Hatırlayacaksınız, hafta içinde "Saray neden Anayasa değişikliği istiyor?" başlığıyla, iktidarın yeni anayasa çağrıları konusunda bir yazı yazmıştım. Yazıya, Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı Mehmet Uçum'dan yanıt geldi.
Mehmet Uçum, tartışmalara yol açan çok önemli iki konuda, net ifadelerle açıklamalarda bulundu ve yapılması düşünülen anayasa değişikliğinde, şu iki konuyu netleştirdi:
Öncelikle Uçum, eğer yeni anayasa yapılırsa, bunda sözü edildiği gibi cumhurbaşkanının yüzde 50 artı 1 oyla seçilmesi konusunda bir değişiklik düşünülmediğini söyledi.
Uçum'un bir başka açıklaması da, Cumhurbaşkanlığı'nın, üçüncü kez aday olup olmaması konusunda; Uçum'a göre bu konuda da bir değişiklik yapılmayacak, çünkü zaten meclis seçim kararı alırsa Erdoğan aday olabilir.
Uçum şöyle dedi:
"Çok önemli bir nokta gözden kaçıyor. Üçüncü dönem için yeni bir anayasa ihtiyaç yok zaten. Eğer TBMM 2028 başlarında 360 milletvekili ile seçimlerin yenilenmesi kararı alırsa o zaman istisnai adaylık devreye girer ve Cumhurbaşkanı Erdoğan üçüncü dönem ve son kez aday olma hakkına sahip olur."
Uçum'un bu açıklamasına göre, eğer TBMM 2028 yılında 360 milletvekilinin oyuyla erken seçim kararı alırsa ve Erdoğan yeniden aday olup, seçilirse 2033 yılına kadar görevde kalabilecek. Halen TBMM'de AKP'nin 263, ortağı MHP'nin ise 50 milletvekili var, ikisinin toplam oyu 313 oluyor ve seçimlerin yenilenmesi kararına yetmiyor. Ama eğer örneğin İyi Parti (44 milletvekili) ve DEVA (15 milletvekili) böyle bir kararı desteklerse, 360 aşılır ve Erdoğan'ın önü açılmış olur.
NEDEN YENİ BİR ANAYASA?
Cumhurbaşkanı Başdanışmanı ve Cumhurbaşkanlığı Hukuk politikaları Kurulu Başkanvekili Mehmet Uçum, 'İktidar neden yeni bir anayasa istiyor?" sorularına da yanıt verdi.
Ve bu yanıtları verirken, hazırlanacak yeni anayasada şu niteliklerin vazgeçilmez olduğunu söyledi:
"Cumhuriyetin, Cumhuriyetimizin kurucu lideri Atatürk’ün, üniter yapının, adalet ve insan haklarına dayanan, demokratik, laik, sosyal devlet ve hukuk devletinin temel olduğu, resmî dilin Türkçe, bayrağın ay yıldızlı Al Bayrak, millî marşın İstiklal Marşı, başkentin Ankara olduğu bir anayasa Milletimizin vazgeçilmezidir."
Uçum'un sözünü ettiği bu vazgeçilmez ilkeler, halen Anayasa'nın ilk dört maddesinde yer alıyor.
Uçum'un, 'Neden yeni anayasa?' sorusuna verdiği yanıtlar, bu yazının kapsamını aşacak kadar geniş boyutlu olduğu için, yazının tümüne, alttaki linkten ulaşabilirsiniz.
