Kaldığımız yerden devam edersek, dünya tarihi içinde merkezi coğrafyanın geçmişine bakıldığında, büyük imparatorlukların zaman içerisinde birbirlerinin yerini aldıkları görülmüştür . Bugünkü bölge haritasının kesinlik kazanmasında yaşanan siyasal gelişmeler açısından durum değerlendirildiğinde , yirminci yüzyıla girerken var olan siyasal yapılanmanın çöküşü üzerine bugünkü merkezi alan haritasının ortaya çıktığı da gerçektir.
Dünya Birinci Cihan savaşına doğru sürüklenirken merkezi alanda yer alan Osmanlı ,Rus ve Avusturya imparatorlukları egemenliklerini devam ettirebilmenin çabası içerisine girmişlerdir. Ama batılı emperyalist devletlerin müdahaleleri yüzünden varlıklarını güvence altına alabilecek yeni yapılanmalara yönelemedikleri için , Birinci Cihan savaşı ile birlikte yıkılarak tarih sahnesinden çekilmek zorunda kalmışlardır .
Bu devletler yıkılmamak ve Avrasya coğrafyasında varlıklarını sürdürebilmek amacıyla on dokuzuncu yüzyılın bilgi birikiminden kaynaklanan bazı yeni siyasal açılımları, savaş ya da çatışmalar yolu ile değil ama siyasal senaryolar üzerinden geliştirmeye çalışmışlardır . Orta dünyanın üç büyük devleti kendi kimliklerine dayanan devlet yapılanmasını birbirlerine karşı geçerli kılmak isterlerken , Avrasya halklarını kendi çizgilerinde geliştirdikleri politik yapılanmalar içinde bir araya getirmeye ve bu gibi birlikler üzerinden de imparatorluk coğrafyasında yaşayan halk topluluklarını geleceğe dönük bir birliğe kendi kontrolleri altında yönlendirmek istemişlerdir . Ne var ki , bu gibi girişimler zamanla sonuçsuz kalınca , orta dünya devletleri arasındaki çekişmeler tarihin savaşlarla sürmesine zemin hazırlamıştır . Merkezi coğrafyanın tarihi bu nedenle fazlasıyla savaşlarla doludur.
Fransız devriminin tarih sahnesine kazandırmış olduğu ulus devlet olgusu, on sekizinci yüzyılda bütün dünyada var olan devletleri derinden sarsmaya başlamıştır. Bu durumda imparatorluklar, kendi sınırları içerisindeki çeşitli bölgelerin ayrılmalarını önleyebilmek için ulusçuluk akımlarına yönelmişler ve bu doğrultuda uluslaşma süreçlerini kendi toplumsal gerçeklerine dayanan bir doğrultuda başlatarak , geleceğin en güçlü devleti olabilmenin girişimlerini sürdürmüşlerdir . Avrupa devletleri uluslaşırken , merkezi alanın imparatorlukları da uluslaşabilmenin yollarını aramışlardır. Bu doğrultuda bölünmeyi önleyebilmek amacıyla birleştirici akımlara yönelmişlerdir . Rus kimliği yetersiz kalınca , Rusya devleti etnik Slav kimliğini öne çıkarmış ve Ortodoks dininin birleştiriciliğinden yararlanabilmenin arayışı içinde olmuştur . Rus Çarlığı sınırları içinde yaşayan Rus toplumunun yetersiz kaldığı noktada, Ruslar hem dini hem de etnik yapıları kullanarak imparatorluk arazisi içinde daha güçlü bir ulus devlet yaratabilmenin arayışını sürdürmüşlerdir . Ulusculuk akımları, Avusturya-Macaristan İmparatorluğunun parçalanmasına yol açınca ,hem Rus Çarlığı hem de Osmanlı İmparatorluğu toplumsal tabanlarını genişleterek daha güçlü bir yapılanmanın arayışını öne çıkarmışlardır . Bu doğrultuda hem Rus milliyetçiliği , hem de Osmanlı milliyetçiliği devlet eli ile örgütlenerek devreye sokulmuştur . Ne var ki , Avrupa toplumlarının sahip olduğu kültür ve bilgi düzeyinden çok geride olan merkezi alan devletlerinin ulusçuluk cereyanları istenen sonuçları sağlayamamıştır . Bunun üzerine devletleri güçlendiren ulusçuluk akımlarından vazgeçen merkez devletleri bölgesel hegemonyalarını genişleten yeni birleştirici akımlarla, bölge halklarını kendi hegemonyaları altında geliştirebilmenin arayışı içinde olmuşlardır .
