Batı Ukrayna'ya ihanet mi etti? 28 yıl önce atılan imza ve tutulmayan sözler

Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra bağımsızlığını elde eden Ukrayna, 1994 yılında atılan imzalarla nükleer cephaneliğini Rusya'ya teslim ederken karşılığında da başta ABD ve İngiltere olmak üzere Batı'dan güvenlik garantisi aldı.

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, pazartesi akşamı yaptığı ve dünyanın geri kalanının savaş ilanı olarak yorumladığı ulusa sesleniş konuşmasının önemli bir kısmını Ukrayna'nın Nükleer Silah geliştirme arzusuna ayırdı. NATO'nun ve başta ABD olmak üzere Batı devletlerinin Ukrayna'ya bu konuda destek verdiğini ifade eden Putin, Rus Haber ajansı TASS'ın aktardığına göre, Ukrayna'ya şu ifadelerle yüklendi:

"Ukrayna'nın kendi nükleer silahlarını geliştirme niyeti olduğuna dair açıklamalar yapıldığını biliyoruz ve bunları boş boş övünmek için söylemiyorlar. Ukrayna'nın elinde gerçekten de Sovyet nükleer teknolojisi ve böyle silahları fırlatmak için gerekli sistemler mevcut. Menzilleri 100 kilometreyle sınırlı ama daha uzun menzilli olanları da geliştirecekler. Bu bir an meselesi."

Ukrayna'nın kitle imha silahlarına sahip olması halinde dünyadaki ve Avrupa'daki tablonun da ciddi anlamda değişeceğini söyleyen Putin, "Bu hakiki tehlikeyi karşılıksız bırakamayız. Özellikle şunun altını çiziyorum: Batılı destekçiler, ülkemize karşı yeni bir tehdit yaratmak için, Ukrayna'da bu silahların ortaya çıkışına yardım edebilirler" diye konuştu.

Kitle imha silahları söylemi yakın tarihi bilenlere yabancı değil. ABD de 11 Eylül sonrası Irak'ı işgaline zemin hazırlarken aynı söylemden faydalanmıştı. Bush yönetimi Saddam'ın elinde kimyasal ve biyolojik silahlar olduğunu, hatta nükleer silah geliştirme potansiyeli bulunduğunu iddia ederek Irak işgalini meşrulaştırmıştı. Yıllar süren savaşın sonunda acı gerçek ortaya çıktı: Irak'ta kitle imha silahı bulunamadı.

UKRAYNA'NIN ELİNDE YETERLİ ALTYAPI VAR

Ukrayna'nın nükleer silah sahibi olmasının Avrupa'yı ve dünyayı değiştireceği doğru. Ancak bu sadece Ukrayna için geçerli bir durum değil. Şu an nükleer silaha sahip olduğu bilinen ülke sayısı sadece 9. Nükleer silahsızlanma çağında herhangi bir ülkenin daha nükleer arenaya adım atması ya da elinde silah olan ülkelerin cephaneliklerini genişletme çabaları oldukça endişe verici gelişmeler olarak görülüyor.

Ukrayna'nın nükleer silah geliştirecek altyapıyı Sovyetler'den miras aldığı kısmı da doğru. Hatta Ukrayna'ya Sovyet günlerinden miras kalan bir füze üretim tesisi 2017 yılında önemli tartışmalara neden oldu. Hâlâ çalışmakta olan tesisin kasasındaki tasarımların bir şekilde Kuzey Korelilerin eline geçtiği, Pyongyang'ın nükleer programının başarısının altında da bunun yattığı öne sürüldü. Dönemin Ukrayna Devlet Başkanı Petro Poroşenko ise bu iddiaları kesin bir dille yalanladı


Çernobil'in havadan görüntüsü

Ukrayna'ya Sovyetler'den miras kalan altyapının en önemli unsurlarından biri 1986'da yaşanan felaketle akıllarda kalan Çernobil Nükleer Santrali. Aktif olduğu dönemde Çernobil'in RBMK-1000 tipi reaktörlerinde nükleer silah yapımında kullanılan uranyum-238 izotopu üretiliyordu. Nükleer silahlarda kullanılabilecek zenginlikteki uranyum da halen Çernobil stoklarında bulunuyor. Rusya'nın Ukrayna'ya girdiği ilk gün, "teröristlerin eline geçmesini önlemek" gerekçesiyle Çernobil'i kontrol altına almış olmasını da bu bağlamda değerlendirmek mümkün. (Nitekim Rusya Savunma Bakanlığı Sözcüsü İgor Konaşenkov da açıklamasında, "Santral aşırı milliyetçi terörist grupların nükleer madde elde etmek için hedefi olabilir" vurgusu yaptı.)

