCDD ikinci bölge binası, kreş, lojmanlar, sanat galerisi ve misafirhanesinin devredilmesini –belki- bir nebze anlayabilirim.
Bağdat Demiryolunun yapımı sırasında, 1892'de yapılmış olan, eski adıyla "Direksiyon Binası" olan Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları Ankara Gar Kompleksi içinde yer almaktadır.
Sormaya korkuyorum! Bu binayı da mı devraldınız Sayın Bakan? Bilmeyenlere hatırlatmak isterim ki:
Atatürk'ün 27 Aralık 1919 tarihinde Ankara'ya gelişinden itibaren Başkomutanlık karargahı ve konutu olarak uzun süre emrine tahsis edilmiş, 1920-1922 yılları arasında alınan en önemli iç ve dış kararlara tanıklık etmiştir.
Kurtuluş Savaşının Hareket planları burada hazırlanmış, 21 Ekim 1921 tarihinde, Fransızlarla yapılan anlaşmanın görüşmeleri ve imza töreni bu binada gerçekleşmiş, 23 Nisan 1920 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin oluşturulması ile bugünün her yıl Milli Egemenlik ve Çocuk Bayramı olarak kutlanmasının kararları bu binada alınmıştır.
Ulu Önder Atatürk'ün aziz hatırasını yaşatmak amacıyla TCDD, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde seçkin bir yeri olan bu binayı yeniden düzenleyerek, 24 Aralık 1964 tarihinde müze olarak halkın hizmetine açmıştır.
Tarihi bir dokunun günümüze uyarlanması dahi kabul edilebilir bir durum değilken, tarihi bir yapının ve arazinin kişisel çıkarlar uğruna bireylere devredilmesini aklım almıyor!
Bu, göz göre göre tarihin yitip gitmesine seyirci kalmak değildir de nedir?
Bir yanda tarihimize ışık tutmuş olan Göbeklitepe ve Troya’daki Kutsal Alan ya da Heraion Teikhos (Hera’nın Şehri) antik kentine ait tedavi merkezi gibi arkeolojik değerlerimiz ortaya çıkarılırken, diğer yanda gelecek nesillere aktarma sevdasında olduğumuz milli değerlerimize sahip çık(a)mamak nasıl bir mantıksızlık, nasıl bir vicdansızlıktır?
Tarihi alanların ortaya çıkarılmasının sevincine paralel olarak yapılan mimari skandallar ise apayrı bir trajedidir.
Sadece birkaç örnek sıralamak gerekirse;
· Antalya Side'de Roma dönemine ait antik tiyatronun içine çocuk bakım ve mescit ile tuvalet olmak üzere ahşap kaplama 2 prefabrik yapı yerleştirildi. Tuvaletin atık su gider borusu ise tarihi eserler üzerinden yaklaşık 60 metre uzatılarak, kanalizasyon hattına bağlandı.
· Şile’de 2000 yıllık bir geçmişe sahip olan Cenevizlilerden kalma Ocaklı Ada Kalesi’nin eski halinden eser yok şimdi. Restorasyon sonrasında kalenin yeni hali çizgi film karakteri Sünger Bob'a benzetiliyor.
· İstanbul Fındıklı’da 1591 yılında, Süheyl Bey tarafından Mimar Sinan'a inşa ettirilen camii, sekizgen planlı ve kubbeliydi.
Restorasyondan sonra ise cam kaplanan ve sekizgen yapısı bozulan camii artık daha çok bir AVM'ye benziyor.
· 12. yüzyılda Bizanslılar tarafından inşa edilen Tekfur Sarayı, Blakernai Saray Kompleksinden günümüze kalan tek saray olma niteliğini taşıyordu.
Bizans dönemine ait olan bu sarayın Restorasyonunda o dönemde olması imkânsız olan ahşap pencereler ve parlak korkuluklar kullanılarak tarihi ve mimari hatalar yapılmasından dolayı günümüzde ne yazık ki daha çok “temalı bir tatil köyüne” benzetilmiştir.
· Anamur Mamure Kalesi 2012 yılında UNESCO Dünya Mirası geçici listesine girmeyi başarınca, Restorasyona alındı.
Geçmişi 3. yüzyıla dayanan 39 kuleli tarihi kalenin Restorasyonu, maalesef günümüz çimentosundan nasibini alınca orijinal dokusunu kaybetti.
· Mimar Sinan'ın son yapıtı olarak bilinen Atik Valide Külliyesi'nin şifahanesi de yapılan Restorasyondan nasibini alarak tanınmaz hale geldi.
Şifahanenin iç bahçesine bakan revakların önü tamamen camla kaplandı ve iç bahçeye otomatik kapılar yapılarak kafeteryaya çevrildi.
· Tarihi MÖ 4. yüzyıla kadar uzanan Bursa İznik'teki Ayasofya Orhan Camii'nin eski tuğla duvarlarına da “Restorasyon” adı altında cam kapı monte edildi.
Aynı zamanda kubbeleri de betonla sıvanan camiinin tarihi dokusuna verilen zarar, tarihe bakış açımızı bir kez daha gözler önüne serdi.
