Demem o ki:
Türkiye savaş başladığı andan itibaren bunun bir etnik temizlik olduğunu saptamıştı.
Ancak uluslararası toplum, işlenen suçu açık bir şekilde tanımlamaktan kaçınıyordu.
Demem şu ki:
Türkiye, BM İnsan Hakları Komisyonu ile özel bir oturum yaparak, Sırpların suçlu olduğunu, bunun da bir etnik temizlik olarak "insanlığa karşı suç" oluşturduğunu açıkladı, 1 Aralık 1992 tarih ve S-2/1 sayılı karar ile BM'ye kabul ettirdi.
ABD, Bosna bunalımını son derece etkin bir diplomasi için kullandı.
Çünkü ABD, Avrupa’nın Bosna Hersek krizinde yeterli olmayacağını ortaya koyarak, diplomatik bir manevra ile bölgeye fiili olarak girme şansı elde etmişti.
Hülasa:
Bölgede çok sayıda sivilin de ölmeye başlaması ile AB ve BM’nin çatışmaları önlemeyeceği anlaşıldı.
Türkiye’de 1993 yılı sonlarında ortaya konan ABD planı ile Cyrus Vance, Lord Owen tarafından geliştirilen Vance-Owen Planı’nı Bosna krizinin çözümü için yeterli görmüyordu.
Bosna savaşının gittikçe uzaması karşısında ABD, bölgenin güvenliği için çeşitli girişimlerde bulunmaya başladı.
Bunun ilk adımı olarak, Bosnalı Müslümanları ve Hırvatları yakınlaştırma girişiminde bulundu, Sırplara karşı bir güç dengesi oluşturmayı hedefledi.
Türkiye de bu süreçte aktif rol oynadı.
Türkiye ve ABD, Boşnaklar ve Sırplar arasındaki güç dengesizliğini savaşa patlak veren bir sebep olarak gördükleri için saldırıları önlemek adına federasyonu askeri açıdan güçlendirmek istiyorlardı.
Türkiye bu süreçte, federasyon için yapılacak olan eğitim ve donanım programına büyük ölçüde destek verdi.
Bu program çerçevesinde ABD, yaklaşık olarak bu federasyona 100 milyon değerinde teçhizat yardımındabulundu.
Türkiye de 150-200 Bosnalı ordu mensubuna askeri eğitim verdi.
1500 kişilik bir Türk birliği, 1994 yılı Temmuz'unda Zenica’ya yerleşerek Hırvatlar ve Boşnaklar arasındaki ateşkesi gözlemleyici konuma getirildi.
Bu sayede, Sırpların karşısında Boşnak-Hırvat Federasyonunda direnci hem diplomatik hem de askeri anlamda artırıldı.
Nüans?!
Türkiye'nin, Bosna-Hersek ile girdiği bu askeri işbirliği, Balkan politikasının da köşe taşını oluşturuyordu.
Çünkü Türkiye, güçlü bir federasyon ordusunun varlığını, bölgedeki istikrarın da sağlanması için istiyordu.
Başka?!
Bu süreçte Türkiye, BM’nin ambargo uygulamasına karşın Bosna'ya gizli silah yardımında bulundu.
Silah yardımı dışında, 1993 yılında Boşnaklar ile Bosnalı Hırvatlar arasındaki çatışmalara son verilmesinde Türkiye'nin katkısı oldu.
Dönemin Türkiye Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ile Hırvat meslektaşı Franjo Tudjman arasındadostane ilişkiler ortaya konmuştu.
Hırvatistan’ın Ankara Büyükelçisi Gordon Bakota’ya göre, Boşnaklar ile Bosnalı Hırvatları barıştırmak konusunda Türkiye ile Hırvatistan’ın gerçekleştirdiği ortak girişimler, Bosna-Hersek geneline barış gelmesi için önemli bir zemin hazırlamıştı.
Türkiye’nin görüşüne göre, Bosna Hersek'teki savaş, ilk başından itibaren Batılı ülkeler tarafından önemsenmedi.
