Çok severim böğürtleni. İlk gördüğümde veya fark ettiğimde yirmili yaşların başındaydım. Rengine, tadına, âşık oldum. O günden beri nerede rastlasam doya doya toplar yerim. Şimdi yaşadığım yerde en büyük zevkim, temmuz ayı gelince Samanlı dağlarına doğru uzanıp böğürtlen toplamak. Hem tâze tüketiyorum hem de reçelini ve şurubunu yapıyorum. Söylemesi ayıptır, tarhanasını bile yaptım.
Aklımda, bir “böğürtlen risâlesi” yazmak var. Edebiyattaki, doğadaki, mutfaktaki yerini araştırırken Alev Alatlı’nın, böğürtlen hakkındaki şu sözlerine de âşık oldum:
“İlle bir şeye benzetecekseniz, her budağından sürgün atan salkım saçak bir böğürtlen çalısına benzeteceksiniz Türkiye’yi. Bir sürgünü çiçeğe dururken, diğerinin kurumakta, ötekisinin meyve vermekte olduğunu görün. Tek bir sürgüne takılıp kalmayın, bütüne bakmayı âdet edinin. Unutmayın ki düz akılla anlaşılmaz, pergele, cetvele gelmez, kendine has bir kimliği vardır Türkiye’nin. Batmaz! Batarsa okyanuslar taşar.”
Bir dalından olgun meyvesini topluyorum, diğer dalında çiçek var. Beri taraftaki kurumuş. Belki de farkında olmadan bu yüzden çok sevdim, böğürtleni. Yâni Alatlı’nın fikri, ben de tahassüs etmişti zâten.
Geçen hafta Servetiye Köyü civârında, yine böğürtlen safarisindeydim. İçinde genç bir çiftin olduğu 34 plakalı araba, yanımda durdu. Genç hanım sordu:
“Bu böğürtlenlerin sâhibi var mı?”
Genç adam, “Kimsenin hakkına geçmeyelim.” diye devam etti.
Zihnim, birdenbire birkaç yıl öncesine gitti. Böğürtlen zevkimi dinleyen son derece mütedeyyin bir hanım, “Ya haramsa?” diye uyardı. Ben “Yol kenarındaki çalının nesi haram?” diye itiraz edince de, “Çalı deyip geçmemeli!” dedi. Oralı olmayıp böğürtlenle bağıma halel getirmedim. Fakat bu uyarının tesirinde kalan eşimin içi rahatlasın diye bir arâzinin kenarından böğürtlen toplarken sâhibine sordum. Adamın garibine gitti. İlk defa böyle bir soruyla karşılaştığı belliydi.
“Böğürtlenin haramı helâli olur mu? Allah’ın çalısı bu! Sormanıza gerek yok. Helâl olsun! Buralarda kimseye sormanıza da gerek yok.”
“Çalı deyip geçmemeli” diyen hanım, özel hayâtında da iş hayâtında da helâle harama çok dikkat ediyor. Hoca, “Allahuekber” deyince namaza hazırlanıyor. Fakat sıra siyâsete gelince akan sular duruyor. Helâl haram diye bir derdi yok. AK Parti’ye oy vermeyenleri nankörlükle suçladığında ortam gerilmesin diye, “Ben artık vermiyorum. Yaşasın nankörlük!” diyememek, içimde kalmıştı.
İşte zihnim, bu kadının sözlerine gitti bir an ve âdetim olmayan bir şey yaptım. Genç çiftin sorusuna soruyla karşılık verdim:
“Siz hangi partiye oy veriyorsunuz?”
Bir anlık şaşkınlıktan sonra “CHP” dedi, genç adam. Eşi de teyid etti.
“AK Parti deseydiniz, ‘Helâl haram, böğürtlende mi aklınıza geliyor?’ diye ağzımı bozacaktım.” dedikten sonra böğürtleni boğazıma dizen hanımı anlattım. “Kusura bakmayın!” dedim.
Genç adam, “Yok abla, biz dersimizi aldık bu iktidardan. Çok yanılmışız. Bizim kadar namazına titiz insan azdır ama oy vermeyiz.” dedi. Başörtülü eşi de tasdik etti. Sonra arabadan inip toplamaya çalıştılar. Baktım acemiler, topladığım böğürtlenleri vermek istedim. “Olmaz, siz o kadar zahmet etmişsiniz.” diye kabul etmediler. Bu testi de geçtiler.
Alev Alatlı, ne kadar haklı değil mi? Türkiye, her budağından sürgün atan salkım saçak bir böğürtlen çalısı gibi. Bir sürgünü çiçeğe dururken, diğeri kurumakta; ötekisi, meyve vermekte. Tek bir sürgüne takılıp kalmamalı, bütüne bakmalı! Kendine has bir kimliği var Türkiye’nin.
Batmaz!
Türkiye’yi böğürtlene benzeten Alatlı’nın, iktidar değişirse Türkiye’nin batacağını zannetmesi bile bu gerçeği değiştirmez.