· Dünyanın ikinci büyük mozaik sergileme alanına sahip olan Hatay Arkeoloji Müzesi’ndeki Roma Mozaikleri ise taşınma sırasında büyük bir skandala sahne oldu.
Müzedeki mozaiklerin büyük bir çoğunluğu yanlış restore edilince, eski hali ile yeni hali arasında çok ciddi farklar meydana geldi.
· Doğubeyazıt’ta bulunan ve ilk inşaatı 1685 yılında tamamlanan İshak Paşa Sarayı'nın cam tavanı da bu Restorasyon facialarından biri olarak gösteriliyor.
Sarayı görmeye gelen turistler tarafından da yadırganan şeffaf cam tavan, sarayın tarihi dokusuna aykırı.
Ancak yetkililerin açıklamalarına göre, yapılan bu cam tavan, hem güneş ışığını kırarak tarihi eserleri güneş ışığından koruyacak nitelikte, hem de olumsuz hava koşullarının sarayın tarihi yapısını kötü etkilemesini önleyeceği için yapılmış(!)
· Kaş'taki Antiphellos Antik Tiyatro'nun Restorasyonu sırasında ise tiyatronun zeminini yenilemek amacı ile zemine beton döküldü. M.Ö 1. yüzyıldan kalma antik tiyatro, 28 sırada 4 bin kişi kapasitesine sahip iken, Restorasyon sonrasında ise 26 sıra kaldı.
· Trabzon'daki tarihi Sümela Manastırı'nın 16 yıl süren Restorasyon macerası ise fazladan çıkılan bir kaçak kat ile son buldu.
Restorasyon yerine resmen inşaat yapılan manastırda, kütüphane ve öğrenci odalarının bulunduğu yere kaçak kat çıkıldı.
· Eskişehir'in Seyitgazi ilçesindeki Seyyid Battal Gazi Külliyesi'ne ise Restorasyon sırasında içine bir Amerikan mutfak dahil edildi! Aynı zamanda normalde mermer
olan sütunlar yerine beton sütunlar yapılan külliyeye bir de modern tuvaletler dahil edildi.
· Bursa'nın Yenişehir ilçesindeki Sinan Paşa Külliyesi'ne yapılan ise tüm bu felaketlerin içinde belki de en rezalet olanı! Çünkü 437 yıllık külliyeye Restorasyon yapılırken, yük taşıyan kamyonların girip çıkabilmesi için tarihi duvarlarından birini yıkıp, kapı yaptılar.
· Çanakkale'de bulunan tarihi Apollon Tapınağı'nın Restorasyonu sırasında mermer tozu yüklü tonlarca ağırlıktaki tır, tapınağın üzerine çıkarıldı.
Yetmezmiş gibi, basamakların Restorasyonu sırasında da kullanılan beyaz beton nedeniyle tarihi tapınağın bugünkü görünümünde eski halinden eser yok!
· Şanlıurfa'daki 1200 yıllık Urfa Kalesi, 2013 yılında aşırı yağışlar nedeniyle çökmeye başlayınca Restorasyona girdi.
Ancak Restorasyon sırasında beyaz beton taşlar kullanılınca kalenin bir bölümü aykırı bir görüntüye büründü ve kale böylelikle tarihi dokusunu yitirenler arasına katılmış oldu!
Yukarıda sizlerle sadece birkaç örnek paylaştığım ve bu listenin uzayıp gideceğinden emin olabilirsiniz.
Tarihimizi unutmamamız gerektiğini savunurken, tarihi dokularımızı onarırken bütün dokuyu yok etmekte üstümüze yok!
Bu ülke, “Yıkamıyorsan, o zaman yakarsın” diyeni ile de karşılaştı ve bunu söyleyen kim olduğunu hemen hatırlatayım.
Olay, 1998 yılında geçer… Ulaştırma Eski Bakanı Yaşar Topcu, dönemin İskân Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Ünal Mesci ile Sinop’a gider.
Gerze İlçesi’nin Belediye Başkanı Bakan Topçu'ya, ‘‘Efendim, tarihi evler yüzünden yolları genişletemiyorum.
Evleri de tarihi olduğu için yıkamıyorum’’ şeklindeki yakınması üzerine araya giren Müsteşar Yardımcısı, ‘‘Yıkamıyorsan, o zaman yakarsın’’ demişti.
Bu türden bir sözü devletin yetkili makamı sarf ederek bir Belediye Başkanına kötü örnek olabiliyorsa, değerlerimizin nasıl yok edildiğini fazla da sorgulamaya yer yok gibi görünmüyor mu?
Tekrar başa dönecek olursak, Ankaralıların anılarında kalmaya mahkum edilen tarihi garının, yetmedi ATATÜRK Orman Çiftliği’ne ait 555bin metrekare arazinin de aynı özel bir üniversiteye tahsis edilmesi ile aslında sorgulanacak pek çok şey vardır.
Mustafa Kemal ATATÜRK’ün bireye değil halkına armağan ettiği her karış toprak ve her yapının üzerinde bu ülke halkının hakkı var ise, halkının sorgulama hakkı da doğal olarak olmalıdır.
Bu haktan yola çıkarak yanıtını biliyor olsam da soruyorum size, söz konusu yapı ve arazileri usulca devrederken aklınızın ucundan bizlere sormak geçmedi mi?