Ayasofya Camii’nde 86 yıl süren restorasyon çalışmaları nihayete erdi ve sonunda ibadete açıldı. Asli vazifesine döndü. Öyle sayalım yaşananları. Şimdi sevinçliyiz. Gururluyuz. Mutluyuz.
Sevincimizin, gururumuzun, mutluluğumuzun daim olması için görevimiz yeni başlıyor. Eğer üstümüze düşen görevleri yerine getirmesek sevincimiz, mutluluğumuzun uzun sürmeyeceğini bilelim. Gelecek nesillerin bizlere lanet okumasını bekleyelim.
Bugün öncelikle yapmamız gereken geçmişin muhasebesidir. Sevinç çığlıkları arasında muhasebe görevini kaynar giderse 86 yıl önce olduğu gibi “Niye” böyle olduğunun cevabını bulamayız. Bu sefer Ayasofya Camii’ni müze olarak bile kurtaramayız. Onun için Ayasofya Camii hadisesi özelinde Türkiye’de her kesimin ki vatandaşın, devletin, irade sahiplerinin geçmişin muhasebesini kahramanlık destanları dışındaki her şeyin muhasebesini yapmak ve bu muhasebenin sonucundaki derslere göre geleceğimizi inşa etmek zorundayız.
Ayasofya Camii’nin, İstanbul’un ve bu Anadolu’nun bizlere Peygamber hediyesi olduğunu bilenlerdenim. Kıyamete kadar bu hediye muhafaza edilecektir. Bunda da zerrece kuşkum yok.
Ama bu hediyelerin şükrü, bu şükrün gerekleri vardır. İşte o gereklerde ihmal tökezlememize neden olur. Bir 86 yıllara mal olacak tökezlemeler.
Ayasofya Camii’nin ibadete açılması ile problem çözülmedi. Asıl şimdi başlıyor. 1934’te Ayasofya’nın müzeye çevrilmesinin tek sorumlusunu o dönemde ararsanız yanılırsınız. O dönem sadece ve sadece sonuçtur. Nedenlerini öncesinde aramak gerekir. Türkiye’de ne hikmetse hep sonuçlar üzerinden bakılır olaylara. Bu her alanda böyle. Toplumsal olaylar, sosyal gelişmeler, tarih, ekonomi, güvenlik daha doğrusu her olaya aynı şekilde.
Oysa nedenler bilinmedikçe sonuçlar hep aynı olacaktır. Çözüm imkânsız kalacaktır. Palyatif tedbirlerle geçiştirilecektir. Birde devamlı suçlu arama kaygımız var bütün konularda. Kendimizi, dönemimizi sütten çıkmış ak kaşık gibi görme hastalığı. Geçmişin muhasebesini yaparken suçlu arayışından vazgeçmemiz gerekir.
Eğer Ayasofya’nın kıyamete kadar Cami olarak kalmasını murat ediyorsak, sevincimizin daim olmasını istiyorsak güçlü millet, güçlü devlet olmak zorundayız. Bugün bu imkân güçlü devlet olmanın ötesinde dünyanın içinde bulunduğu şartlarınla elimize geçti. Ama bu avantajın elinizde kalabilmesi için her açıdan güçlenmemiz kaçınılmazdır.. Güçlü olmanın yolu da her alanda üretimdir. Her alanda üretim, ekonomide, sanayide, fikirde, sanatta…
Türkiye halen nükleer silah alanında üretime sahip olmamasına rağmen yeni dönem teknolojilerde kendine özgü küçük bir atılımla bugün şartları da değerlendirerek Ayasofya Camii’ni yeniden açmayı başardı. Şimdi daha büyük sanayi, teknolojik ve ticari atılımlarla bunu daha ileriye taşımak zorundadır.
Ayasofya gemileri karadan yürüterek, kaleleri toplarla yıkarak, Bizans oyunlarını istihbarat ve algı yöntemleri ile bertaraf ederek camiye çevrilmiştir. Şimdi bugünün şartlarına uygun strateji ve kabiliyetimizi ortaya koyarak Ayasofya Camii’nin ibadete açık tutulmasını sağlamalıyız. Günlük popülist çıkarlara kurban edilmemelidir.
