Bu lekenin analizi bize pigmentin nasıl yapıldığını, neyden yapıldığını ve hatta onu yapan insanlar hakkında bilgi verebilir.
Çalışmanın ortak yazarı Darryl Butt konuyu, “Portrelerin anlamını ve kökenini anlamak, onları birbirine bağlamanın yollarını bulmak ve en başta neden boyama ihtiyacı duyduklarını bir kültürel anlayış geliştirdikleriyle çok ilgileniyoruz.” şeklinde özetliyor.
Fayyum mumyalar
Mor pigment içeren portre Mısırlı bir mumyadan geldi, ancak bu alışık olduğumuz Tutankamon’un altın lahitleri gibi veya duvar resimleri ve papirüsler üzerindeki profilden betimlenen resimler gibi ya da hepimizin bildiği mumya filmlerdeki gibi bir mumya tipi değil.
“Sakallı Bir Adamın Portresi” adlı portre, Mısır’ın bir Roma vilayeti olduğu 2. yüzyıla ait, bu nedenle de portreler, önceki dönemlerin Mısır sanatından daha gerçekçi ve daha az ‘hiyeroglif gibi’. Bu portrelerin çoğu Fayyum adlı bir bölgeden geliyor ve bölgede buna benzer yaklaşık 1.100 kişinin mumyasının var olduğu biliniyor.
Ahşap üzerine boya yapmışlar ve mumyalanmış bedeni keten bezlere sarmışlar. Portrelerde ise ölen kişiye benzemesinin yanında gerçek ya da olmasını istedikleri statüyü ifade etmeyi amaçlamışlar. Bu statü fikri aslında çok önemli, çünkü odaklandığımız portredeki adamın togasında (genellikle bir tunik üzerine giyilen Antik Roma’nın en karakteristik giysisi) üzerindeki clavi adı verilen mor şeritler bulunuyor.
Portrenin bulunduğu Baltimore’daki Walters Sanat Müzesi’nden Glenn Gates,”Antik Roma’da senatörler veya binicilik rütbesinde olanlar toga üzerinde clavi denen mor şeritler kullanıyordu. Bu mezar sahibinin de togası üzerindeki mor pigmentlerden anladığımız clavi’lere sahip olması, belki de sonraki yaşamında da öneminin devam edeceğini gösteriyordu.” diyor.
Butt, mor rengin bazı kültürlerde ölümün, bazılarında ise yaşamın sembolü olarak görüldüğünü söylüyor. Mor eski zamanlardan günümüze kadar kraliyet ailesiyle ilişkilendirilen bir renkti. Yazar Victoria Finlay’in sözleriyle açıklayan Butt, görünür renk spektrumunun sonunda yer alan morun, bilinenin sonunu ve bilinmeyenin başlangıcını temsil edebileceğini söylüyor.
Butt, “Bu nedenle, bu portrede morun varlığı, neyden yapıldığını ve ne anlama geldiğini merak etmemize neden oldu. Mor renk birçok soruyu aklımıza getirdi.” diyor.
Göl?? pigmentleri
Gates, mikroskopla bakarak, pigmentin tipik boya parçacıklarında on ila yüz kat daha büyük parçacıklar içeren ezilmiş cevherler gördü. Nasıl yapıldığı sorusuna cevap alabilmek için Gates, analiz edilmesi maksadıyla bir pigment parçacığını Butt ve ekibine gönderdi. Parçacık insan saçı ile hemen hemen aynı diyebileceğimiz bir çapta, yani sadece 50 mikron çapındaydı, bu da onu incelemeyi zorlaştırdı.
“Parçacık bana Baltimore’dan, iki küçük cam panel arasına sıkıştırılarak gönderildi. Taşıma sırasında yaklaşık bir milimetre hareket ettiği için onu bulmamız iki gün sürdü… Bunun gibi bir şeyi analiz etme süreci, bir pire üzerinde ameliyat yapmaya benzer.” diyor Butt. Ekip, parçacığı numune tutucu plakaya aktarmak için ucunda az miktarda yapışkan olan bir kirpik kullandı.