YÜZDE 50 ARTI BİR KONUSU
Yeni anayasanın 2023 Anayasa'sı olması gerektiğini söyleyen Mehmet Uçum, yüzde 50 artı 1 oyla seçilmenin aynen korunacağını söylerken, bunun gerekçesini yine uzun bir notla açıkladı. Uçum'a göre yüzde 50 artı 1, Türkiye için olması gereken bir koşul ve bunun gerekçeleri de şöyle:
"Bazı siyasi mecralar, yüzde elliden fazla destek almayı imkansız gördükleri için buna karşı çıkmaktadırlar. Ama bu halkın çıkarına değildir. Türkiye toplumu çeşitliliği olan bir toplumdur. Bu oranı azaltmayı istemek, Milli birliğin zayıflamasına, siyasi istikrarın sarsılmasına, uzun süreli program uygulamanın engellenmesine, halkın gücünün azaltılmasına, halka dayanan siyasetin zayıflamasına ve halka rağmen siyaset anlayışının öne çıkmasına sebebiyet verebilir."
Mehmet Uçum'un bu konudaki açıklamaları da, bu yazının boyutlarını aşacağı için, onu da isteyen baksın diye ek olarak alttaki ikinci linkten ulaşabilirsiniz.
VE UÇUM'UN İDDİALARINA KARŞI GÖRÜŞLER
Erdoğan iktidarının Türkiye'ye getirdiği "Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi"nin teorisyenlerinden olan Mehmet Uçum'un iyi bir hukukçu olduğu malum. Yeni anayasaya anlatırken kullandığı "Gelişkin bir demokrasi", "Özgürlükçü anayasa", "Sosyal adalet", "Yargılama süreçlerinde halk iradesinin etkili olması" gibi ifadeler kulağa hoş geliyor.
Ancak meselenin bir de başka yönü ver. Uçum'un açıklamalarını, bir önceki yazımda adı geçen siyaseten tecrübeli isme anlattım ve sordum, bana şöyle dedi:
"İyi güzel de, Türkiye'nin temel bir meselesi var. Bu da, Uçum'un da mimarı olduğu 'Tek adam' yönetiminin uygulanmasından sonra ülkenin her alanda gerilemesi. Ülke, bu rejim uygulandığından bu yana, 'iflah' olmadı, hayat pahalılığı, işsizlik, yolsuzluk, adam kayırma, popülizm gırla gidiyor, enflasyon artıyor, ülke ekonomik olarak küçülüyor. Adalet sistemi ise, zaten çökmüştü, hatalı uygulamalarla daha da çöktü, tek bir örnek verelim: 'Nasılsa kiracılar, ev sahiplerinden kalabalıktır, oyları lazım' diye popülist bir kararla kiralara getirilen yüzde 25 zam sınırı yüzünden memleketin 900 bin ev sahibi, 9 milyon kiracı ile düşman oldu, bu yasa yüzünden 10'dan fazla cinayet işlendi. Anayasayı değiştirelim de, bunları kim çözecek?"
Bu soruları da dostumuz Mehmet Uçum'a yöneltmek, gazetecilik görevimiz.
MEHMET UÇUM'A GÖRE NEDEN YENİ BİR ANAYASA?
MEHMET UÇUM'A GÖRE YÜZDE 50 ARTI BİR MADDESİ NİYE DEĞİŞMEZ?
MEHMET UÇUM'A GÖRE TÜRKİYE’NİN YENİ ANAYASA İHTİYACI
VE TEMEL YAKLAŞIMLARA İLİŞKİN NOTLAR
- Neden Yeni Bir Anayasa
Yeni Anayasa konusu hem ülkemizin toplumsal, siyasal ve hukuksal süreçleriyle şekillenen bir ihtiyaçtır. Hem de günümüz dünyasının dönüşüm sürecinde ortaya çıkan ihtiyaçlarla iç içe geçen bir ihtiyaçtır.
Dünya açık güç savaşlarının ve alt üst oluşların yaşandığı bir ara dönemden geçiyor. Bu dönemin temel özelliği küresel emperyalizm ile milli devletler arasındaki çatışmadır.
Böyle bir çatışma ortamında milli devletlerin bağımsızlıklarını korumaları, güçlendirmeleri, iş ve güç birliği yapmaları son derece önemli hale geldi.
