Ayhan Sicimoğlu’nu izler misiniz? Eskiden ben epey izlerdim.
Ama her programda on kez tekrarladığı ‘Hastasıyız’ sözleri zamanla yavan gelmeye başladı, gittiği yerler hakkındaki yüzeysel bilgilerinin tekrarı ise bıktıracak düzeye gelmişti, bu yüzden bırakmıştım.
Benzer bir program yapan ve sadece yemek değil, gittiği ülkenin sosyal ve ekonomik koşullarından, siyasetine kadar her konuyu deşeleyen ve bunları yaparken de, hayatı ıskalamayan Anthony Bourdain dururken, bizimkilerin yüzeysel programlarına zaman harcamak boşa zaman harcamak olacaktı. Ne yazık ki Anthony Bourdain’i kaybettik, seyretmediğim bölüm de kalmadı gibi. Bu yüzden, gittiği yerlerden çok kendi giysilerini sergilemeye meraklı Aynaz Deedra dışında gezi programlarıyla pek ilgilenmiyordum.
Ama hafta sonu Ayhan Sicimoğlu’nun Diyarbakır’a gittiğini görünce, ‘Bakalım nasıl çekmiş?’ diye meraklanıp, oturup izledim, çünkü hem Diyarbakır gerçekten görülmesi gereken, turistik, gastronomik, sosyal, ne açıdan bakarsanız dopdolu bir yer, hem de benim çok iyi bildiğim bir yer.
Her ne kadar programın sonunda, ‘İstanbullular, Ankaralılar, Bodrum’a gitmeyin, Cuma atlayıp Diyarbakır’a gelin, hafta sonunu geçirin, tamam mı?’ anlamında ‘babavari' öğütler verse de, kendisi yani Ayhan Sicimoğlu Diyarbakır’a sabah uçağıyla gitmiş ve muhtemelen akşam İstanbul’da bir davete yetişecek, bu yüzden 33 dakikalık programı bir güne sığdırmış ve bitirmiş.
Bu ‘fast forward’ yani ‘hızlı çekim’ program yüzünden Diyarbakır’da da 2 kilometrelik bir alanda dolaşıp durmuş, havaalanını saymazsak, en fazla 3-4 kilometre yürümüş olması lazım. Kenti bilenler için, nereye gittiğini de yazalım:
Güne Hasan Paşa hanındaki kahvaltı ile başladı, İçkale, Mardin Kapı ve Ulu Cami derken program bitti. İçkale'de çekilen havadan görüntüler ise, bizim haber kanallarında, saatlerce süren konuşmalar sırasında biteviye gösterilen videolar gibi tekrar edilip durdu.
Program, Hasanpaşa Hanı’nda kendisi için hazırlanan belki 50 çeşit yiyecekle süslü kahvaltı sofrası ile başladı. Ama hiçbirine dokunmayacağını, sadece yoğurt ve balı tadacağını söyledi, çayı bile Diyarbakır usulü ile değil, İngiliz usulü ile sütlü istedi, İngiliz usulüne alışkın olmayan yerel garson ne yapsın, İngiliz porseleni yerine, normal bir bardakta, süt mü, çay mı belli olmayan bir içeceği önüne bıraktı.
Sonra Mardinkapı’daki Diyarbakır maketini görüntüledi ama hemen 100 metre yanında bulunan Keçi Burcu’na uğramadı. Oysa Keçi Burcu, Sicimoğlu'nun önemini anlata anlata bitiremediği Diyarbakır Surları’nın üzerindeki en eski ve en büyük burç olmanın ötesinde, ressam Ahmet Güneştekin’in, çok büyük ilgi gördüğü için bakanlığın emri ve devlet zoru ile 15 gün erken sonlandırılan ‘Hafıza Odası’ sergisinin de bir bölümünün yer aldığı mekandı.
Ayrıca, buraya birkaç yüz metre uzaklıktaki Atatürk (Gazi) Köşkü’ne gitmeyi de denemedi, oysa gitse Köşk ve çevresinin halini öğrenecektik. Çünkü benim son gördüğümde bu tarihi köşk, neredeyse terk edilmiş, bakımsız ve yıkık dökük bir haldeydi ve bu durum görenleri üzüyordu.
Belediye’den Mardinkapı yönüne yürürken, başını sola çevirse göreceği Diyarbakır’ın en büyük sembollerinden biri Dört Ayaklı Minare’yi de es geçti Ayhan Sicimoğlu. Bir kaç adım yürüse kentin eski Baro Başkanı Tahir Elçi’yi öldüren kurşunların izlerini de görecekti yüzlerce yıllık minarenin taşları üzerinde. Ayrıca 'Dört Ayaklı Minare' altında güzel bir Diyarbakır pozu da olurdu.
Sicimoğlu, Cemil Paşa Konağı’nı gezerken de iyi bilgilendirilmemişti, iç içe iki avludan oluşan bu tarihi evin, kadınlar erkeklere görünmeden servis yapsınlar diye yapılmış döner penceresini bile tam anlatamadı. Cemil Paşa Konağı’nın neredeyse bitişiğinde bulunan Meryem Ana Kilisesi’ni ise hiç görmedi Bein İz TV izleyicileri, bu 1700 yıllık tarihi ile Ayasofya’dan daha eski olan bu Süryani tapınağından habersiz kaldılar. Sicimoğlu kar yağışı altında Ulu Camii’ni anlatırken, buranın eski bir kilise olduğunu aktarmayı da ya atladı, ya kaçındı, ondan önceki Pagan'lardan söz etti.
