Kendisinin bir manada ilk edebiyat deneyimi olan ya da öyle olduğunu zannettiğim, babasının şiirlerini “Plastik Kaplı Bir Defter”e kaydetme edimini “Şiirleri İçmek Aynı Kadehten” isimli kitabının (babası Şükrü Erdoğan’ın şiirleri ile birlikte kendi şiirlerinin yer aldığı kitap) arka kapağından okurken kendimi şahsiyeti yahut bireyi silip süpüren post-modern kurgunun içindeymiş gibi hissettim. Elimde duran kitaplar, büyülü bir kalemden çıkmış kim olduğu bilinmeyen adı olsun diye ad konmuş bir kızın gayrı şahsi aforizmalarına dönüşüverdi avucuma…
Post-modernistlerin iştahını kabartan bir cümle düşünün: “Sigara ve anason kokulu odada başladı bu edebiyat yolculuğu. Bir hayattan bir başka hayata bir adamdan bir liseli kıza miras, satırların erilden dişile, animustan animaya mutasyonuyla başlayan bir serüven…” daha iyisini işin ehli bilir. Ama Çocuk Gelinlerin Hazin Öyküsü Halkasız Köleler’de siz bir sosyal sorunu okurken ben cinsiyetsiz bir mesaj çıkardım “Cemile Terk Edildi” hikayesinden… Gerçekleşmeyen yahut arzu ettiğimiz şekilde gerçekleşmeyen her aşk serüveni gelecekte aklınızın sizinle dalga geçeceği bir akıl olayından başka bir şey değildir. En azından bana göre öyle….
Elbet Bir Gün Buluşacağız isimli romanında bilinçdışı kapısının ardındaki bu sözü tekrar eden kırk altı yıllık (rakam çok manidar) söyleyen Betül Erdoğan’ın Animus’u mudur onu bilemem ama bildiğim Edebiyat tarihinde bu roman tahlil edildikçe ortaya çıkacak olan yorumlara en çok kendisi şaşıracak… Her eserinde bir özlemin peşine düşen Erdoğan bunu “Anılara Saygı Günü”nde açıkça itiraf ederken yaşamışlığı içinde saklayan son romanı olan “AREV”i mutlaka okurken ya da okuduktan sonra Pascal Casanova’nın “Milli Edebiyat Cumhuriyeti” ile Gregory Jusdamis’in “Gecikmiş Modernlik” isimli kitaplarını mutlaka okumanızı öneririm.
ONUR AKBAŞ