İZNİK ilçesi Bursa vilayetine bağlıdır ve yeşil Bursa denen vilayetin hiç şüphesiz zeytinlik ve meyveliklerle süslü yeşili, süslü ne kelime, topraktan fışkıran bir bütün halinde her yeri kapladığı bereketli bölgedir. Tarih bereketi sever. İki dağın arasındaki bu geniş gölün etrafındaki verimlilik ve güzellik önce Büyük İskender’in haleflerinden Lysimakhos tarafından öbür adaylar bertaraf edilerek alındı ve karısının adını (Nikeia) şehre verdi.
KONSTANTİN’İN DİNİ MERKEZİ
Roma’nın zengin bir bölgesiydi. Zenginlik eşitsizlik ve hareket de getirir. Hıristiyanlık Roma dünyasını kapladığında büyük Konstantin’in adeta dini merkez olarak seçtiği yerdi. Daha doğduğu günden kilise babaları ve filozoflar arasında kavga konusu olan bu dinin teşkilat ve akide prensiplerinin çözümü için 325’te büyük konsül toplandı. Tarihçilerin rivayetine göre Büyük Konstantin’in sempati duyduğu Aryanizm (yani İsa’yı tanrının değil Meryem’in oğlu olarak gören, bu yüzden imparatorluk arasında askerlerin ve barbar halkların çok tuttuğu inanış) burada tel’in edildi, yani lanetlendi.
Haçlı Seferleri sırasında ise şehri savunanlar Selçuklular’dı. Kutalmışoğlu Süleyman Bey 1075’te İsfahan’daki Büyük Selçuklu İmparatorluğu’ndan oldukça bağımsız bir biçimde Anadolu’nun bu kısmını fethetmiş ve İznik’i başkent yapmıştı. Haçlı saldırıları dışında Kılıç Arslan’ın uzun savaşı şehrin teslimini gerektirdi ama Haçlılara değil Bizanslılara geri verdi. Bu isabetli kararla da şehir yağmadan ve barbarların istilasından kurtuldu. Öyle ki 1204’te İstanbul, Haçlıların eline düşünce Bizans’ın zenginliği ve medeniyeti burada inkişaf etti. Laskaris hanedanı şehre yerleşmişti. Elli sene sonra onların görevlendirdiği komutan Paleologos İstanbul’u geri aldı.
OSMAN GAZİ DÖNEMİNDE...
Şehrin Türklerin eline tam geçişi, yeniden dönüşü, Osman Gazi dönemini bekleyecektir. İznik, Osmanlı çini sanatının parlak merkeziydi. Bugün dahi o işin sırrına ve porselenini sırlama tekniklerine tam manasıyla vakıf değiliz. Medreseleri ve mimarisiyle hele Yeşil Camii ve Nilüfer Hatun Külliyesi’ne baktığımızda hem kubbenin kullanılışı hem mimari zevk ve teknikler hem de etraftaki bitki örtüsüyle bütünleşmesi bile Osmanlı’nın artık bir Akdeniz medeniyeti olarak ortaya çıktığını gösterir. Türkler burada Akdeniz halkı oldular.
KONTROL GEREKİYOR
Bugün şehir zengin, diğer Anadolu şehirlerinde görülen zevksiz yapılaşma ve imar saçmalığı pek göze çarpmıyor. Etrafındaki hoş yerleşmeler için aynı şeyi söyleyemeyiz. Kontrol gerektiği açık! Tarım devam ediyor ama bölgedeki tarımsal çöküntünün buranın da kapıların çalması mümkündür.
İstanbul’dan gelip yerleşenler var ama bence İstanbul’un havasından bunalanların yaz kış gelip küçük sürelerle barınacakları hem temiz havasını hem de tarihi atmosferini içlerine çekerek tazelenecekleri bir bölge. Klasik Bitinya, Osmanlı’nın Hüdavendigar vilayetinin Bursa’yla birlikte en sempatik yeri. Eğer civardaki Yenişehir kazasını da hesaba katarsak her zaman için bir tur atılacak yer.