Avrupa kıtasını saran milliyetçilik, doğu Avrupa üzerinden merkezi imparatorlukların parçalanmasını gündeme getirince ,buna tepki olarak birleşmeyi ve daha geniş alanlarda birleşik bir kimliği geçerli kılmak isteyen Pancılık akımları öne sürülmüştür . Birleştiricilik ve birlik oluşturma gibi anlamlara gelen Pancılık akımlarını , hem Rus devleti hem de Osmanlı devleti siyasal güçleri ile örgütlemeye çalışmışlardır . Rus Çarlığı geniş alanlardaki hegemonyasını sürdürmek üzere bir yandan etnik kökenine dayanan Pan-Slavizm akımını örgütlerken ,diğer yandan da dinin birleştirici gücünden yararlanmak üzere Pan-Ortadoksculuğu örgütlüyordu . Rusya hem toprakları üzerindeki halk topluluklarının kopmasını önlemek hem de sınırları dışında yaşayan diğer Ortadoks kitleleri hegemonyası altına alabilme doğrultusunda etkinliğini artırabilmek amacıyla, Pan-Slavizm akımına yöneliyordu . Ruslar bu konuda çok hassas davranarak kesin ve kararlı bir biçimde Pan-Slavist politikaları gündeme getirince , bu durumdan rahatsız olan Almanlar da bir kaç yüz prenslikten oluşan Cermen topluluğunu , Pan-Cermenizm akımı çatısı altında toplanarak büyük bir Alman imparatorluğu hedefine doğru yöneliyordu . Ruslar tüm Slavların İmparatorluğunu kurmaya çalışırken, Prusyalılar da tüm Cermenlerin imparatorluğunu kurabilmenin çabası içerisinde, Pan-Cermenizm akımını gündeme getiriyorlardı . Doğu Avrupa bölgesinde Almanlar ve Ruslar geleceğe dönük bir yarış içerisine girerken , Pan-Slavizm ve Pan-Cermenizm akımları arasında büyük bir yarış başlıyordu . Ruslar, Slavcılık politikalarının yetersiz kaldığı yerlerde Pan-Ortodoksculuk üzerinden destek sağlamaya çalışırlarken , Almanlar da Pan-Cermenizm’e daha geniş destek sağlamak üzere Pan-İslamizm akımını öne çıkarıyorlardı . Pan hareketleri ile geniş Avrasya coğrafyasında egemenlik yarışı tırmanırken , Almanlar doğu politikası ile merkezi coğrafyaya yöneliyor ve hem Osmanlı , hem de İran devletlerinin çatısı altında yaşamakta olan Müslüman kitleleri , Pan-İslamizm akımı sayesinde kendi denetimleri altına almak istiyorlardı . Orta Avrupa’dan Orta Asya’ya doğru uzanıp giden Avrasya coğrafyasının Müslüman asıllı halklarına, Pan-İslamizm üzerinden ulaşmayı hedefleyen Cermen İmparatorluğu, Alman devletinin kurucu gücü olan Töton şövalyelerinin adını yeni kurulacak Cermen –Müslüman imparatorluğuna vereceğini bütün dünyaya ilan ediyordu .
Almanlar , kuzeydeki Rus gücünü aşabilmek ve merkezi alana egemen olabilmek uğruna İslam dünyasına yönelerek Pan-İslamizm politikaları ile Rusların, İngilizlerin ve diğer emperyal güçlerin önünü keserek Töton İmparatorluğunun önünü açmak istiyorlardı .
Pancılık akımları genişleyerek yayılırken, Avrupa’nın ortalarında Almanlar ile Ruslar arasında sıkışıp kalan Macarlar da kendilerini kurtarmak üzere ulusal çıkarları doğrultusunda iki emperyalist güce karşı yeni bir birleştirici bir yol arıyorlardı . Cermenler ve Slavlar kadar geniş nüfusa sahip olmayan Macar devleti , Avusturya’dan ayrıldıktan sonra kendi gelmiş oldukları kökenlerine uygun bir yeni birleştirici akımı , Pan-Turanizm olarak başkent Budapeşte’den resmen ilan ediyorlardı .