Burada özellikle Müslüman nüfus kırıma uğradı.
Bu şekilde batının da niyeti ortaya çıkmış oldu.
Çünkü Türkiye’ye göre batılı devletler, Avrupa'nın Ortasında bir Müslüman devletinin ortaya çıkmasını istemiyorlardı.
Bu nedenle de self determinasyon hakkı reddedilmiş, Bosna Hersek için çeşitli bölünme şekilleri, kantonal veya konfederasyon önerileri hazırlanmıştı.
Kısa zamanda Bosna'ya en büyük yardımı Türkiye sağlamış oldu.
Askeri yardım ile birlikte ekonomik yardımda sağlayarak diplomatik misyon faaliyetlerine yardımcı oldu.
Türkiye’nin bu faaliyetleri kısa süre içinde engellenmeye çalışıldı.
Sadece Türkiye değil, birçok İslam ülkesi de Bosna Hersek'e maddi yardımda bulunmuştu.
İslam ülkelerinden savaşçılar, Bosna Hersek ordusu ile birlikte savaşa dahil olmuşlardı.
Hatta İran, Bosna’daki Müslüman gruplara gizli silah transferi de yapıyor, ABD’de ise bunu görmezden geliyordu.
Hatırlanacağı üzere Bosna-Hersek Cumhurbaşkanı Aliya İzzetbegoviç, Temmuz 1991’deTürkiye’yi ziyaret etmiş ve Türkiye’nin balkanlar politikasında rol oynaması isteğini açıklamıştı.
https://www.researchgate.net/publication/301650648_Turkiye'nin_Bosna_Hersek_Savasi'ndaki_Politikasi
İzzetbegoviç ayrıca Kaddafi ile de görüşerek İran'dan da zaten yardım isteyeceğini ima etmişti.
ABD’nin de katkısıyla, Bosna Hersek konusuna ilişkin olarak özel görevlendirilen Richard Holbrooke’ungirişimleriyle, 21 Kasım 1995 tarihinde, Bosna-Hersek adına Aliya İzzetbegoviç, Hırvatlar adına Franyo Tudjman ve Sırplar adına da Slobodan Miloseviç’in katılımı ile sağlanan Dayton (Ohio) Antlaşması'nı Türkiye de destekleyerek, bu noktada Washington ile birlikte çalışmıştı.
Dayton Barış Antlaşması, 15 Aralık 1995 Paris’te resmen imzalandı.
Fakat Dayton Antlaşması, Bosna’yı tanımlamada nihai bir çözüm olmamıştı.
Çünkü Bosna-Hersek devleti, kendi sınır egemenliğini tümüyle sağlayamamıştı.
Dayton Antlaşması'nda, taraflar arasında statü eşitsizliği mevcuttu.
Etnik temizlik suçlusu işgalci Sırplar, 1992 Nisan'ından Dayton Antlaşması'na kadar geçen sürede kendilerini önce Bosnalı Sırplar olarak meşrulaştırmışlardı.
Ardından, Bosna Sırp Cumhuriyeti tanımlanması ile devlete kurucu unsurlar olarak yerleşmişlerdi.
Dayton, evrensel insanlık ve uluslararası hukuk değerlerinden çok reel politiğin izlerini taşımaktadır.
Dayton, uluslararası sistemik dengelerin ortaya çıkardığı konjonktürel bir antlaşmadır.
Aralık 1995’te Bosna-Hersek savaşını sona erdiren Dayton Antlaşması'nın uygulanmasını sağlamak, denetlemek ve çatışmaların yeniden ortaya çıkmasını önlemek için bahsettiğimiz üzere 60 bin kişilik "Uygulama Gücü" (Implementation Force/IFOR) oluşturulmuştu.
Türkiye, NATO komutasındaki IFOR’a 1500 askeri bu noktada göndermişti.
IFOR’un ismi 1997’de "İstikrar Gücü" (Stabilization Force/SFOR) olarak değiştirildi.
Personel sayısı 36 bine indirildi.