Milli devletler dört ana kolon üzerinden varlıklarını güvenceye alabilir:
Buna göre;
-ülkesel aidiyet, yurtseverlik, millet bilinci ve tarihsel birikimle belirlenen devlet-ulus ilişkisi,
-siyasal ve sosyal sistemin temelini ve esaslarını belirleyen devlet-toplum ilişkisi,
-haklar ve özgürlükler yaklaşımıyla şekillenen ve işleyen devlet-birey ilişkisi,
-küresel sistem içinde ülkelerin yerine ve rolüne göre ortaya çıkan ülke-dünya ilişkisi,
bu dört ana kolonu oluşturuyor.
Bu dört ana kolondan oluşan milli devlet yapısının temel ve bağlayıcı metni anayasadır.
Mevcut 1982 Anayasasının bu konularda hem yetersiz hem sorunlu olduğu genel kabul görüyor.
1987 yılından beri yani tam 36 yıldır Türkiye’de yeni ve sivil bir anayasa talebi var. 1987 ila 2017 arasında 23 değişiklik yapılmasına ve bunlardan 19’unun yürürlüğe girmesine rağmen yeni anayasa talebi her zaman ülke gündeminde çeşitli seviyelerde yer aldı.
Başlangıçta 177 asıl maddeye sahip 1982 Anayasası şu anda 154 asıl madde olarak caridir. Cari maddelerin 96’sı otuz yıl içinde 19 seferde 184 hususta değişikliğe uğradı. Buna rağmen Türkiye’de yeni anayasa ihtiyacı ortadan kalkmadı. Çünkü 1982 Anayasasının 58 maddesi hiç değişmedi. 45 maddesinde ise esasa münhasır olmayan değişiklikler oldu. Yani yürürlükteki 154 maddenin 103’ü bütün esaslarıyla darbe anayasasının hükümleridir.
Hem darbe ürünü olan hem de bu kadar çok değişikliğe uğrayıp bütün iç tutarlılığını, dil ve terim uyumunu yitirmiş yamalı bohçadan beter bir anayasayla yaşamak Cumhuriyetin 100. Yılında ülkemize yakışan bir durum değildir.
- Nasıl Bir Yeni Anayasa
- Devlet-Ulus İlişkisinin Anayasal Esasları
Elbette yeni bir anayasa hedeflense de sıfırdan, sil baştan bir kurgu olmayacağı tüm toplumda genel kabul görüyor.
Cumhuriyetin, Cumhuriyetimizin kurucu lideri Atatürk’ün, üniter yapının, adalet ve insan haklarına dayanan, demokratik, laik, sosyal devlet ve hukuk devletinin temel olduğu, resmî dilin Türkçe, bayrağın ay yıldızlı Al Bayrak, millî marşın İstiklal Marşı, başkentin Ankara olduğu bir anayasa Milletimizin vazgeçilmezidir.
Yeni anayasada halk iradesinin temel kazanımı olan başkanlık sisteminin ve tüm kuvvetler açısından demokratik meşruiyet ilkesinin korunması ve geliştirilmesi de özellikle 14 ve 28 Mayıs 2023 seçimlerinden sonra halkımızın verdiği bir talimata dönüşmüştür.
Açıktır ki Cumhuriyetimizin ilkeleri ve demokratik birikimimiz yeni anayasanın kaidesi yani en sağlam temeli olacaktır. Bu temel üzerinde yükselecek ve 41 yıl sonra darbe anayasasından tamamen kurtulmamızı sağlayacak adıyla, felsefesiyle, çağımıza uygun içeriğiyle yeni bir anayasadan söz edebiliriz.
Kurumsal yapıların ve seçkinlerin taleplerine ve iradelerine değil halkın talep ve iradesine yani milli iradeye göre hazırlanan sivil bir anayasa diyebiliriz.
- Devlet-Birey İlişkisinin Anayasal Esasları
Türkiye’nin her ferdinin kendini asli unsuru olarak saydığı kapsayıcı Türk Milleti ve Türk Vatandaşlığı yaklaşımının esas olduğu kuşatıcı bir anayasayı ifade edebiliriz.