NÜKLEER SİLAH SAHİBİ ÜLKELER VE SİLAH SAYILARI: Rusya (1458'i aktif, emekliye ayrılmış olanlarla birlikte toplam 6257), ABD (1389'u aktif, emekliye ayrılmış olanlarla birlikte toplam 5550), Çin (350 ve sayı her geçen gün artıyor), Fransa (290), İngiltere (225), Pakistan (165), Hindistan (156), İsrail (90), Kuzey Kore (tahminen 40-50)

ABD GÜVENCE VERDİ, UKRAYNA SİLAHLARINI RUSYA'YA TESLİM ETTİ

Ne var ki iş burada bitmiyor. Zira aslında Ukrayna'ya Sovyetler'den sadece silah geliştirmek için gerekli teknoloji değil, silahların kendisi de miras kalmıştı. Ancak Ukrayna, 1994 yılında imza attığı bir anlaşmayla nükleer cephaneliğini gönüllü olarak elden çıkardı. Bunun karşılığında Washington, Londra ve Moskova, Ukrayna'nın güvenliğinin ve sınırlarının korunacağının garantörü oldu.

Ve geldik bugüne… Rusya bir yandan Ukrayna'yı silah geliştirmek istemekle itham ederken bir yandan da koruma garantisi verdiği sınırları hiçe sayıp ülke topraklarında ilan edilen yeni cumhuriyetleri tanıdığını açıkladı. İş bununla da kalmadı Rus güçleri tanklarla, ağır silahlarla Ukrayna'ya girdi. Hal böyle olunca uluslararası kamuoyu "Bu nasıl garantörlük?" sorusunu sormaya başladı. Diğer yandan ABD basınında da "Batı Ukrayna'ya ihanet etti" yorumları öne çıkmaya başladı.

ABD Başkanı Bill Clinton ve Rusya Devlet Başkanı Boris Yeltsin

SOĞUK SAVAŞ'IN BİTİMİNDE BAMBAŞKA BİR HAVA VARDI

Dilerseniz önce hafızaları biraz tazeleyelim. Soğuk Savaş'ın bitişinin ardından Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nin dağılmasıyla ortaya çıkan bağımsız ülkelerden biri Ukrayna'ydı. O günlerde Ukrayna, topraklarında aralarında kısa menzilli taktik silahları ile havadan atılan seyir füzelerinin de bulunduğu 1800 civarında silahla üçüncü büyük nükleer güç konumundaydı. Ukrayna'nın elinde ayrıca 170 kıtalararası balistik füze ve düzinelerce bombardıman uçağı bulunuyordu. Silahların fiziksel kontrolü Ukrayna'da, fırlatma yetkisi ise Rusya'daydı.

Soğuk Savaş'tan ideolojik üstünlükle çıkan ABD ise elinde nükleer silah bulunan ülkelerin sayısını azaltmayı amaçlıyordu. Dahası o günlerde ABD, diplomasi arenasındaki en parlak dönemlerinden birini yaşıyordu.

Yeni kurulmuş olan Rusya Federasyonu'nun başında ise Boris Yeltsin bulunuyordu. Yeltsin Rusya'sında nükleer bilimciler, bilgi ve becerilerini barışçıl amaçlarla kullanabilmek için gönüllü olarak yeniden eğitimler alıyordu.

Bu koşullarda 1994 yılının Aralık ayında Macaristan'ın başkenti Budapeşte'de, ABD, İngiltere, Rusya ve Ukrayna arasında bir memorandum imzalandı. Memorandum, "Ukrayna'nın topraklarındaki tüm nükleer silahları belirlenen takvimde imha etme" sözü verdiğini belirten satırlarla başlıyordu. Ardından diğer üç ülke de Ukrayna'ya bazı sözler veriyordu.

ABD Başkanı Bill Clinton ve Ukrayna Devlet Başkanı Leonid Kravçuk

FÜZE RAMPALARININ YERİNE ÇİÇEKLER DİKTİLER

Bunların en önemlisi "Ukrayna'nın toprak bütünlüğüne ve siyasi bağımsızlığına karşı tehditlerden ya da güç kullanımından kaçınma zorunluluğunun teyit edilmesi"ydi. Üç ülke ayrıca Ukrayna'ya yönelik ekonomik yaptırımdan kaçınma sözü veriyor ve ülkenin herhangi bir saldırıya maruz kalması halinde "Ukrayna'ya destek için derhal Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'ni harekete geçireceklerini" ifade ediyordu.

