Ankara’da yaşayan Y. âilesi, emeklilikten sonra 2018’de Kocaeli’nin Başiskele ilçesine yerleşiyor. Kızları Aybike, teog puanına göre Kocaeli Anadolu Lisesi 11. sınıfa başlıyor. Okul idâresi, MEB’in kıyâfet serbestliği karârına rağmen bir forma belirlemiş. A.,kış gelince formasının üzerine bordo renkli, son derece sâde, tunik bir hırka giyiniyor. İdâreciler, gri hırka giymesini istiyorlar. Bir adı da svit olan gri hırka hakkında ne bir karar var ne de bir yönetmelik. Sâdece bir mağazada satılıyor ve çok pahalı. Tıkır tıkır işleyen sisteme çomak soktuğunun farkında olmayan genç kız, bordo hırkasını giymeye devam ediyor.
Okul müdürü Mehmet Sâbit Limon, bir gün öğrenciyi odasına çağırıp uyarıyor. Öğrenci, ne mahzuru olduğunu sorunca, ”Gri hırka giymezsen senin bu okulun öğrencisi olduğunu nereden bileyim?” diyor. A., bu garip soruya, “Çok basit hocam. Sorun söyleyeyim.” cevâbını veriyor. Müdür, ısrar edince sürekli uyarılmaktan bıkan 18 yaşını doldurmuş genç kız, “Hocam, bu böyle olmaz. Eğer bir suç işliyorsam cezâmı verin; siz de rahatlayın ben de.” diyor. Müdür, nâhoş bir ses tonuyla, “Bu okulda tutunamazsın. Başka okula gidersin!” diyor. Genç kız, okula, puanıyla hak ederek geldiğini hatırlatıyor.
Baba, okula giderek Müdür Bey’e,böyle bir yaklaşımın, yâni odalara çağrılıp iknâ etmenin, okuldan atmakla tehdit etmenin 28 Şubat dönemine âit olduğunu; bu dönemde bunların olmaması gerektiğini söylüyor. Müdürden,gri hırkayla ilgili yazılı bir belge istiyor. Elbette böyle bir belge yok. Sâdece okulun sitesine konmuş fotoğraf var.
Baba, Başiskele Kaymakamlığı’na şikâyet dilekçesi veriyor. “Bu okuldan gidersin.” diye tehdit eden müdürün uyarılmasını istiyor.Bu tip konuşmaların iknâ odaları gibi olduğunu da yazıyor. Soruşturma açılıyor, ifâdeler alınıyor. Öğrenci, olanları, kelime kelime anlatıyor. İlâhiyatlı müdür ise-daha sonra kaymakama sözlü itiraf ettiği- “okuldan atma tehdidini” inkâr ediyor ve öğrenciyi, iftiracı durumuna düşürüyor.
Kaymakamlık, müdürün bir yanlışı olmadığına karar veriyor. Bu sefer anne, Kaymakama gidiyor. Müdürün okuldan atma tehdidini tekrar şikâyet ediyor. Maalesef müdüre inanmış olan Kaymakam, kolunu uzatarak, “Kızınız, müdüre, elini böyle uzatarak, ‘Cezâ ver, sen de rahatla ben de!’demiş.” deyince anne, “Benim kızım hakkını savunmasını bilir ama kendisinden büyüklerle, hele de hocalarıyla sen diliyle böyle el kol hareketiyle konuşmaz.” cevâbını veriyor.
Kaymakam, “Dilekçenizde okulda iknâ odası olduğunu yazmışsınız. Hemen araştırttım. Böyle bir şey olmadığı ortaya çıktı.” diyor. Oysa dilekçede, “Okulda iknâ odası var” diye bir ifâde yok. Anne, elbette müdürodasının iknâ odası olmadığını ve sâdece benzetme olduğunu söyleyince Kaymakam, şöyle diyor:
“Müdür, bu ifâde için dâvâ açacak.”
Dilekçedeki ifâde açık olduğu hâlde dâvâ açılmakla korkutulan anne, “Açsın” cevâbını veriyor.Kaymakam, bir karış suratla şikâyet dilekçesini alıp ilgileneceğini söylüyor.“Bir karış”ın sebebi, sonra anlaşılıyor. Anne, dışarıda bekleyenlerden, “Hemen çıkacağım. Oturmayacağım.” diye izin alıp içeriye girdiği için Kaymakamın, “Buyurun oturun” teklifini, “Yok, dışarıdakilere söz verdim.” diye reddediyor. Devlet terbiyesi almış memur emeklisi anne, oturmayı reddetmenin “direniş” olarak algılanıp aleyhine olacağını, aklının ucundan bile geçirmiyor. Müdüre inanan Kaymakam, âilenin devlet düşmanı bir proje olduğunu zannettiğini, daha sonra âileye itiraf edip özrünü bildiriyor. Öğrenciye dokunulmayacağına söz veriyor.