Cermenler gibi Avrupalı olmayan ve Ural-Altay bölgesinden göç ederek Avrupa kıtasına gelen Macarlar , bir Pancılık akımı yaratarak Ruslara ve Cermenlere karşı kendilerini koruyamayınca ,bunun üzerine Hazar kökenli Macar aydınlarının öncülüğünde , İran bölgesinin kuzeyinde yer alan Turan bölgesinde bir büyük birlik kurmayı hedefleyen Pan-Turanizm akımını Avrasya hegemonyasında yeni bir alternatif olarak ortaya koyuyorlardı .
Macar Musevilerinin öncülüğünde örgütlenen bu yeni akım , Hazar döneminden gelme bir birikimi Türkler ile akraba bir boy olan Macarların önüne koyuyordu. Onuncu yüzyılda Tuna nehri kıyılarında bir krallık kurmuş olan Macarlar , Almanların ve Rusların dayattıkları Pancılık akımlarına karşı hem kendilerini korumak , hem de geldikleri bölge ile yaşadıkları bölgeler arasında bir köprü oluşturabilmek üzere Pan-Turanizme yöneliyorlardı . Rusya sonrası bir bölgesel hegemonya arayan Macar Turancıları, arzu edildiği gibi Slavlara ve Cermenlere karşı güçlü bir alternatif oluşturamadılar. Rusların ve Cermenlerin alternatif akımları, Pan-Ortodoksculuk ya da Pan-İslamizm olarak devreye girdiği aşamada , Macar Turancıları bu dini hegemonya arayışına karşı bir Pan-Judaizmi ya da Pan-Siyonizmi açıktan ortaya koyarak savunamadılar . Bu yüzden de Avrasya’nın geleceği ile ilgili akımlar arasındaki yarışta Pan-Turanizm biraz geride kalıyordu .
Macaristan’da doğan Pan-Turanizm akımı yeterince etkili olamayınca , bu akımı daha da güçlendirmek üzere Türkcülük akımlarından yararlanmak istenildi ve Pan-Turanizm’in tamamlayıcısı bir doğrultuda Pan-Türkizmi de devreye sokarak sonuç almaya çalıştılar. Ancak gene de Cermenlere ve Ruslara karşı başarılı olamadılar .O dönemde Türkçülük Macaristan’da değil ama Rusya’da yaygınlaşıyordu . Ayrıca Paris’e giderek eğitim alan Osmanlı aydınlarının da Jön-Türk akımına kapılmaları yüzünden , Türk dünyasına yönelen birleştirici bir hareket olmak açısından Rusya ve Fransa gibi devletler öne çıkıyordu . İngiltere’nin Budapeşte üzerinden Avrasya Türk dünyası ile yakından ilgilenmesi ve Vambery gibi bir Türkologu Orta Asya bölgesine göndermesi üzerine gündeme gelen , Pan-Türkizm akımı da Jön-Türkizm akımı ile birlikte devreye giriyordu . Pan-Turanizmin yaratmış olduğu ortamdan yararlanan Türkçüler ,hem Fransa üzerinden İsviçre’de Türkçülüğe yöneliyorlar , hem de Macaristan üzerinden yeni bir Pan-Türkizmi Osmanlı ülkesine taşımaya öncelik veriyorlardı . Pan-Turanizmi desteklemek üzere öne çıkarılan Pan-Türkizm akımı ,kısa bir süre içinde daha etkili olarak öne çıkıyor ve Osmanlı sonrası dönem için bir Türk devletinin kurulmasını sağlayacak derecede önemli siyasal birikimi imparatorluk sonrası dönemde devreye girebilecek düzeyde öne çıkarıyordu . Paris’teki Jön-Türk birikimi Budapeşte’deki Pan-Türkizm akımı ile birleşince , Anadolu yarımadası üzerinde çağdaş Türk devleti kuracak düzeyde birleştirici bir Türkçü açılım gündeme getiriliyordu .
Daha sonra Türk milliyetçiliğini bir akım olarak geliştiren bu birikim , bir ulus devlet olarak Türkiye Cumhuriyetinin tarih sahnesine çıkması açısından da yardımcı oluyordu . Avrasya’nın geleceği için Cermenler ve Ruslar arasındaki çekişmeye Budapeşte merkezli Pan-Turanizm üzerinden, Türkler de Pan-Türkizm akımını bu aşamada devreye sokarak katılıyorlardı .Böylece yirminci yüzyılın yeni dünya düzeni arayışı merkezi alanda bir çekişme ile öne çıkıyordu.