Araştırmacılar, bu parçacık kadar küçük örneklerin daha da küçük numunelerini araştırmak için, odaklanmış iyon ışını kullanırlar. Bu yöntemle numunelerin temel bileşimleri analiz edilebilir.
Peki ne buldular? Bulunan sonuçları anlayabilmek için önce boyaların ve pigmentlerin nasıl yapıldığını bilmeniz gerekir.
Pigment ve boya aynı şey değildir. Boyalar saf renklendiricilerdir. Pigmentler ise boyalar, mineraller, bağlayıcılar ve boya olarak kullanılabilecek diğer bileşenlerin birleşimidir. Başlangıçta, mor boyalar Murex adı verilen bir deniz salyangozu cinsinden elde edilirdi. Butt ve meslektaşları ise bu mumya resminde kullanılan morun başka bir şey yani sentetik bir mor olduğunu varsayıyor.
Araştırmacılar ayrıca sentetik morun, kırmızı boya ve mavi çivit boyasını birbirine karıştırdıklarında tesadüfen keşfedilmiş olabileceğini varsayıyor. Nihai rengi, kromun karışıma eklenmesiyle de elde etmiş olabilecekleri düşünülüyor.
Pigment numunesinin mineralojisi, boyanın bir pigment oluşturmak için kil veya bir silika malzeme ile karıştırıldığını gösteriyor. Kendisi de başarılı bir ressam olan Butt’a göre, bu şekilde yapılan pigmentlere göl pigmentleri denir. Ayrıca pigment, burada ıhlamur ağacından yapılmış ahşap üzerine uygulanmadan önce, bir balmumu bağlayıcısıyla da karıştırılmıştı.
“Kurşun, fıçının dibinden boyaya karıştı.”
Bu portrenin nasıl yapıldığına dair bir başka detay da hikâyeye biraz daha derinlik kattı. Araştırmacılar pigmentte önemli miktarda kurşun buldular ve bu bulgu, Mısırlı boyacıların atölyelerindeki boya fıçılarının kurşundan yapıldığını bildiren 1800’lerin sonlarında yaşamış bir İngiliz kâşifin gözlemleriyle ilişkilendirdiler.
Butt, “Zamanla bir hikâye veya hipotez ortaya çıktı. Mısırlı boyacıların bu kurşun fıçılarda kırmızı boya ürettiklerini öne sürülüyor. Boyama bittikten sonra günün sonunda, teknenin içinde morumsu bir renkte çamur oluşmuş olabilir. Ya da belki de bütün bunları kasıtlı olarak yapmış olabilirler, bilmiyoruz.” diyor.
Göze çarpan bir etki
Bu, Butt’ın antik sanat eserlerini hakkında bilgi edinmek için bilimsel yöntemleri ilk kez kullanması değil. Daha önce benzer araştırmalara dahil olmuş ve öncü gazetelerden antik sanata kadar çeşitli tarihi eserlerin tarihlendirilmesi, anlaşılması ve tersine mühendislik işlemlerini içeren konulardaki çalışmaları ve tartışmaları içeren “Sanat Bilimi” adlı bir sınıf geliştirmek için hem araştırmasından hem de sanatsal geçmişinden yararlanmıştır.
“Bilim ve sanatı bir araya getirmek tek kelimeyle çok eğlencelidir” diyor. “Bilim öğrenimini daha erişilebilir hale getirmenin harika bir yolu.” şeklinde açıklıyor.
Ve elbette bu işin daha geniş etkileri de var. Mumya portreleri hakkında, aynı sanatçının birden fazla portre yapıp yapmadığı da dahil olmak üzere nispeten çok az şey biliniyor. Pigmentleri atomik düzeyde analiz etmek, portreleri birbirine bağlamak için gereken kimyasal parmak izini rahatlıkla sağlayabilir.
Gates, “Sonuçlarımız, mumya portrelerinin üretim yeri ve zamanıyla ilgili benzerlikleri belgelemek için bir araç olarak kullanılabilir, çünkü çoğu mezar soyuldu ve arkeolojik bağlamdan yoksun kalındı.” diyor Gates.
Butt ise, “Böylece aileleri birbirine bağlayabiliriz, sanatçıları da birbirine bağlayabiliriz.” diye ekliyor.