Son zamanlarda sadece vatandaş değil, siyasetçiler de, bürokrasi de birbirine ‘ne oluyor?’ diye soruyor. Ve bu sorunun cevabı birçok kişide net olmadığından olsa gerek, siyaset giderek sertleşiyor. Çatışma ve ayrışma her geçen gün daha da artıyor. Bazı olup bitenlere ise kimse akıl sır erdiremiyor. Öyle ya bölgedeki dengelere ve ‘müttefiklik ilişkisi’ne baktığınızda görülüyor ki, değişim günlük değil adeta anlık. Bu bizim elbette iç siyaset ve siyasetçilerimize de ister istemez yansıyor.
Bölgede ana akım ülkeler, ABD, İsrail, İngiltere, Rusya, İran, Suriye . Peki Türkiye nerede? Hangi tarafta? Kiminle müttefik? Kiminle ayrışıyor? Kiminle savaşıyor? Kime karşı?....Daha bir çok soru sorabiliriz.
Baştan söylemeliyim ki, Türkiye uzun zamandır, ‘devlet aklı’ ile artık kendi oyununu oynuyor. Bu nedenle, hamleleri küresel güçler üzerinden anlamak zorlaşıyor. Yani eskisi gibi belli güçlerin stratejisini uygulamıyoruz. Hiç bir şey eskisi gibi değil. Ve bundan sonra da hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Hem de uzun bir süre….
Durum bu olunca, bir sabah kalktığımızda MHP Lideri Devlet Bahçeli, ‘ülke bekası için partim bir tarafa, bu ülke bekaasıdır’ deyip Ak Parti ile ittifak yapabiliyor. Geçmişte adeta yerden yere vurduğu Erdoğan’ın başkan olmasını destekleyeceğini daha seçimlere 1.5 yıl olmasına rağmen deklare edebiliyor.
Yine Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, birlikte yola çıktığı arkadaşları ile, ‘metal yorgunluğu’ teşhisi ile yollarını ayırabiliyor. Onları kızdırabiliyor. Hatta o arkadaşları ki bir çoğu kapalı kapılar ardında başka ittifaklar ile parti kurmadan tutun da , ‘Erdoğan’ın karşısına çıkaracakları rakip kim olmalı?’yı konuşabiliyorlar.
Ana muhalefet CHP’de de durum bir o kadar aynı. Bir sabah kalkıp, ‘Yeni Kapı ruhu’ diyor. Sonra tekrar normale dönüyor. O ruhtan çıkıyor. Önce Afrin Operasyonuna karşı ‘barış’ı öneriyor. Sonra Afrin’in ülke bekası için gerekli ulusal duruş olduğunu söylüyor. Ardından, ‘ Afrin’e girmeyelim.’ diyor. Yani hem CHP’nin, hem de seçmeninin başı dönüyor.
Peki neden?
Bunu anlamak için Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yıllarına dönmekte fayda var. Ve o dönemden örnekler vermek daha doğru olacaktır diye düşünüyorum.
Kurtuluş Savaşı’ından çıkan Mustafa Kemal yeni Cumhuriyeti ve Ankara Hükümeti’nin tanınmasını sağlamak üzere kurulan ‘masa’daydı. O gün de bugün olduğu gibi ittifak devletleri yeni sınırları çiziyordu. Ancak o ‘masa’ ki karşılarındaki ‘hasta Osmanlı’dan ve yokluktan , 12 milyon kahraman ile Anadolu’da destan yazan Mustafa Kemal, aynı destanı masada da aklı ile yazacaktı. Ve yeni bir devlet kurulacaktı.
Elbette bu kolay olmadı. Mustafa Kemal ‘masa’ da önce adaları verdi, Musul ve Kerkük’ün toprak hakkını aldı. Ama toprağın kullanım hakkını bıraktı. Yeni Cumhuriyet’in tanınması karşılığında Hatay’ı verdi. Ancak Hatay bir süre sonra önce Hatay Cumhuriyeti oldu. Sonra ( Ankara hükümeti tanındıktan sonra), o Hatay ki ittifak devletlerinin gözlerinin içine baka baka artık ‘tanınmış ‘ Türkiye Cumhuriyeti’ne ilhak etti. (Bu Mustafa Kemal’in stratejik dehasıdır. ) Ki kan dökmeden alınan dünyada başka örneği olmayan tek kara parçasıdır. (KUDÜS’ün Selahattin Eyyubi tarafından alınması gibi). Örnekleri çoğaltmamız mümkün. Örneğin yakın tarihimizdeki Kıbrıs Barış Harekatı. Doğu Akdeniz güvenliğimiz için KKTC, kahraman Türk Ordusu tarafından büyük zaferle yeniden kurulmuştur.
Bölgeye gelince; uzun zamandır bu köşede yazdığım ve gelişmelerden görüleceği gibi, küresel sermaye bölgede ulus devletlerin yerine bölge devletleri hatta mümkünse kolay yönetilebilecek şehir devletleri yaratmak istiyor.
Başlangıçta küresel sermaye; ilk ağızdan dönemin ABD Başkanı Bill Clinton’un TBMM’den, ‘Önümüzdeki yüzyıl Türk Yılı olacak’ diyerek ilan ettiği BOP (Büyük Ortadoğu Projesi)nin eş başkanı olarak Türkiye ile anlaştı. Ancak gelişmeler ve küresel sermayenin planları gün geçtikçe bölgedeki devletçikler aracılığıyla, ulus devlet ve misak-ı milli sınırlarımızı değiştiren bir projeye dönüştü. Ancak proje sahipleri o kadar kararlıydı ki, bunun hemen olması ve hiçbir şekilde şart koşulmadan olmasını ve planın yürümesini istediler. Ki, önce 17-25 Aralık, sonra 15 Temmuz gibi operasyonel girişimler ile Ak Parti ve Tayyip Erdoğan’ı ‘tek ayak’ üzerinde durdurmayı hedeflediler.
Tam da burada ‘devlet aklı’ devreye girdi. Elbette Türkiye Cumhuriyeti için bugün Ak Parti ve Tayyip Erdoğan, yarın başka bir parti ve başka bir başkan. İsimlerin öneminden çok devletin bekasının önemi göz önünde tutuldu. Ve bu sefer ‘masa’, ‘ içerde ‘ kuruldu. Ve ‘masa’ya bu kez devletin bekası yatırıldı. Şimdi herkes ‘masa’da üzerine düşen görevi yapıyor. Bu nedenle de her gün daha büyük sürprizlere hazır olun diyorum. Hiç bir şey eskisi gibi değil. Yarın devam edeceğim...