1 Nisan 2018’de, Türk milletini, askerleri, asker yakınlarını derinden yaralayan bir hâdise oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan, bir grup gazeteci, artist ve şarkıcı türkücüyle birlikte Oğulpınar Sınır Karakolu’nu ziyâret etti.
1 Nisan şakası gibiydi. “Açlık Oyunları” filmini hatırlatan bu ziyâreti, Cumhurbaşkanına kim tavsiye etmişti? (“Rize İl Kongresi’nde şehid annesine bağlanıp ağlatmayı, otobüsün tepesinden çay fırlatmayı kim tavsiye ettiyse odur.” dediğinizi duyar gibiyim.)
Biraz daha geriye gidelim.
2011 yılında Başbakan Erdoğan bir uçak dolusu insanla Somali’yi ziyâret etmişti. Verimli bir Afrika ziyâreti olsun istendiğinden magazin figürleri de dâvet edilmişti. ABD de böyle yapmıyor muydu?
Dönüşte, “Afrika’nın sesi olacağız.” diyen şarkıcının, uçak Mogadişu Havalimanı’na zor bir iniş yapınca gittiğine bin pişman olduğu üzerinde durulmasa da bir köşe yazarı şöyle isyan etmişti:
“Somali ziyâreti, ekranın nasıl verimli kullanılamadığına çarpıcı bir örnek teşkil ediyor. Taş yerinde ağır. Ajda Pekkan kişiliği ve kimliği ile “Somali'de olmaktan keyif alışı’ ile ziyâretin verimini düşürdü.
Bir tanıklık söz konusu ve bu tanıklığın dünya kamuoyuna duyurulması gerekiyorsa gördüklerini kelimelerin ateşi ile anlatabilecek yüreklere ihtiyaç var. Kameralar karşısında nasıl resim vereceğine kafasını takmış, Somali'de bulunmaktan keyif alan şarkıcı neyin tanıklığını yapacak? Onun bu tanıklığını kim ciddiye alacak? Nitekim alan olmadı. Somali'den insan hikâyeleri yerine, şarkıcının eksik Türkçesi yüzünden ‘keyifli’ cümleleri doldurdu medyayı.”
Oğulpınar Sınır Karakolu’na yapılan “keyifli” ziyâretten duyduğumuz rahatsızlık üzerine heyette bulunan ve aslen avukat olan gazetecilerden biri, devlet imkânlarıyla oraya giden sanatçıların meşakkatli(!) yolculuğunu, güzel Türkçesiyle şöyle savundu:
“Oraya eğlenmeye gitmedi, hiçbir sanatçı. Zâten eğlenmek için sınır karargâhına gidilmez. Mehmetçiğe moral olsun diye söylenmiş birkaç türküydü hepsi. İçlerinde felç hastası, yürümekte zorluk çekenleri vardı.” diye savundu, kadın dövmekle meşhur olan türkücüyü. (Türkücünün, zâten meşakkatli bir hayâtı vardı. 26 yaşındaki oğlu doğduğunda, villada doğalgaz bağlı olmadığından üşümüştü.)
Sövmeden beter bir savunmaydı, “Oğullar Nöbette” yazısı. Sanatçıların para almadığına özellikle dikkat çeken yazar, konuştuğu Mehmetçiğin oğluyla aynı yaşta olmasını da takdir ediyordu. Mehmetçik, edebinden, “O zaman niye burada nöbette değil?“ dememişti.
Heyetteki başka bir gazeteci, uçak ve otobüsle yapılan keyifli yolculuğu yazdığında uçakta yapılan şakadan haberdar olduk.
“Sayın yolcularımız, size bir sürprizimiz var. Cumhurbaşkanımızın isteği üzerine uçağımız, Hatay’a değil, Afrin’e inecek.”
Yazarımız, hem 1 Nisan olduğundan hem de Afrin’de havaalanı olmadığını bildiğinden gülümsemiş. Yememiş şakayı. Zâten yolculuğa katılan hemen herkes, bir şekilde Afrin’e ya da TSK ve ÖSO kontrolündeki yerlerden birine gidebilmeyi ümit ediyormuş.
Laf işte! Sanki tutan var!
Siz de benim gibi, anons yapıldığında suratların ne hâle geldiğini merak ettiniz değil mi? Şakayı her kim yaptıysa kayıt da yapmıştır. Eğer o kayıt, yolculuğun verimini arttıracak bir kayıt olsaydı anında internete düşerdi.
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrâhim Kalın ise Oğulpınar’ı, bir asır evvel şâir ve yazarların Çanakkale cephesine yaptığı ziyâreti hatırlatarak savundu.
Oysa bir asıl evvel Çanakkale cephesine son derece ağırbaşlı bir ziyâret gerçekleştiğini bilmiyor olamazdı. Özenle seçilen şâir, yazar ve ilim adamları, târihe not düşmüşler; otuz iki dişlerini gösterdikleri şarkılı türkülü bir fotoğraf karesi bırakmamışlardı.
İçlerinde, milletin değerleriyle alay eden çöpçatanlık programı sunucusu yoktu.
Dansöz yoktu.
Kadın dövmekle nam salan, mafyamatik işlere karışan türkücü yoktu.
Gencecik fidanlar canını verirken aklını, cildindeki kırışıklara tâkıp gençlik iksiri arayanlar yoktu.
Fetöcülerle berâberken Çanakkale’yi hafife alan, saf değiştirince 57. Alay’a övgü düzen gazeteci yoktu.
15 Temmuz gecesi arâzi olup, sonra köşesinde aslan kesilen gazeteci yoktu.
Sohbet ettiği Mehmetçik, ABD’deki oğluyla aynı yaşta olduğu için ağlayan gazeteci de yoktu.
Dolayısıyla İbrâhim Kalın’ın mukâyesesi, bir hayli kalınca olmuştu. Özür, kabahatten beterdi. Bu Hollywood usûlü cephe ziyâreti ile Çanakkale’yi kıyaslamak, en başta şehîdlerimize; sonrasında Çanakkale cephesine giden âlim ve sanatkârlara saygısızlıktı. Sanatçı ile sanatkâr arasındaki farkı bilmemekti.
Gazetecilerin ve İbrâhim Kalın’ın savunması, durumu kurtarmadı. Kalbi, Peygamber ocağı için çarpanlar haklıydılar. Tepkiler sonuç verdi. Böyle bir Mehmetçik ziyâreti, bir daha tekrar etmedi.
Oğulpınar Sınır Karakolu’na yapılan bu “keyifli” ziyâreti savunan, savunulurken susan her kim varsa Lütfü Türkkan’ın küfrüne de bir zahmet sussun!
Not: Lütfü Türkkan’ın bir şehid yakınına küfür etmesinden ziyâde, küfür etmesine esef ediyorum. Ya arkadaş, okumuş dokumuş, yüksek lisans yapmış vekilsin. Sokak serserileri gibi sin kaflı küfür nedir?