Kişinin her türlü hak ve özgürlüklerinin eksiksiz yer aldığı, yeni kuşak hak ve özgürlük alanlarının tanımlandığı, hak ve özgürlüklerin esas, sınırlamaların istisna olduğu özgürlükçü bir anayasa vurgusu yapabiliriz.
Kişilerin maddi ve manevi varlığını korumayı ve geliştirmeyi güvenceye alan, doğanın, çevrenin, iklimin, denizlerin, kıyıların, ormanların, su kaynaklarının, doğal kaynakların, yer altı zenginliklerin korumasını, doğru ve kamu yararına kullanılmasını güvenceleyen, doğal afetlere karşı insanı koruma amacına hizmet edecek hukuksal tedbirleri içeren özetle bireyi kendisi, ailesi, sosyal çevresi ve doğasıyla birlikte ele alan koruyucu bir anayasanın ne kadar önemli olduğunun altını çizebiliriz.
- Devlet-Toplum İlişkisinin Anayasal Esasları
Herkesin gelir güvencesine sahip olması, genel olarak fırsat eşitliği, çalışanlar bakımından adil bir asgari ücret, ücretsiz sağlık hakkı, ücretsiz eğitim hakkı, eksiksiz sosyal güvenlik hakkı, hassas sosyal gruplara ilave destekler, farklı sosyal yardım ve sosyal hizmet imkanlarının geliştirilmesi, çalışma hakkının eksiksiz gerçekleştirilmesi, toplumda gelir grupları arasındaki farkları yukarıya doğru azaltacak adil bir gelir dağılımı sistemine geçiş gibi bir çok sosyal adalet yaklaşımına ve yeni sosyal politikalara imkan veren sosyal bir anayasayı kuvvetle söyleyebiliriz.
Toplumsal meşruiyeti güçlü demokratik sistem, elektronik demokrasi/birey inisiyatifli demokratik sistem işleyişinin geliştirilmesi için elektronik katılım hakkı, halkın milletvekilini geri çağırma hakkı, halkın yasa teklif hakkı, halkın itiraz edici referandum hakkı, halkın Anayasa Mahkemesine başvuru hakkı, yasama sürecine halkın katılım imkanlarının ve mecralarının çeşitlendirilmesi ve güçlendirilmesi, yargılama süreçlerinde halk iradesinin de etkili olacağı yapılar ve fonksiyonlar gibi kurumlar yoluyla gelişkin demokrasiye imkân veren bir anayasayı işaret edebiliriz.
- Ülke-Dünya İlişkisin Anayasal Esasları
Nihayet devletin maddi ve manevi varlığını korumayı ve geliştirmeyi güvenceye alan, ülkesel tam bağımsızlığı bütün boyutlarıyla korumaya ve güçlendirmeye imkân veren milli bir anayasa yaklaşımının esas olması gerektiğini vurgulayabiliriz. Her egemen devlet pozitif hukukunu oluştururken ve uygularken beka esaslı bir politik hukuk anlayışıyla hukuk üretimini yapar ve beka anlayışıyla uygular. Nitekim pek çok batı devletinin yaptığı budur. Beka tehdidi oluşturacak ya da beka tehditlerine zemin ve güç kazandıracak bir hukuk uygulaması evrensel hukuk (!) adına olsa bile egemen bir devlet açısından meşru değildir ve asla kabul edilemez. Bu nedenle yeni anayasa hedefinde milli anayasa yaklaşımı belirleyicidir.
- Hangi Yöntemle Yeni Anayasa
Halkın taleplerine dayanarak hazırlanan anayasa taslağının kamuoyu/sivil toplum tartışmasından sonra teklife dönüşmesi ve TBMM’de 400’den fazla oyla kabul edilse bile halkın onayına sunularak yürürlüğe girmesi yöntemini dikkate alan toplum merkezli anayasacılık hususunda Milletimiz nezdinde genel mutabakat olduğu gözleniyor. Özetle halkla başlayıp halkla biten bir yapım süreci, demokratik meşruiyet ve şeffaflık açısından en doğru yöntem olarak öne çıkıyor.