Anne, 15 Temmuz’daki duruşlarından bahsediyor. Kaymakam, “Ne alâkası var?” deyince, okul idâresinin “fetöcü avı”na çıkmasından endişe ettiğini ifâde ediyor. Nitekim daha sonra müdür yardımcısı Selahattin Arslan’ın böyle bir araştırma yaptığını; yukarılara yaranmak için heveslenilen bu malzemeden sonuç çıkmadığını öğreniyorlar.
Fakat hem Kaymakam hem İlçe Milli Eğitim Şube Müdürü söz verdiği hâlde, okul müdürü, öğrenci hakkında disiplin soruşturması açtırıyor. Müdürün öğrenciyi tehdit ettiğini görmezden gelen disiplin kurulu, öğrenciye, kınama cezâsı veriyor.
Tam o günlerde öğrencinin, teneffüste çok âcil babasını araması gerekiyor. Telefonlar toplandığı için bağlı oldukları müdür yardımcısından izin alıp kapısının önünde cep telefonuyla babasını arıyor. O sırada nöbetçi öğretmen Râbia Sencer, bağırıp çağırarak öğrenciye müdâhale ediyor. Telefonu kapatmasını söylüyor. Hassas bir mesele konuşurken neye uğradığını şaşıran öğrenci, eli ayağı titreyerek, “Hocam, idâreden izin aldım. Siz karışamazsınız.” diyor. Telefonun diğer ucunda öğretmenin bağırıp çağırdığını ve kızının ağlamaya başladığını duyan anne-baba, hemen okula gidiyorlar. Çocuklarını, teskin ediyorlar. Mesele kapanıyor.
Anne, okula çağrıldığı birgün müdür yardımcısı Selahattin Arslan, muzaffer bir edayla önündeki not kâğıdından öğrencinin, Râbia Sencer’e ettiği hakâretleri(!) okuyor. “Sen kimsin? Sen bana karışamazsın!” ifâdelerini duyunca şaşkına dönen anne, “Kızım, ‘sen’ diliyle konuşmaz. Ne yapmaya çalışıyorsunuz?” diyor. Müdür yardımcısı, aynı yüz ifâdesiyle, yâni öğrenciyi enselemiş olmanın zaferiyle, “Zâten ilk vukuatı da değilmiş. Ankara’da satranç turnuvasına katılmamış.” diyor. Anne, bu suçu(!) nereden öğrendiklerini soruyor. Arslan,sanki çok gizli bir bilgiye ulaşmış gibi, “Bizim de Ankara’da kendimize göre tanıdıklarımız var.” diyor. Anne, ısrar etmiyor. Bu bilginin, öğrencinin önceki okulu Hacı Ömer Tarman Anadolu Lisesi’nden başka bir yerden alınamayacağını biliyor. “Hasta olmuştu. Ayrıca bunun niye suç olduğunu anlayamadım.” deyince zehir hafiyeliğe soyunmuş idâreci, kem küm ediyor.
Anne, önce Ankara Hacı Ömer Tarman Anadolu Lisesi müdürünü arıyor. Müdür Bey, Kocaeli Anadolu’dan aradıklarını, ısrarla öğrenci hakkında bilgi istediklerini, “Mükemmel bir öğrenci. Ayrıldığına üzüldük.” bilgisini verdiklerini; “Hiç mi bir itirazı olmadı?” diye sorulunca, turnuvayı söylediklerini ifâde ediyor. Bu kadar! Hacı Ömer Tarman Lisesi müdürü de olanlara üzülüyor.Bu bilginin çocuğun aleyhine kullanılmasına şaşırıyor. Sonra Başiskele İlçe Milli Eğitim Şube Müdürü Recep Sezer’i arayan anne, ne zamandan beri öğrenciler hakkında böyle dedikoduyla bilgi toplandığını soruyor. S. Arslan,ertesi sabah -muhtemelen Sezer’in uyarmasıyla- Hacı Ömer Tarman Lisesi idâresinden yazılı talepte bulunuyor. Annenin amacı da bu zâten. Çünkü dosya tertemiz.