2 Aralık 2004 tarihinde SFOR’un görevini "Avrupa Birliği Gücü" (EUFOR) devraldı.
Personel sayısı 6500’e indirildi.
EUFOR bünyesinde yer alan Türk askerleri sadece bölgeyi korumakla kalmayıp aynı zamanda kültürel faaliyetler de düzenleyerek toplumsal hizmetler de sunuyorlardı.
Bosna'daki savaşta yaşanan vahşetten kaçmayı başaranlar için Türkiye Cumhuriyeti birçok destekleyici faaliyette bulundu.
Bosna savaşı boyunca Başbakanlık Balkan İşleri Koordinatörü olarak görev yapan Prof. Dr. Mustafa Kahramanyol yaptığı açıklamalarda her şeyden önce Türkiye’de Bosnalı halk için mülteci kamplarının açıldığını belirtti.
Ayrıca Bosnalı hastalar için ve özellikle yaralı askerler için Bakırköy'de bir hastane tahsis edildi.
Bosna'da tecavüze uğramış olan kadınlar, özel bir hastanede psikolojik tedavi gördüler.
Türkiye'ye sığınan Boşnaklar içinden üniversite çağında olanlar devlet burslusu olarak üniversitelerde okutuldu.
Bazı Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları, birçok Bosnalı mülteciyi yanlarına aldılar.
Bazı esnaflar, mülteci kamplarında ya da değişik ailelerin yanlarında kalan Boşnaklara maddi ve manevi açıdan yardımda bulundu.
Türk basınında hemen her gün Bosna Hersek konusu işlendi.
Ulusal ve yerel düzeyde çeşitli yardım kampanyaları, siyasi parti ve baskı grupları tarafından "Sırpları Telin Mitingleri" düzenlendi.
13 Şubat 1993’te Taksim Meydanı'nda düzenlenen mitingde konuşma yapan 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal, Bosna Hersek’teki yaşananların insanlık haysiyetini lekelediğini söyledi.
Türkiye’nin, Bosna-Hersek konusunda tüm dünyada yankı uyandıran en önemli faaliyetlerinden birisi de, dönemin Başbakanı Tansu Çiller ile Pakistan eski başbakanı merhum Benazir Butto’nın birlikte gittikleri Saraybosna ziyaretidir.
Dönemin ABD başkanı Bill Clinton,Tansu Çiller’e ziyaret sonrası bir mektup yazarak yollamıştı:
"Sayın bayan Başbakan, Saraybosna gezisindeki cesaretinize hayran kaldım.
Bosna halkı 1945'ten beri Avrupa'da eşi görülmemiş bir trajedi yaşıyor."
9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel 15.05.1993’de Hırvat lider Franyo Tudjman’a mektup göndererek Bosna-Hersek’te devam eden Müslüman-Hırvat çatışmasının sona erdirilmesini istedi.
Ayrıca açıklamada, Türkiye'yi temsilen bir heyetin Bosna Hersek’e gitmek üzere 16 Mayıs Pazar günü Zagreb’e hareket edeceğini vurguladı.
Yine Demirel, 1994’de Clinton’a uyarı mektubu göndererek Bosna Hersek’teki gelişmeler ve terör konusunda Genelkurmay Karargahı'nda bilgilendirme verdi.
Demirel, "Sırplar hiç kimseyi dinlemiyor, dünya şaşkınlık içinde" diyerek konuşmasına devam etti.
1993 yılında Demirel'in Kral Fahd’ı arayarak, Bosna Hersek konusunda silah ambargosunun kaldırılmasını istediği öğrenildi.
Aynı şekilde Demirel, Çin Halk Cumhuriyeti başkanı Zemin'e de ambargonun kaldırılması ile ilgili mektupyazdı.
Washington Post Gazetesi, Amerikan İstihbarat Raporları'nda, Türkiye’nin düzenli olarak Bosna'ya silah yardımında bulunduğu ile ilgili haberini vererek diğer İslam Ülkeleri'nin de nakit para yardımında bulunduğunu yazdı.
