Köşe yazısı yazmaktan ne kadar keyif aldığımı izah etmeye çalışsam inanın elime yüzüme bulaştırırım. 3,5 senedir masamın başına her oturuşumda, klavyenin üzerinde parmaklarımı her gezdirişimde bu işe bağlılığım, alakam ve tutkum artıyor; bol bol ‘’İyi ki kalem tutuyorum.’’ diyorum. Diyorum ama biliyor musunuz ben bu sefer iyi ki diye geçiremiyorum içimden, bu sefer iyi ki bu yazıyı yazıyorum diyemiyorum. Bu sefer keşke diyorum, keşke bu yazıyı yazmak için masamın başına oturmak zorunda kalmasaydım diyorum. Keşke tüm bunlar yaşanmasaydı da ben de bu yazıyı yazmak zorunda kalmasaydım diyorum. Diyorum ama hakikatleri ben değiştiremiyorum ki, zamanı geri alamıyorum, sonunda da bunu değiştiremeyecek olduğum acizliğini kabul edip en azından üzerime düşeni yapayım diyorum. Üzerime düşeni yapıp söylenmesi gerekenleri söyleyeyim ki vicdanımın yüzüne, öyküsü yarım kalanların yüzüne bakabileyim diyorum.
27 Şubat akşamı İdlib’deki hain saldırı sonucunda bir taburumuz vuruldu ve biz an itibariyle ilan edilen rakamlara göre 35 canımızı yitirdik, 35 şehidimiz var. Dilden ne kadar da kolay bir anda çıkıveriyor ‘’35 şehidimiz var.’’ tümcesi değil mi? 35 Tane annenin, ayağına batacağı dikenden sakınarak büyüttüğü yavrusu gitti. 35 Tane babanın, yüreği kıpır kıpır ederek bisiklete binmeyi öğrettiği evladı gitti. 35 Tane kardeşin, 10 kuruşları denkleştirerek aldığı çikolatalı gofreti bölüştüğü ağabeyi gitti. 35 Tane aşığın, gözüne baktığında yavru sincapları koşuştururken gördüğü sevgilisi gitti. 35 Tane minik kızın, kucağında kendisini dünyanın en güvenli, en güzel sarayında gibi hissettiği babası gitti. 35 Tane minik çocuğun, beline sarılıp top oynamak için saatlerce yolunu gözlediği babası gitti. 35 Tane boyası dökük, mobilyası kırık, buzdolabı boş, penceresi çatlak evin ışığı söndü. Hayalleri olan, sevdikleri olan, anıları olan, yaşayacak günleri olan, gülerek biriktireceği binlerce anıları olan 35 tane can gitti işte…
35 Tane can gitmiş, iktidar ve iktidarın paralı asalakları es vermeksizin martaval okumakla meşgul vaziyette. 35 Tane evladımızı kaybettiğimiz bir günde, her Allah’ın günü televizyonlarda magazin programı yorumcusu gibi yerli yersiz geyik yapan saygıdeğer idarecilerimiz kameralar karşısına geçip ulusa hitap etmediler. Saygıdeğer idarecilerimiz ulusa seslenmediler, meclisimizi toplanmaya çağırmadılar hatta çağıranlara ‘’Acelesi yok Salı günü toplanalım.‘’ dediler ve işin muhataplarına sert bir yanıt dahi vermediler. Bu zamana kadar muhalefeti milli olmamakla ve NATO’cu olmakla itham edip işi teröristliğe kadar götürmeye kalkanlar dün sosyal medyada, orada burada ‘’NATO Bize bugün destek olmayacaksa, ne zaman destek olacak ?’’ diye sızlanarak Türk devletinin dış politika geleneğinin göğsüne bir kurşun daha sıktılar. Bu zamana kadar iktidarı türlü vesilelerle yalamayı başaran asalaklar 35 tane canın kaybından da kendilerine yalakalık fırsatı çıkarmayı ihmal etmediler ‘’Kayıp diyorlar, kayıp nedir yahu? Sadece yer değiştirdiler, kabir hayatına geçtiler. Şehitlik için Allah’a yalvarmak lazım.’’ diye ciddi ciddi devletin kanalında yüzleri kızarmadan konuştular. Artık iktidara ve asalaklarına edep ya hu diyorum, artık kendinize gelin diyorum. Böyle bir günde devlet ciddiyetiyle hareket etmezseniz, ne zaman devlet ciddiyetiyle hareket edeceksiniz diye de soruyorum. Bu ulus sizlerin ‘’Gün siyaset günü değil, birlik olup acılarımızı paylaşma günü.’’ edebiyatınızı artık kale almıyor, artık bu boş laflar kimseyi tatmin etmiyor. Hatırlatırım, emperyalistlere karşı Kurtuluş Savaşı vererek bağımsızlığını elde etmiş Türk ulusuna hitap ediyorsunuz. Hiç ama hiç merak etmeyin bu ulus zor günlerde nasıl birlik olacağını iyi bilir ve birbirine sarılmak için sizin bu manasız, samimiyetsiz telkinlerinizi duymayı beklemez. Bu ulus sizden beklese beklese dökülen kanların hesabını, yetim kalan çocukların hesabını, evladını ömrünün yaz sabahında toprağa yatıran ailelerin hesabını duymayı bekler.