- Hangi Adla Yeni Anayasa
Türkiye’de anayasalar kabul edildikleri yılın adıyla anılır. Yürürlükteki anayasa da bu sebeple 1982 Anayasası olarak adlandırılır. Ancak bu hukuki bir zorunluluk değildir. Doktriner ve yargısal bir teamüldür.
Bu nedenle Türkiye eğer 2028’e kadar devam edecek TBMM’nin 28. Döneminde yeni bir anayasa kavuşursa yeni anayasanın, 2024 veya sonraki bir yasama yılında kabul edilse bile 2023 ANAYASASI olarak adlandırılması çok anlamlı olur. Anayasanın bu şekilde adlandırılacağı başlangıç metni içinde ifade edilebilir. Böylelikle Türkiye Yüzyılının Anayasası “2023 Anayasası” adıyla Cumhuriyetin Yüzüncü Yılının Anayasası olarak tarihe geçer. Bu sembolizm Türkiye Cumhuriyeti’ne bağlığın anayasanın içeriğinin yanı sıra adıyla da işaretlenmesi olarak kabul edilebilir.
Hedef 2023 Anayasasıdır. 2023’ten sonra hangi yılda kabul edilirse edilsin Türkiye Yüzyılında kabul edilecek yeni anayasanın adı 2023 ANAYASASI olmalıdır.
O nedenle gelin hep birlikte Cumhuriyetin Yüzüncü Yılını da kapsayan TBMM’nin 28. Yasama döneminde TÜRKİYE ANAYASA MUTABAKATI (TAM) sağlayalım. Bu kez olsun TAM OLSUN diyelim. TÜRKİYE YÜZYILINI YENİ ANAYASAYLA GÖRKEMLİ BİR ŞEKİLDE BAŞLATALIM.
CUMHURBAŞKANININ YÜZDE ELLİDEN FAZLA OYLA SEÇİLMESİNİN BAZI ANLAMLARI ÜZERİNE
1- Bu Kuralla Halkın Bir Sorunu Var mı:
Cumhurbaşkanının yüzde elliden fazla oyla seçilmesini sorun olarak görmenin halkın siyasal sistemin işleyişindeki iradesini geliştirmeye bir katkısı olmaz, olamaz. Aksine halkın iradesini zayıflatma, sınırlandırma etkisi doğurur. Çünkü bu kural halkın hükümeti seçmesinde bir tıkanıklık yaratmaz. Ya ilk turda ya da ikinci turda halk Cumhurbaşkanını seçerek hükümeti sandık yoluyla doğrudan kurar. Dolayısıyla bu kuralla halkın/seçmenin hiç bir sorunu yoktur ve olamaz. Tam tersine bu kuralla ve bu kuralın zorunlu sonucu olan iki turlu seçimle halk seçmen olarak çok daha etkin hale gelmiş seçenekleri çoğalmış ve seçme özgürlüğü güçlenmiştir.
Ayrıca Halkımız bu kuralı iki kez kabul etmiş ve bu kurala göre üç kez de seçim yapmıştır. 2007 ve 2017 Anayasa değişikliklerinde halkımız Cumhurbaşkanının yüzde elliden fazla oyla seçilmesini iki kez referandumda kabul etmiştir. 2014’de eski sistemde 2018 ve 2023’de yeni sistemde halkımız üç kez bu yöntemle Cumhurbaşkanı seçmiştir. Bu seçimleri de ilk ikisini ilk turda üçüncüsünü ilinci turda tamamlamıştır. Demek ki halkımız açısından bu temel kural sadece Anayasa hükmü haline getirilerek değil aynı zamanda uygulanarak tecrübe edilmiştir. Böylece bu kural demokratik birikimimizin bir kazanımına dönüştürülmüştür.