Bir gün rehberlik servisi, anneyi çağırıp 2. disiplin soruşturmasını bildiriyor. Temelde müdüre ve temsil ettiği zihniyete karşı olan Râbia Sencer, bir öğrencinin hayâtını karartmaya sıra gelince müdürle işbirliği yapıyor ve olaydan haftalar sonra öğrencinin ağzından çıkmayan sözlerden şikâyetçi oluyor. Anne, iftira dolu şikâyet dilekçesiyle müdüre gidip, “Müdür Bey, günah değil mi? Siz ne yapmaya çalışıyorsunuz?” deyince müdür,bağırıp odasından kovuyor. Anne, çâresiz,öğretmenler odasına gidiyor ve kızının öğretmenlerine, “Kızım, sizlerle böyle mi konuşuyor, bilmek istiyorum.” diyor. “Hayır. Biz, ondan çok memnunuz. Çok saygılı.” cümleleri, tanımadığı -ve muhtemelen idâreye yakın- bir öğretmenin avaz avaz bağırıp anneyi kovmasıyla kesiliyor.
Anne-baba, kızlarının okulda düzeni bozmak,isyan çıkarmak suçlamasıyla atılabileceğini öğrenince sağa sola gidiyorlar. Baba, 28 Şubat mağduru Leyla Şâhin’in makamından verilen cevâba, acı acı gülüyor. Memur-sen’den eli boş dönüyor. Cevap, hep aynı: “Biz, bu müdüre bir şey yapamıyoruz. Arkası sağlam.”
Anne, kamu-sencilerin yönlendirdiği bir şûbe müdürüne ulaşıyor. Önce, itiraz etmeyi bilen çocukların ne kadar kıymetli olduğunu söyleyen şûbe müdürü, daha sonra, müdürün kafasına göre belirlediği kuralı kastederek, “Herkesin uyduğu kurala, kızınız niye uymuyor?” diyor ve müthiş bir çözüm buluyor: “Kızınızı getirin, ben iknâ edeyim. O hırkayı giymesin.”
“İttifakımızın tadı kaçmasın” kıvamındaki bu yaklaşım, elbette âile tarafından ciddiye alınmıyor.
Mesele, nihâyet Kocaeli İl Milli Eğitim Müdürü’ne intikal ediyor. İl müdürünün tâlimatıyla meseleyi soruşturmak için okula giden şûbe müdürleri, nâmuslu bir müdür yardımcısının şehâdetiyle, öğrenciye kurulan komployu farkediyorlar. Müdür yardımcısı, “Hâdise, odamın kapısında oldu. Telefona, ben izin verdim. Öğretmenin bağırıp çağırmasını duydum ama öğrencinin sesini duymadım.” diyor. Şûbe müdürleri, bir şaşkınlık da öğrenciyi görünce yaşıyorlar. “Gerçekten sen misin?” diyorlar. Karşılarına terörist adayı bir serseri değil, boynunda ay-yıldız kolye, cep telefonunda Marie Curie’nin fotoğrafı olan bir öğrenci geliyor. Böyle bir öğrenciye komplo kurulmasına esef ediyorlar. İftira dilekçesi iptal ettiriliyor ama müdür ve öğretmenin öğrenciye iftira atmasının hesâbı sorulmuyor. Haksız yere verilen kınama cezâsı da kaldırılmıyor.
Öğrenci,kınama cezâsına itiraz etse de müdür, itiraz dilekçesiyle alay ediyor. Anne-baba, bunu da İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’ne şikâyet ediyorlar. Müdür, yine aklanıyor. Öğrenci, çalışıp hakettiği takdirnâmeyi cezâ sebebiyle alamıyor.
Müdür, anne baba hakkında savcılığa şikâyette bulunuyor. Kaymakam’a söylediği “iknâ odası” meselesini karıştırmıyor. Muhtemelen öğrenciyi tehdit etmesinin nereye varacağına kafası basıyor. Uydurma sözlerle hakâret dâvâsı açıyor. Savcılık, anneye dâvâ açmaya gerek görmüyor.Baba ise mahkemeye çıkıyor ve kazanıyor.
Bu “sürek avı”na mâruz kalan öğrenci, benim kızım. Z kuşağından ve itirazı var. İlâhiyatlı idârecilerin şerrinden korunması için her sabah, “Yâ Müzil” çekerek gönderdiğim liseden,nihâyet mezun oldu. İnşallah üniversiteye başlayacak. Bilim adamı olmak istiyor.
Şimdi Sayın Cumhurbaşkanımıza soruyorum:
Siz bu Z’nin ve anne-babasının yerinde olsanız AK Parti’ye oy moy verir misiniz?