Ancak metinde Ukrayna'ya sunulan güvenlik garantilerinin fiiliyatta ne anlama geldiği belirtilmediği gibi, herhangi bir saldırı anında askeri destek sözü de verilmiyordu.

Ukrayna, 1996 yılı itibarıyla elindeki tüm silahları sökülüp etkisiz hale getirilmesi için Rusya'ya gönderdi. Karşılığında da ABD'den Ukrayna'ya 500 milyon dolarlık bir destek ödemesi yapıldı. Hatta 1996 yılının Haziran ayının ilk günlerinde ABD, Rusya ve Ukrayna'nın savunma bakanları, Pervomaysk'ta bir zamanlar füze rampalarının bulunduğu araziye günebakan çiçekleri dikerek, bir devre nokta koymuştu. (Benzer protokoller Belarus ve Kazakistan'la da imzalandı buralardaki nükleer silahlar da etkisiz hale getirilmek üzere Rusya'ya yollandı. Karşılığında ABD bu ülkelere de ekonomik destek sağladı.)

Üç ülkenin savunma bakanları çiçek dikiminde

ZELENSKİ DÜNYAYA BUDAPEŞTE'Yİ HATIRLATTI

Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski de geçen hafta sonu Münih Güvenlik Konferansı sırasında yaptığı açıklamada, Budapeşte Memorandumu'na gönderme yaparak, imzacılara garantörlük görevlerini yerine getirme çağrısı yaptı.

Rusya gibi baskı gücü yüksek bir devlet karşısında, Ukrayna'ya verilen garantilerin "garanti" sayılamayacağını ifade eden Zelenski, "Dışişleri Bakanlığı'nı Budapeşte Memorandumu'na imza koymuş ülkelerin katılacağı bir zirve düzenlemekle görevlendirdim. Eğer bu zirve yapılmazsa ya da Ukrayna'ya güvenlik garantileri verilmezse, Ukrayna 1994'te imzalanan anlaşmanın tüm maddelerini hükümsüz ve geçersiz kabul edecektir" diye konuştu.

Aliyev-Putin basın toplantısından bir kare

Ukrayna'nın protokolün maddelerini sorgulamasının kendi nükleer silahlarına sahip olma isteğini ortaya koyduğunu belirten Putin ise Azerbaycan Devlet Başkanı İlham Aliyev'le görüştükten sonra düzenlenen ortak basın toplantısında şunları söyledi:

"Ukrayna'nın sözlerinin doğrudan bize yönelik olduğuna inanıyoruz. Ve söylenenleri duyduk. Sovyet zamanından kalma geniş nükleer becerilere, gelişmiş bir nükleer endüstriye sahipler, okulları var, hızlı hareket etmek için gerekli her şeyleri var. Tek bir şeyleri yok, o da uranyum zenginleştirme programı. Ama bu teknik bir mesele. Ukrayna için çözülemez bir sorun değil, aksine çözmek çok kolay."

Pakistan, Kuzey Kore, Hindistan, İsrail ve İran şu an uranyum zenginleştirme faaliyeti yürüten ülkeler. Ancak bunu silah haline getirmek fazlasıyla karmaşık bir süreç. Örneğin İran 20 yıldır bu konuda çalışıyor ancak Batılı devletlerin istihbarat kaynaklarına göre henüz bir silah geliştirebilmiş değil. Dahası uluslararası kamuoyu da anlaşmalarla, yaptırımlarla ve kimi iddialara göre suikastlar ve hava saldırılarıyla İran'ın faaliyetlerini sınırlandırmak ve hızını kesmek için uğraşıyor. 2015'te varılan uzlaşmayı yeniden hayata geçirecek bir anlaşmanın önümüzdeki haftalarda açıklanması bekleniyor. New York Times'a konuşan ABD'li yetkililer, ilk anlaşmanın da tarafları arasında bulunan Rusya'nın müzakerelerde önemli rol oynadığını belirtti. Rusya'nın garantörü olduğu Ukrayna'ya saldırmasını New York Times'a değerlendiren Rose Gottemoeller ise yaşananları "çok büyük bir trajedi" olarak nitelendirdi. Daha önce ABD ile Rusya arasında imzalanan yeni START silah kontrol anlaşmasının müzakerelerini yürüten şu anda da Stanford Üniversitesi'nde dersler vermekte olan Gottemoeller, "Putin kendi dertlerine öylesine gömülmüş bir halde ki, Amerikalılar, Ukraynalılar ve Ruslar olarak nasıl el birliği ile çalışıp, Sovyetlerin nükleer silahlarının üç yeni nükleer devlet kurulmasına yol açmasını önlediğimizi hatırlamıyor" dedi.