2- Bu Kurala Karşı Çıkma Gerekçeleri ve Asıl Amaç Nedir:
Peki bu temel kural halkın lehine olmasına rağmen buna niye karşı çıkılır. Siyasi hesaplar açısından bakılırsa iki eğilim tespit edilebilir:
-Bazı siyasi mecralar hiç bir zaman yüzde elliden fazla destek almayı mümkün görmedikleri veya imkansıza yakın zor gördükleri için buna karşı çıkmaktadırlar.
-Bazı siyasi gruplar ve kişiler ise içinde oldukları siyasi mecranın her zaman yüzde elliden fazla destek almasının mümkün olamayacağı endişesiyle karşıt tutum almaktadırlar.
Bu karşı çıkış gerekçelerinin hiç birisi halkın çıkarına değildir. Çeşitli siyasi mecraların veya bazı siyasi grup ve kişilerin dar çıkarlarına ilişkin gerekçelerdir.
Demokratik siyasette ne zamanki siyasi aktörler halkın tümünün ihtiyacı veya halkın ortak çıkarları üzerinden siyaset yapmak yerine kendi dar siyasi menfaatlerini öne çıkarmışsa bundan zarar gören hep halk olmuştur. Bunu yapanlar da kendileri için kısa süreli bir fayda sağlamış olsalar bile sonra yok olup gitmişlerdir. Çünkü halk sadece kendi çıkarları yahut bazı çıkar grupları üzerinden siyaset yapan siyasi aktörlere ve oluşumlara demokratik rutin içinde uzun süre hayat hakkı vermez. Türkiye’nin demokratik siyasi tarihi halk tarafından bu sebeplerle siyasi ömrüne son verilmiş bir çok siyasi oluşuma ve siyasi aktöre şahitlik etmiştir.
Siyasi yaklaşımların ötesinde asıl önemlisi egemenliğin kullanımı açısından bu temel kuralı hedefe koyan anlayışlardır. Bu zihniyettekiler Milli Egemenliğin kullanımında halkın iradesini belirleyici hale getiren bu temel kurala egemenliğin halk iradesine dayanan bütünsel kullanımını parçalamak hedefiyle karşı çıkmaktadır. Bunun için de halkın iradesinin kapsayıcı bir şekilde gerçekleşmesini sağlayan yüzde elliden fazla oyla hükümet seçimini değiştirerek halkın iradesini olabildiğince bölecek bir modele geçmeyi zorlamaktadırlar. Böylelikle sosyal tabanı zayıf, seçmen desteği yetersiz dolayısıyla güçsüz ve yönetim istikrarı sağlayamayacak hükümetler kurulması ve bu hükümetlerin dar çıkar odaklarının kontrolünde olmasını istemektedirler. Asıl vahim olan da budur.
3- Bu Kuralın Türkiye Açısından Manası Nedir:
Öte yandan Türkiye’de hükümetin yüzde elliden fazla oyla seçilmesinin çok daha özgün ve derin anlamları vardır.
Türkiye Toplumu alt kimliklerde çeşitliliği olan bir toplumdur. Bunun iki manası vardır.
Birincisi Türk Milleti farklı alt kimlik gruplarının bir bileşkesidir. Dolayısıyla Türk Milletinin ve toplumsal bütünlüğümüzün ayrılmaz bir parçası olarak tek bir üst kimliğe sahip olan her alt kimlik grubu kendilerine özgü bazı farklı özelliklere de sahiptir.
İkincisi ise ulusun ve toplumun yapı taşı olan bireylerimiz Türk Milleti ve Türk vatandaşlığı açısından tek bir kimliğe sahip olmakla birlikte kendi mecralarında tek boyutlu ve tek kimlikli değildir. Her birey birden çok alt kimliğe sahip olarak çeşitli alt kimlik gruplarının kesişim alanlarında yer almaktadır.