Ayhan Sicimoğlu, Diyarbakır’ın Kürt şehri olduğuna birkaç kez vurgu yaptı ve eski Diyarbakır evlerine özgü eyvanlardan söz etti. Eyvan kelimesinin Kürtçe olduğu için, ‘V’ ile değil ‘W’ ile yazıldığını ve okunduğunu anlattı, hatta bunun aksanını da yansıtmaya çalıştı. Ben de özellikle baktım 'Eyvan' sözcüğü gerçekten Kürtçe mi diye, meğer Arapça ‘büyük kapı, eşik, bab’ anlamına gelen ‘Ayvan’dan geliyormuş.
Sicimoğlu şehire araçla beş on dakika uzaktaki Zerzevan Kalesi’ne de gitmedi ve buradaki Mithras Tapınağı’nı da göremedi. Bir yeraltı tapınağı olarak inanç tarihinde özel bir yeri olan bu tapınağı görmek için, ünlü Amerikalı aktör Morgan Freeman’ın ta Los Angeles’ten kalkıp gelmek için program yaptığını ancak salgın yüzünden vazgeçtiğini de buraya yazalım.
Sicimoğlu İç kale’de dolaşırken, önünden geçtiği müzedeki Kortiktepe buluntularını da göremedi, eğer içeri uğrasa, bu buluntuların, neredeyse 12 bin yıllık Göbeklitepe ile yaşıt bir yaşam alanından kaldıklarını öğrenebilirdi. Ayrıca bir dönem Jitem’in işkence merkezi olan İçkale'nin, istenirse ne kadar özel bir yere çevrilmiş olabildiğini de tam olarak anlamadık programdan.
Ayhan Sicimoğlu program sırasında bir iki kişiyle konuştu, onlar da Diyarbakır hakkında bazı bilgiler verdiler kendisine ancak bu kişiler kimdi, görevleri neydi, niye onlardan bilgi alıyordu, bunu da anlamadık, çünkü ne isimleri geçti, ne de titrleri ekrandan. Programın sonunda bir jenerik de olmadı isimleri gösteren, bu yüzden aktardıkları bilgi yanlışlıklarını da (Diyarbakır'ın 8-9 bin yıllık tarihiyle en eski kent olduğuna dönük) dikkate almamak lazım.
Kendisi de bir müzisyen olan Ayhan Sicimoğlu’nun Diyarbakır’ın ‘Dengbej Evi’ne gidip, buradaki aşıklarla konuşmasını bir artı olarak kabul edebiliriz. Ama Bedri Ayseli gibi bir yerel sanatçının çok bilinen bir Diyarbakır türküsünü, birkaç nota olarak yansıtmaması, bu artıyı silip attı.
Oysa Sicimoğlu, Ulu Cami'den çıkışta 5 adım atsa, kendisini bir Diyarbakır sevdalısı olan Kenan Aksu'nun Başkanlığını yürüttüğü Diyarbakır Kültür, Turizm ve Musiki Derneği'in (DİKTUMDER) Kültür Evi'nde bulabilirdi. Hatta belki de Bedri Ayseli o sırada türkü okuyor da olabilirdi. Kültür Evi'nden yükselen davetkar cümbüş sesini de, soğuktan kulaklarını kapattığı için duymadı. Oysa Kenan Aksu ve başkanı olduğu dernek, şehrin bu bölümünde belki ona yakın 'Kültür Evi'nin açılmasına ön ayak olmuştu.
İspanya’nın, İtalya’nın şehirlerini dolaşırken gittiği restoranları anlata anlata bitiremeyen, tabelalarını dakikalarca ekrana getiren Sicimoğlu’nun, Diyarbakır’da gittiği üç lokantanın, reklam olur diye, isimlerini ve yerlerini ‘Sır’ olarak kendisine saklaması da dikkat çekiciydi. Ayrıca sokaktaki, bir ayaküstü ciğercisinin adını yansıtmak ne kadar reklam olur, o da tartışma konusu.
Kısaca Ayhan Sicimoğlu, bu programı, Diyarbakır fotoğrafları eşliğinde İstanbul’daki stüdyodan da çekse, çok farklı olmaz, bir de üstüne, karlı bir gün geçirdiği için çok üşümemiş de olurdu.
Tabii ki Türkiye’de yapılan bir gezi programının, milyon dolarlık bütçelerle çekilen Anthony Bourdain yapımlarına benzemiyor diye eleştirmek çok büyük haksızlık.
Ama Diyarbakır’a gidip, şehirde yeni gelişen ve her mekanında yüzlerce gencin doluştuğu, cıvıl cıvıl 75 metre Çevre Yolu’na uğramamak da büyük eksiklik.
Sicimoğlu, içinde çekim yaptığı halde, tümüyle yıkılan Sur ilçesinde yeni yapılan yapıları ekrana getirmekten de özenle kaçındı ve konuyu “Burası İtalya’da olsa, tam bir açık hava müzesi olurdu ama artık olan oldu” diyerek, üste kapalı bir imayla geçiştirdi.
Tarihi binlerce yıla yayılmış bir kenti, sabah uçağı ile gidip, akşam uçağı geri gelerek, 33 dakikalık bir programda çekmek, işte böyle oluyor.
Boşuna dememişler ucuz etin yahnisi yavan olur diye.