BUDAPEŞTE ÇOKTAN ÇÖKTÜ MÜ?

Diğer yandan, Rusya'nın 2014'te Ukrayna'ya ilk kez girişiyle, Budapeşte Memorandumu zaten ihlal edildi. Putin o günlerde yaptığı bir konuşmada, protokolün imzalandığı dönemde Ukrayna'da başka bir hükümet olduğunu şu anki yönetimin ise "gayrimeşru" olduğunu belirterek anlaşmanın geçerliliğini yitirdiğini öne sürdü. (Uluslararası hukuktaki devamlılık prensibi doğrultunda hükümet değişiklikleri devletler arasındaki anlaşmaların geçerlilik süresi üzerinde belirleyiciliğe sahip değil. Dolayısıyla Putin'in argümanının kabul edilebilir bir yanı yok.)

Putin'den iki yıl sonra bu kez Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov bir açıklama yaparak, Budapeşte Memorandumu kapsamında imzacıların verdiği "Ukrayna'ya saldırmama" sözünün sadece nükleer saldırılar için geçerli olduğunu söyledi.

Truss-Lavrov basın toplantısından bir kare

Lavrov, geçtiğimiz günlerde Budapeşte Memorandumu ilgili bir yorum daha yaptı. 10 Şubat günü İngiliz mevkidaşı Liz Truss'la bir araya geldikten sonra düzenlenen ortak basın toplantısında konuşan Lavrov, "Memorandum'un Fransa ve Ukrayna tarafından da imzalanan eş deklarasyonu tüm tarafların Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı prensiplerini ihlal etmekten kaçınmasını öngörüyor. Azınlıkların haklarına saygı gösterilmesi de buna dahil" derken Ukrayna'nın ilk günden beri bu belgeyi göz ardı etmekte olduğunu savundu.

Özetle anlaşmayı önce kimin ihlal ettiği kısmı tarafların ifadelerine göre değişiyor. Bu noktada daha önemli olan şey ise şu: Budapeşte Memorandumu'nun maddelerinde anlaşmayı ihlal eden taraf hakkında atılabilecek somut adımlara dair bir ifade yer almıyor. Sadece müzakere ve diyalog çözümüne başvurulacağı ifade ediliyor.

ZELENSKİ'NİN SİTEMLERİ VE GARANTİ TARTIŞMASI

Uluslararası kamuoyu geçtiğimiz hafta yaşananlar sayesinde 28 yıl önce atılan imzaları bir kez daha hatırladı. Özellikle Zelenski'nin Ukrayna'nın yalnız bırakıldığını belirten sitem dolu sözleri, "Hani güvence, hani garanti?" tartışmalarının kapısını araladı.

Harvard Üniversitesi'nden Mariana Budjeryn, NPR radyosunun All Things Considered programına yaptığı açıklamada, Ukraynalıların Budapeşte Memorandumu'nun etkisinin boyutlarını tahmin edememiş olduğunu belirterek, "İstedikleri kadar güçlü ve hukuki anlamda bağlayıcı güvenlik garantileri alamadıklarını biliyorlardı. Ama o zamanlar Ukraynalılara ABD'nin ve Batılı güçlerin (en azından Washington ve Londra'nın) verdikleri sözleri ciddiye aldıkları söylendi. Bu belge devlet başkanları tarafından imzalandı. Dolayısıyla Ukrayna'nın bir tehditle karşı karşıya kaldığında tek başına bırakılmayacağı çıkarımı yapılıyordu" dedi.

İmzalanan metnin İngilizce başlığının tam karşılığı "Budapeşte Güvenlik Teminatları Memorandumu" şeklinde. Ancak belgenin Rusça ve Ukraynaca çevirisinde "teminat" değil "garanti" ifadesinin kullanıldığına dikkat çeken Budjeryn, "İmzacıların Ukrayna'yı savunacağına inanıyorlardı. Ancak bu savunmanın kapsamı belgede net değildi" diye konuştu.