Toplumumuzun bu özellikleri sosyolojik ve siyasal istikrarı korumak için her mecrada, her yapıda, her sistemde ve her yaklaşımda mutlak surette ve belirleyici bir faktör olarak hesaba katılmalıdır.
Bu hesabı yaparken önemli temel verilerden birisinin daha altını çizmek gerekir: Türkiye Toplumu ve onu oluşturan bireyler çoklu alt kimliklere sahip olmanın yanı sıra aktüel siyasi süreçlerde ortak karar alma ihtiyacı doğduğunda hiç bir alt kimlik grubu tek başına toplumun çoğunluğunu oluşturmamaktadır. Yani hiç bir alt kimlik grubu gerek halk kesimi olarak gerekse seçmen olarak yüzde elliden fazla bir sosyolojik güce sahip değildir. Hepsinin sosyal tabanı yüzde ellinin altındadır. Bu durum adeta maruf ve meşhur bir vakıadır. Zaman zaman yapılan araştırmalar da aynı sonucu vermektedir. Zaten toplumsal hayat pratiklerimiz ve çeşitliliğimiz bu olguyu her gün gözlemeye de imkan sağlamaktadır.
- Sosyolojik İstikrar:
Bu derin ve güçlü sosyolojik gerçekliğimiz karşısında siyasal sistemin kuruluş ve işleyişinde halkın iradesini yüzde elliden fazla seçmen desteğiyle belirleyici hale getirmek sosyolojik istikrarın temel güvencesi olur. Çünkü sosyolojik istikrar ancak ve ancak toplumu oluşturan tüm alt kimlik grupların desteğiyle kurulan ve işleyen bir siyasal sistem içinde sağlanır. Türkiye’de hiç bir Cumhurbaşkanı adayı toplumun bütün çeşitliliğini dikkate almadan yüzde elliden fazla destek alamayacağına göre dışlayıcı siyasetlerin siyasal sistemde etkili olmasının önüne geçilmiş olur. Bunun yerine yüzde elliden fazla desteği aşağı çekerek hükümet kurma tercihlerine yönelmek dışlayıcı siyasete alan açar, toplumun şu ya da bu kesimini siyasal sistem dışına iter. Seçimi iki turlu yüzde kırkbeşe, yüzde kırka indirmek veya tek turlu basit çoğunluğa çekmek dışlayıcılık açısından nitelik olarak aynı sonucu verir sadece nicelik/derece farkı olur. Dışlayıcı siyaset akımları yüzde elli desteğin altındaki her modelde kendine güçlü yaşam alanları bulur ve toplumsal mühendislik yeniden hortlar. O zaman halkın her kesimi açısından elde edilmiş özgürce yaşam kazanımları bir kez daha tehdit altına girer. Türkiye yeniden böyle bir türbülansa sürüklenirse bu kez toplumsal bütünlüğü korumak ve Milli Birliği ayrılıkçı tehditlere karşı eksiksiz savunmak çok daha zor hale gelir.
- Siyasi İstikrar:
Siyasi istikrar hükümetin halkın iradesine dayalı kuruluşunun önünde bir engel bulunmaması ve kuruluşun sayısal meşruiyetinin tartışmasız olmasıyla tam olarak sağlanır. Hükümetin kuruluşundaki aşamalı engeller, sayısal oranlardaki sorunlar her zaman siyasi istikrarsızlık üretir. Türkiye’nin parlementer sistem tarihi hükümet sebebiyle yaşanan onlarca ağır siyasi istikrarsızlık krizleriyle doludur. Darbelerin temel gerekçesi de hep bu siyasi istikrarsızlık krizleri olmuştur. Buna karşılık yüzde elliden fazla oyla hükümet kurulması ve bu kuralın gereği olarak iki turlu seçim yapılması siyasi istikrarı tam olarak sağlamanın güvencesidir. Halk birinci turda (24 Haziran 2018 olduğu gibi) ya da ikinci turda (28 Mayıs 2023 olduğu gibi) her halükarda sandıkta hükümeti kurar. Yüzde elliden fazla destek zorunluluğu da sayısal meşruiyetin esasını oluşturur, sayısal meşruiyete ilişkin tüm tartışmaları ortadan kaldırır.
