Anayasa Mahkemesi’nin Hendek olayları sırasında bazı akademisyenler tarafından imzalanarak yayınlanan ve Güvenlik güçlerinin operasyonları durdurma çağrısını içeren bildiri hakkında verdiği karar öylesine tartışılıyor. Birçok önemli konuda olduğu gibi bu da konunun özünden uzak şekilde ele anlıyor. Zaten yarın unutulup gidilecek.
Anayasa Mahkemesi kararlarını hangi Saiklerle verir bilmem. Ak değine kara, kara dediğine ak demişliği var mıdır onun takdirini size bırakıyorum. Aldığı kararlar hukuki olmaktan çok siyasidir. Ama bu konuda aldığı kararı nasıl değerlendirerek aldı onu bilemiyorum. Siyasi bir karar mı, yoksa hukuki bir karar mı?
Anayasa Mahkemesine ders verecek halim yok. Zaten dinlemezler. Ama imza koyanların meslekten ihraç edildiği bir bildiri konusunda daha dikkatli daha kapsamlı inceleme yapılması ihtiyacı olduğu kesin. Öyle basit bir şekilde geçiştirilecek bir durum değildir.
Anayasa Mahkemesi devletin en üst yargı merciidir. Aynı zamanda Devletin hukuki açıdan haklarını korumakla görevlidir. O nedenle alacağı kararlar hukuki çerçevede devlet adına ya siyasi olur ya da hukuki olur. Bir nevi devleti devletin kendisinden bile koruma görevi vardır.
Şüphesiz önüne gelen dosyalara ve davalara tüm bu açılardan baktığını düşünüyorum.
Bu nedenle AYM’nin Akademisyenler bildirisi ile ilgili aldığı karar beni özellikle bu bildirgenin yayınlandığı tarihlere götürdü. O tarihte yaşananlara, o tarihlerde konuşulanlara ve kulis bilgilerine götürdü.
Çünkü Akademisyenler bildirgesi sadece 3-5 öğretim üyesinin basitçe imza koyduğu spontane gelişmiş bir olay değildir. Öyle olsa bile o dönem meydana gelen olaylar basitçe geçiştirilecek bir durum değildir.
O dönem geri dönüp baktığımızda Türkiye’nin her yerinde bombaların patladığı ABD destekli PKK’nın hendekler kazarak bağımsızlık için bayrak açtığı, Suriye’de katliamların yaşandığı, Ortadoğu’nun fokur fokur kaynadığı dönemdir. Türkiye ateş çemberinin sadece içinde değil ateşin tam ortasında yakılmak istendiği bir dönemdir.
Bir taraftan hendek olayları dolayısıyla her gün 10’larca ocağa ateş düşerken milletin bağrının dağlandığı bir dönemden bahsediyorum. Diyarbakır Sur’da aynı noktada güvenlik güçlerimizin keklik gibi 20’den fazla şehit verdiği ve bu şehitler verilirken birilerinin devletin en etkin kurumlarının koridorlarında kahkaha atıp güldüğü dönemler.
Öte yandan kulislerde ABD’nin 5 binin üzerinde PKK’lının ölümünü, Binin üzerinde güvenlik güçlerimizin şehit vermesini planlayıp Diyarbakır, Şırnak ve Mardin hattının güvenliğini NATO’ya devretmek için hazırlık yaptığı dönemler. İşte böyle bir dönemde kimin öncülük ettiği ve hazırladığı belli olmayan ve konuşulmayan Akademisyenler Bildirgesi. AYM karar verirken sadece metne bakıp mı karar verdi, yoksa metne imza atanlara bakıp mı? Her iki açıdan bakarak vereceği karar doğru olabilir. Fakat bildiriyi hazırlayanları, hazırlayanların amaçları, hazırlayanların aldığı talimatları her şeyden önemlisi de ikinci adım olarak düşünülen hazırlıkları tespit etmeden ve bu gerçekleri göz ardı ederek alınan AYM kararı tıpkı Ergenekon kararının benzerinden başka bir şey değildir.
Şu unutulmasın Akademisyenler Bildirgesi’ne imza atan akademisyenleri bir kenara bırakıyorum, ama hazırlanış nedeni Hendek olayları sırasında bölgeye NATO’yu çağırmak için alt yapı çalışmasıdır. Doğrudur imzalayan birçok akademisyenin bu amaçtan haberi yoktur. Fakat haberlerinin olmaması gerçekleri değiştirmez.
Önce şunu tespit edelim AYM kararlarını Anayasa’ya göre mi, yoksa uluslar arası kurum veya anlaşmaları önceleyerek mi verir. Aldığı hem Ergenekon hem de Akademisyenler Bildirgesi kararında NATO anlaşmalarının etkinliği nedir? Niyetimiz hiç bir şeyden haberi olmayan sadece hümanist düşüncelerle imza koymuş Akademisyenlerin ceza almaları değil amacım. Tam aksine bu akademisyenlerin gölgesinde devlete ve millete karşı kurulan tuzakların görülmesidir. Maalesef bu tür kararlar tuzakları gölgelemeye devam edecek.
Cuma’nın hayrı üzerinize olsun…