Kalın sağlıcakla…
Sevincimizin, gururumuzun, mutluluğumuzun daim olması için görevimiz yeni başlıyor. Eğer üstümüze düşen görevleri yerine getirmesek sevincimiz, mutluluğumuzun uzun sürmeyeceğini bilelim. Gelecek nesillerin bizlere lanet okumasını bekleyelim.
Bugün öncelikle yapmamız gereken geçmişin muhasebesidir. Sevinç çığlıkları arasında muhasebe görevini kaynar giderse 86 yıl önce olduğu gibi “Niye” böyle olduğunun cevabını bulamayız. Bu sefer Ayasofya Camii’ni müze olarak bile kurtaramayız. Onun için Ayasofya Camii hadisesi özelinde Türkiye’de her kesimin ki vatandaşın, devletin, irade sahiplerinin geçmişin muhasebesini kahramanlık destanları dışındaki her şeyin muhasebesini yapmak ve bu muhasebenin sonucundaki derslere göre geleceğimizi inşa etmek zorundayız.
Ayasofya Camii’nin, İstanbul’un ve bu Anadolu’nun bizlere Peygamber hediyesi olduğunu bilenlerdenim. Kıyamete kadar bu hediye muhafaza edilecektir. Bunda da zerrece kuşkum yok.
Ama bu hediyelerin şükrü, bu şükrün gerekleri vardır. İşte o gereklerde ihmal tökezlememize neden olur. Bir 86 yıllara mal olacak tökezlemeler.
Ayasofya Camii’nin ibadete açılması ile problem çözülmedi. Asıl şimdi başlıyor. 1934’te Ayasofya’nın müzeye çevrilmesinin tek sorumlusunu o dönemde ararsanız yanılırsınız. O dönem sadece ve sadece sonuçtur. Nedenlerini öncesinde aramak gerekir. Türkiye’de ne hikmetse hep sonuçlar üzerinden bakılır olaylara. Bu her alanda böyle. Toplumsal olaylar, sosyal gelişmeler, tarih, ekonomi, güvenlik daha doğrusu her olaya aynı şekilde.
Oysa nedenler bilinmedikçe sonuçlar hep aynı olacaktır. Çözüm imkânsız kalacaktır. Palyatif tedbirlerle geçiştirilecektir. Birde devamlı suçlu arama kaygımız var bütün konularda. Kendimizi, dönemimizi sütten çıkmış ak kaşık gibi görme hastalığı. Geçmişin muhasebesini yaparken suçlu arayışından vazgeçmemiz gerekir.
Eğer Ayasofya’nın kıyamete kadar Cami olarak kalmasını murat ediyorsak, sevincimizin daim olmasını istiyorsak güçlü millet, güçlü devlet olmak zorundayız. Bugün bu imkân güçlü devlet olmanın ötesinde dünyanın içinde bulunduğu şartlarınla elimize geçti. Ama bu avantajın elinizde kalabilmesi için her açıdan güçlenmemiz kaçınılmazdır.. Güçlü olmanın yolu da her alanda üretimdir. Her alanda üretim, ekonomide, sanayide, fikirde, sanatta…
Türkiye halen nükleer silah alanında üretime sahip olmamasına rağmen yeni dönem teknolojilerde kendine özgü küçük bir atılımla bugün şartları da değerlendirerek Ayasofya Camii’ni yeniden açmayı başardı. Şimdi daha büyük sanayi, teknolojik ve ticari atılımlarla bunu daha ileriye taşımak zorundadır.
Ayasofya gemileri karadan yürüterek, kaleleri toplarla yıkarak, Bizans oyunlarını istihbarat ve algı yöntemleri ile bertaraf ederek camiye çevrilmiştir. Şimdi bugünün şartlarına uygun strateji ve kabiliyetimizi ortaya koyarak Ayasofya Camii’nin ibadete açık tutulmasını sağlamalıyız. Günlük popülist çıkarlara kurban edilmemelidir.
Kalın sağlıcakla…