GEÇMİŞLE BAĞIN ÖRNEĞİ
Göl sodalı sudan oluşur. Yeni çevre problemleri ortaya çıkıyor. Bunlara dikkat etmemiz gerekecek. Şehirde çini sanatı davam ediyor. Özellikle Adil Can Güven ve Nursan Hanım’ın atölyesini ziyaret edince görecekleriniz insanı her zaman ektiler. Bizans’tan Osmanlı’ya ve modern zamanlara bir geçişi temsil ediyor. Tavaslı merhum Necip Usta’nın seramik atölyesinden sonra Türkiye sanatçılarının geçmişle bağ kurabildiklerinin canlı bir örneği.
Şehirdeki fasılamda rastladığım Boğaziçi mezunu tarihçilerden Bekir Cantemir bana bazı yerleri gösterdi. Doğu Roma İmparatorluğu ve Hıristiyanlıktan kalan binalarla fazla çevirmeler yapmanın tarihi mirasa canlılık getirdiği kanısında değilim ama şehir halkı için Bekir Cantemir Bey’in dediği gibi tarih galiba çok meşgul oldukları ilahiyattan sonraki ikinci konu. Hafta sonlarında Marmara Bölgesi’nin tarihi güzel yerlerini çevreye ve sağlığa dikkat ederek gezmek lazım.
ŞEHİT MİRALAY NÂZIM BEY
15 TEMMUZ 1921 tarihinde İstiklal Harbimizin en parlak komutanlarından Miralay Nâzım Bey’in şehit olduğu yer Çöğürler Köyü’dür. Yunan askeriyle girdiği çarpışmada yaralandıktan sonra nakledilen bu köyün istasyonunda şehadet mertebesine ulaştı. Bölge tarihini bilen aydınlar, en önemlisi Çöğürler Köyü’nün halkı ve muhtarı ile Ege Bölgesindeki tarihçiler istasyonun adını Miralay Nâzım Bey’in taşıması için müracaat ettiler.
TARİHÇİLER DESTEKLİYOR
TCDD idaresi ismin telaffuzunun harekât planlarındaki güçlük çıkaracak kadar uzun olduğu gibi gülünç bir sebep ileri sürmüş. Demiryolu mesajları ile hava meydanlarındaki mesajların aynı dakiklikte olmayacağını herkes bilir. Üstelik “Çöğürler” çok fazla harekâta dahil olan bir bölge değil. Bu memlekette yer isimlerine sadece İçişleri Bakanlığı’nın bir odasına kapalı birkaç kaymakam mı değiştirecek veya belediye meclisinde gürültüyü en çok koparanlar mı?
HİÇBİR ANMA YAPILMIYOR
“Çukurhüseyin”, “Müsellimköy”, “Alifuatpaşa” gibi başka tren istasyon adları çok mu kolay telaffuz ediliyor? Şehit “Miralay Nâzım” Bey istasyonu, desek ne olmuş? Sekene-i köy buna razı. Etraftaki tarihçiler candan destekliyor. Daha ne yapılması gerekiyor ki? İstiklal Harbi’nin komutanlarını anmak ve isimlerini ebedileştirmek herkesin vazifesidir.
Nâzım Bey’e “Miralay” rütbesi TBMM tarafından şehadetinden bir gün sonra alınan bir kararla verildi. Cihan Harbi ve ondan evvelinden hep cephedeydi. Kütahya bölgesindeki çetin şartlarda cephede çarpışarak vurulan komutanlarımızdandır. TCDD’nin öne sürdüğü gibi istasyona büst dikmekle anma işi halledilmiş sayılmıyor.
Kütahya-Eskişehir Muharebeleri’nin 100. yılını idrak ediyoruz. İstiklal Harbimizin en önemli özelliği hücumlar kadar ricat tekniklerinin de iyi uygulanarak stratejinin bir parçası olmasıdır. Her safhada çarpışanlar ve şehit düşenler anıtlaştırılmalıdır. Bu bölgelerde ricat muharebelerimiz için hiçbir anma yapılmıyor. Halbuki buralardaki tarih de diğer yerler kadar önemlidir.