Kaç uzman, kaç siyasetçi, kaç diplomat, kaç bilim insanı ve kaç aydın bu işin en başındayken Ortadoğu konusunda iktidarı ikaz etti, iktidar kaç defa bu ikazlarla dalga geçti ben sayamıyorum. İktidar kaç defa dengesiz, bilim ve akıl prensiplerinden uzak dış politika konusunda ikaz edildi ben sayamıyorum. 2004’te ABD Dışişleri Eski Bakanı Condoleezza Rice’ın Ortadoğu planıyla coşup ağababası 41. ABD Başkanı George Bush’un Eşbaşkanlık teklifini pişmiş kelle gibi sırıtarak kabul eden iktidar, seçim meydanlarında büyük memnuniyetle ‘’Bize bir görev verildi, biz Büyük Ortadoğu Planının Eşbaşkanlarıyız!’’ diye bağıran iktidar, kaç defa emperyalistlerin değirmenine su taşıdığı hususunda ikaz edildi ben sayamıyorum. İktidarın suratına Şam’da Cuma namazı kılma fantezisinin sonunda, Ortadoğu’da Osmanlıcılık oyunu oynamanın sonunda ancak ve ancak bizim zarar göreceğimiz gerçeği kaç defa haykırıldı ben sayamıyorum, sayamıyorum, sayamıyorum! Bunları sayamadığım gibi tüm bunları hatırlatmanın, tüm bu olanların hesabını sormanın vatan hainliği ile nasıl bağdaştırıldığını da anlayamıyorum! Artık aklınıza sokun şunu ne siz Abdülhamit’siniz ne de devir istibdat devri, ne sizin iki seçimlik bekanız bu memleketin çıkarlarından önemli ne de sizin o koca koca unvanlarınız bu vatanın evlatlarının saçının bir telinden daha değerli! Bu ulus artık susmak da susturulmak da istemiyor! Akıllıca eleştiriler ve mantıklı sorular olur da sorgulayanların sayısını artırır bu yüzden de koltuklarınıza zeval gelir diye ödünüz patlıyor, ödünüz patladıkça kaybetme korkusuyla devletinin geleceğini düşünüp kaygılanan insanları saçma sapan ithamlarla vatan haini ilan ediyorsunuz! Birilerini hainlikle itham etmeden evvel dönüp de aynaya bir bakın Allah aşkına. Bu ülkeyi karanlık Ortadoğu bataklığına sürükleyen müthiş öngörünüz, bu devleti okyanus ötesinden emir alan dinci çetelere teslim eden müthiş öngörünüz kimin vatansever; kimin vatan haini olduğunu tayin edebilecek yeterlilikte olsaydı ne kandırıldık diye gözleriniz dolarak açıklama yapardınız, ne de biricik incimiz Türkiye’mizi bu müşkül hallere düşürürdünüz.
Bakın şimdi ‘’Biz biliriz, muhalefet önce dönsün de kendine baksın !’’ diye diye, sizi eleştirenleri hain ilan ede ede bildiğinizi okudunuz ve ülkeyi işte bu duruma getirdiniz. Bu saatten sonra ne denir, ne söylenir ben bilmiyorum ki! Babasının tabutunu ‘’Bakın, bu benim babam !’’ diye gösteren şehit çocuğuna ne söyleyebiliriz ki? Ne söylersek onun eksik kalan yanını tamamlayabiliriz ki? Ne yazarsak onun önce alev alev yanmış sonra da ebedi bir kış ayazına teslim olmuş yüreğini iyileştirebiliriz ki? Ama sizden özür diliyoruz, hatayı aslında bizler yapmışız. Büyük Ortadoğu Planı Eşbaşkanlığı emanetini taşıdığını zevkle dillendiren bir iktidardan her türlü hatasına rağmen bu ülkenin iç ve dış politikada sorunlarını çözmesini beklemişiz. Özür diliyoruz, hatayı aslında bizler yapmışız bir karbüratör kapağının konuşup bizimle muhabbet etmesini beklemek kadar aptalca davranmışız. Özür diliyoruz…
Özür diliyor ve sizi canı gönülden tebrik ediyoruz, Büyük Ortadoğu Planı Eşbaşkanlığında olabileceğiniz kadar başarılı oldunuz, samimi söylüyorum bundan iyisi Şam’da kayısı vallahi! Ne kadar övünseniz, ne kadar nutuk atsanız, ne kadar haz duysanız ve ne kadar koltuklarınızı kabartsanız az yav az, az, az!
Bakın aşkıyla yanıp tutuştuğunuz o Yeni Türkiye’yi inşa ettiniz işte!
İnsanların açlıktan kendisini yaktığı,
Düşünenlerin korkudan fikir beyan edemediği,
Bebeklerin tek göz barakada parasızlıktan donarak öldüğü,
Her gün al bayrağa sarılı tabutların musalla taşına indiği o Yeni Türkiye’yi inşa ettiniz işte!
Ne kadar gurur duysanız, ne kadar sevinseniz az!
Siz başardınız bu işi, başardınız…