BM ambargosunun etkisinden dolayı ve de savaşın başlamış olması ile birlikte Boşnaklar seslerini duyurabilmek için Türkiye'den TV kanalı konusunda yardım istedi.
Ayrıca savaşta tüm iletişim kanallarını Sırplara kaptıran Boşnaklar, TRT-INT'den kendilerine bir saatlik yayın izni istedi.
Türkiye'deki birçok gazeteci, akademisyen ve bürokratın Bosna-Hersek savaşı ile ilgili kaleme aldığı yazılar incelendiğinde, savaşın bir insanlık ayıbı ötesinde bir soykırım olduğu sık sık dile getirilmiştir.
Sabah gazetesi yazarlarından Cengiz Çandar "Bosna Türkiye'dir, Türkiye Bosna’dır" başlıklı yazısında, Bosna Hersek'te yaşananların katliam hatta etnik bir arındırma olduğuna dikkat çekti.
Türkiye gazetesi Başyazarı Yalçın Özer "Bosna’dan Sonra Sıra Bize Gelecek" yazısında, Türkiye ve İslam ülkelerinin Bosna Politikası'nda yetersiz kaldıklarını dile getirerek, daha aktif olmaları gerektiğini vurguladı.
Hal böyleyken...
Türkiye Solu ise bu konudaki görüşlerinde, Bosna Hersek krizindeki asıl odaklanılması gereken konularda eksikliklerin bulunduğunu ve Türkiye’nin pasif bir politika ile olaylara müdahil olma çabasında olduğunu belirtiyordu.
DSP Genel Başkanı ve eski Başbakanlardan Bülent Ecevit, Türkiye’nin Yugoslavya meselesi ile yeteri kadar ilgilenmediğini söylüyordu.
Türkiye’nin, Bosna Hersek meselesine hazırlıksız yakalandığını vurgulayarak, başından beri devre dışı kaldığını belirtiyordu.
Sosyal Demokratlar ve Partiler, genellikle, resmi dış politika çizgisindeydi.
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın bulunduğu bir heyet, 1992-1993 yılbaşını geçirmek üzere Bosna’ya gitmişlerdi.
Bosna’daki felaketi yakından gören CHP, 1993 yılları itibariyle daha etkin bir politika ile Bosna Hersek meselesine yaklaşıyordu.
Türkiye’deki feministler de Bosna’daki meseleyi görmezden gelmediler.
Çeşitli feminist gruplar Bosna’daki tecavüzleri ele alan toplantılar düzenleyerek, kadına yönelik şiddetin durmasıyla ilgili bir imza kampanyası yürüttüler.
Yine Türk kadın derneklerinin temsilcileri 24 Ağustos 1992 tarihinde, ortak bir basın toplantısı yaptılar.
Bütün kadınlar adına konuşma yapan "Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği" Başkanı Prof. Dr. Türkan Saylan, değişen ve bütünleşen dünyada sınırlar ortadan kalkarken, ırkçı ve fanatik temellere dayanan Bosna Hersek katliamına karşı bütün dünya kadınlarını dayanışmaya çağırdı.
8 Mart 1933 Dünya Kadınlar gününde Ankara’da yürüyüş yapan binlerce kadın, Bosna Hersek’te yaşananları kınamak için BM Temsilciliği'ne siyah bir çelenk bıraktı.
Türkiye’nin, Balkanlarda ekonomik ve askeri olarak işbirliği içinde olduğunu, Balkanlardaki Müslüman ve Türklere Yardım ettiği dönemler göz önüne alındığında, Türkiye’nin bazı eksiklikleri ile birlikte, gücünün yettiği ölçüde her şeyi yapmaya çalıştığını söyleyebiliriz.
"Daha başka neler yapılabilirdi ya da Türkiye ne yapmaya çalışıyordu" diye sorduğumuzda, "BM yapısı içerisinde daha fazla yer alabilirdi, Bosna Hersek krizi dış politikada ana gündem maddesi olarak kendini bulabilirdi" şeklinde görüşlere rastlamak mümkün?!