- Yönetim İstikrarı
Yönetim istikrarı uzun erimli programların hayata geçirilmesini sağlayarak; toplumsal ihtiyaçların azami ölçüde karşılanması ve ülke menfaatlarının en yüksek seviyede korunması için uygun zemini oluşturur. Bu nedenle son derece önemlidir.
Yönetim istikrarının iki boyutu vardır:
Birincisi uzun süreli hükümetler olması, yani mümkün olduğunca iki seçim arası dönemde yeni hükümet kuruluşuna ihtiyaç duymadan hükümet etmenin gerçekleşmesidir.
İkincisi iki seçim arası dönemde hükümet değişimi ihtiyacı doğarsa bu değişimin bir yönetim krizine sebebiyet vermeden en hızlı ve demokratik şekilde yapılarak yönetimde devamlılığın sağlanmasıdır.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi yönetimde istikrarın bu iki boyutunu da güvence altına alır.
Güçlü, istikrarlı ve uzun erimli yönetimler ancak kapsayıcı bir halk oyuna ve desteğine dayanmakla sağlanır. CHS’de bu gücü sağlayan iki turlu ve yüzde elliden fazla oya dayanan seçim sistemidir. Böyle bir kapsayıcılıkla hükümetin kurulması iki seçim arası dönemde hükümet yönetimindeki istikrarın birinci garantisini oluşturur.
Olağan dışı şartların istisnaen gerçekleşmesi halinde ise seçimlerin yenilenmesi yoluyla hükümetin çok kısa süre içinde yine doğrudan halk tarafından yüzde elliden fazla oyla kurulması yönetimdeki istikrarın ikinci garantisidir. Çünkü bu şekilde yönetim krizi doğmadan hükümetin/yönetimin yenilenmesi veya değişmesi sağlanır.
4- Sonuçlar:
Tüm bunlar birlikte değerlendirildiğinde iki turlu ve yüzde elliden fazla oyla Cumhurbaşkanının seçildiği sisteme karşı çıkmak ve bu oy oranını azaltmayı istemek;
- Türkiye Toplumunun sosyolojik istikrarının bozulmasına ve Milli Birliğin sosyal temelinin zayıflamasına,
- Hükümetlerin kuruluşu ve işleyişi açısından siyasi istikrarın sarsılmasına ve siyasi krizler doğmasına,
- Yönetim istikrarını bozacak koşulların oluşmasına ve böylelikle uzun süreli yönetim programı uygulamalarının engellenmesine,
- Halkın iradesinin hükümetin kuruluş ve işleyişinde daralmasına ve çok parçalı tercihlere zorlanarak halkın gücünün azaltılmasına,
- Sosyolojik siyasetin/halka dayanan siyasetin zayıflatılmasına ve halka rağmen siyaset anlayışının öne çıkmasına,
sebebiyet verir.
Böyle bir talebin aslında sadece belli siyasi mecraların siyasi elitlerinin ve çeşitli dar çıkar odaklarının işine yarayacağı, buna geçişin Türkiye karşıtı güçlerin hükümet üzerinden ülke aleyhine operasyon yapacağı uygun ortamlar oluşturacağı çok net bir şekilde ortaya çıkar.
Şimdi bir kez daha soralım yüzde elliden fazla oyla Cumhurbaşkanı seçimine karşı çıkmak halkın ve ülkenin yararına mıdır?
Yoksa Milli Birliğimizin güvencelerinin en önemlilerinden biri olan bu temel kurala karşı çıkmanın arkasında başka hesaplar mı vardır?