Ne var ki Ukrayna'nın nükleer silahlarını bırakmasının doğru bir karar olduğunu aksi takdirde Kiev'in ekonomik ve siyasi bazı sonuçlarla karşı karşıya kalabileceğini de belirten Budjeryn, "Ama kamuoyu meseleye daha basit bakıyor. Ukraynalılar 'Dünyanın en büyük üçüncü nükleer cephaneliğine sahiptik, bir kâğıt parçası karşılığında elimizdekini verdik ve bakın şimdi ne oldu' diye düşünüyor" yorumunu yaptı.

"İHANETİN SONUÇLARI VARDIR"

Budjeryn, "Bunun nükleer silahsızlanma rejimi için de olumsuz sonuçları var. Silah bırakmış bir ülke, nükleer silah sahibi bir ülkeden gelen böyle bir tehdidin hedefi oluyor. Bu nükleer silah geliştirmek isteyen başka ülkelere de yanlış mesajlar gönderiyor" dedi.

ABD'nin en etkili gazetelerinden Wall Street Journal'ın 23 Şubat tarihli ve "Ukrayna'ya Budapeşte'de nasıl ihanet edildi" başlıklı başyazısı ise Ukrayna'nın içine düştüğü durum için ABD'yi suçlayan şu çarpıcı satırlarla sona eriyordu:

"Budapeşte bize bir kez daha otokratların güçlü olanın haklı olduğunu düşündüğü bir dünyada kâğıt üzerinde verilen sözlere güvenmenin ne kadar aptalca olduğunu gösteriyor. Daha da tehlikeli olan ise ulusların nükleer cephaneliklerinden vazgeçmelerinin kendilerini tehlikeye attığı mesajı. Kuzey Kore bu dersi aldı, İran ise bunu yapmayacağına dair sözler verirken bir yandan da gizli gizli silah geliştirirken aynı yoldan gidiyor.

ABD'nin Budapeşte'de verdiği sözleri yerine getirememesi, Amerika'nın askeri güvencelerine bel bağlayan başka müttefik başkentlerde de yankılanacak. Japonya ya da Güney Kore de kendi nükleer caydırıcı güçlerine sahip olmak isterlerse şaşırmayın. Eğer Amerikalılar neden Ukrayna'yı önemsemeleri gerektiğini düşünüyorlarsa, nükleer silahlanma bir neden olabilir. İhanetin sonuçları vardır ve dünya bunu bir kez daha zor yoldan öğrenecek gibi görünüyor."

Dünyanın en büyük nükleer cephaneliğine sahip Rusya'nın bu silahları Ukrayna'ya karşı kullanması söz konusu olabilir mi? Uzmanlara göre böyle bir ihtimal olduka zayıf ama tamamen imkânsız da değil. Peki böyle bir durumda ne olur? Kaygılı Bilim İnsanları Birliği'nin Küresel Güvenlik Programı Direktörü Tara Drozdenko, bu soruyu Insider için yanıtladı. Rusya'nın nükleer silahlarını ateşlemesi durumunda NATO'nun ve ABD'nin de karşılık verebileceğini söyleyen Drozdenko, "Modern silahlar Hiroşima ve Nagazaki'ye atılanlardan 20-30 kat daha güçlü" derken, ABD ve Rusya'nın ellerindeki tüm silahları kullanmaları durumunda dünya üzerindeki medeniyetin sonunu getirebilecek büyüklükte sonuçlar yaşanacağını öne sürdü. Oregon State Üniversitesi'nden nükleer bilimler profesörü Kathryn Higley ise tek bir nükleer silahın bir şehri haritadan silme gücüne sahip olduğunu belirterek, "Silahın büyüklüğü, topografi, infilak noktası, rüzgar yönü gibi faktörler çok belirleyici" diye konuştu. 1000 kilotonluk bir nükleer silah patladığında önce turuncu bir ateş topu ortaya çıkıyor ve deprem benzeri sarsıntılar yaşanıyor. Patlamanın merkezinde olanların hayatta kalması neredeyse imkansız. Bombanın etkisiyle 8 kilometreye kadar mesafedeki kişilerde birinci derece, 10 kilometreye kadar mesafedekilerde ikinci derece, 11,5 kilometreye kadar olanlarda ise üçüncü derece yanıklar görülüyor. 85 kilometreye kadar da geçici körlük vakaları yaşanıyor. Patlama sonucu oluşan toz ve nükleer parçacık bulutları ise atmosfere yayılıyor. Bu yayılım radyasyon zehirlenmesine neden oluyor. Yayılım güneş ışınlarının dünyaya erişimini de engelleyerek hava sıcaklıklarını düşürüp tarım üretimine uzun yıllar sürecek zararlar veriyor.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Güncel Haberleri