Türkiye, Bosna Hersek meselesine yaklaşımında, 1990’lı yıllar itibariyle bölgede süren barış gücü operasyonlarına katılarak, özellikle ABD ile geliştirdiği yakın ilişki ile siyasi bir süreç içerisine girmişti.
Bosna Hersek'deki sorunlara yaklaşımında Türkiye Cumhuriyeti’nin, hegemonyacı ya da emperyalist bir politikası olmamıştır.
Zaten Türkiye, bu soruna uluslararası bir çerçevede katılmıştır.
Asla, tek başına Bosna Hersek topraklarına egemen olma gibi bir amaç gütmemiştir.
Bölgenin istikrarı ve korunması, Türkiye’nin temel hedefi olmuştur.
Çünkü bölge ile tarihsel bağların dışında etnik ve dini aidiyetlerin yakınlığı, demografik yapının Türk-Osmanlı sentezinden kaynaklanıyor olması, bu hedefin genel çıkarımı olmuştur.
Nitekim...
Bosna Savaşında yaşanan acı tecrübeler göstermiştir ki, bütün uluslararası çabaların ve barış görüşmelerinin ötesinde Bosna’yı yaşatacak en önemli unsur, Boşnakların siyasi bağımsızlık iradesi, bu iradenin fiili güç olarak askeri alanda kendisini göstermesiyle mevcut bulacaktır.
Tarih boyunca hiçbir millet, başka bir milletin lütfu ve vesayeti ile bağımsızlığını garanti altına almamıştır.
Bosna Hersek'te yaşanan siyasi ve diplomatik başarısızlıklar ile birlikte uluslararası toplum, bir sonraki Balkan coğrafyasında yaşanan olaylara daha temkinli ve daha hızlı bir şekilde dahil olmaya başlamıştır.
Çünkü Boşnaklar, Bosna Hersek meselesinde, Dayton sonrasında dahi yalnız kalarak kendini tam anlamıyla uluslararası aktörlerin içinde ifade edememiştir.
Fakat yine de Bosna Hersek, Türkiye için ayrıcalıklı bir konuma sahiptir.
Türkiye’de her kim iktidarda olursa olsun, Ankara, Bosna Hersek’te yaşananlara karşı seyirci olmamıştır.
Ankara, bölgesel düzeyde Bosna-Hersek’e ilişkin olan politikasını, bir sonraki ortamda, uluslararası düzeye de taşıyabilmeyi amaçlamalıdır.
Bosna-Hersek’in AB üyeliğinin hızlandırılması konusuna daha fazla katkı sağlayabilmelidir.
Yugoslavya'nın dağılmasına neden olan olayların sorumlusu Boşnaklar değildir.
Bosna Hersek dramının esas sorumlusu, Sırp milliyetçiliğidir.
Bu süreçte yaşanan politik ortama baktığımızda, Sırpların Boşnaklara karşı askeri ve ekonomik açıdan güçlü olmalarının avantajlarını kullanarak bir etnik temizlik işine giriştiklerini söylemek mümkündür.
Bu sürede yaşananları, Türk kamuoyu da soykırıma dönük olarak bulduklarını, Sırpların yaptıklarının ırkçı birer uygulama olduğunu, Boşnakların açıkça o bölgede katliamlara maruz kaldıklarını belirtmiştir.
Hasılı:
Yaşananlar gösteriyor ki, Bosna Hersek meselesi bir kriz, ardından bir savaş ve her şeyin ötesinde bir katliama dönüşerek bir dram haline gelmiştir.
Türk dış politikası, bu sürede Bosna-Hersek için yaptığı ve yapmaya çalıştığı siyasi olgularını, 2021 Türkiye’sinde de hala devam ettirmektedir.
Ezcümle:
Bosna Hersek, Türkiye Cumhuriyeti ve aktörlerinin taviz vermediği bir dış politika unsuru olarak, belirli şekillerde günümüzde de sürmektedir.
Cüneyt Şaşmaz