Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu önderi Atatürk adına Uluslararası bilimsel kongre, Mustafa Kemal’in doğduğu ve büyüdüğü ülke olan Makedonya’nın başkenti Üsküp kentinde 17-22 Ekim 2011 tarihleri arasında yapılmıştır. Türk hükümeti adına başbakan yardımcısının önemli bir konuşma ile açılışını yaptığı bu bilimsel kongreye; Amerika Birleşik Devletlerinden, Çin’e, Rusya’dan, Mısır’a, İngiltere’den, İran’a kadar dünyanın bir çok ülkesinden gelen bilim adamları ve uzmanlar katılmışlardır. Türk dünyası ve Türk topluluklarının temsilcilerinin öncelikle katıldığı bu büyük bilimsel kongrede, hem Atatürk, hem Türk tarihi hem de bugünün koşulları altında Balkanlar’ın geçmişi ve geleceği her yönü ile ele alınarak tartışılmıştır. Türkiye’den iki yüzden fazla bilim adamı ve uzmanın katıldığı toplantı üç gün sürmüş ve Türkiye’den Balkanlara bakışın çeşitli yönleri ayrı ayrı oturumlarda ele alınarak bilimsel değerlendirmeler yapılmaya çalışılmıştır. Atatürk adına yapılan 7. Bilimsel kongrenin bugünün koşullarında Balkanların tam ortası olan Makedonya’da yapılmasının içinde bulunulan siyasal konjonktür açısından anlamı büyük olmuştur. Kongreye katılan yabancı bilim adamları, bu vesile ile hem Balkanlar’ı, hem de Türkiye’ yi beraberce ele alarak ortak bir değerlendirme yapabilme şansını elde etmişlerdir.
7.Atatürk uluslararası kongresinin Makedonya’da yapılmasından on beş gün önce Türkiye Cumhuriyeti başbakanı bu ülkeye giderek resmi bir ziyaret yapmış ve Türkiye ile Makedonya Cumhuriyeti arasında çeşitli yardım ve işbirliği antlaşmaları imzalanmıştır. Orta Doğu’da savaş süreci tırmanırken ve Balkanlar’da siyasal belirsizlik geleceğe doğru çeşitli kuşkulara yol açarken, Türkiye Cumhuriyetinin başbakanının Balkan yarımadasının tam ortasında yer alan küçük ve önemsiz görünen Makedonya gibi bir ülkeye gitmesi şaşkınlıkla karşılanmış, beraberinde yeni gelişmelerin ortaya çıkabileceği düşüncesiyle, farklı yorumlara da neden olmuştur. Sovyetler Birliğinden hemen sonra dağılan Yugoslavya Cumhuriyetinin eski bir eyaleti olan Makedonya bu yıl siyasal bağımsızlığının yirminci yıldönümünü 8 Ağustos tarihinde Kosova’da başlayan Arnavut hareketleri nedeniyle tam bir bağımsızlık kutlama törenleri yapamamıştır, çünkü Arnavut önderler Makedonya’nın bağımsızlık bayramına gelmemişlerdir. Üçe bölünen Arnavut toplumunun bu durumundan şikâyetçi olan Arnavut liderlerin Makedonya yönetimini boykot etmesi ciddi bir hoşnutsuzluk yaratmıştır. On milyonu aşkın nüfuslarıyla ile Arnavutların Balkanlar’da üçe bölünmüş bir duruma düşmelerinin ana nedeni, Makedonya’nın bağımsız devlet olmasından sonra iki milyonu aşkın bir Arnavut nüfusunun bu ülkede yaşamak zorunda bırakılmasıdır. Kosova’nın Sırbistan’dan koparak bağımsızlığını elde etmesinden sonra, ABD emperyalizmi tarafından Arnavutluk ile birleşmesinin önlenmesi de Arnavutlar arasında büyük bir hoşnutsuzluk ortaya çıkarmıştır.
Arnavutların uzak durduğu hatta zaman zaman hasmane bir tutum aldığı Makedonya Cumhuriyetine karşı Türk devleti yakın durmuş, hem bu devletin yirminci yıldönümünde başbakan düzeyinde resmi bir ziyaret yapılmış hem de, Türkiye Cumhuriyetinin kurucusunun doğduğu topraklara sahip olan Makedonya’nın başkentinde 7. Uluslararası Atatürk kongresi toplanmıştır. Daha önceki yıllarda bu ülkede yaşayan Arnavutların zaman zaman Makedon devletine karşı ayaklanmaları ve iç karışıklar çıkarmalarını önlemek üzere dünyanın önde gelen ülkelerinin araya girmeleriyle ,Ohri Çerçeve Antlaşması imzalanmıştır. Bu antlaşmaya göre, iki milyon Arnavut’un barış içerisinde Makedonya sınırları içerisinde ve bu halkın bir parçası olarak yaşamlarını sürdürmeleri sağlanmıştır. Türkiye Cumhuriyeti de Ohri Çerçeve Antlaşmasının imzalanması sırasında sahip olduğu büyük Arnavut ve Makedon nüfus lobilerinin etkisiyle devreye girerek, Atatürk’ün doğduğu bu ülkede Yugoslavya sonrası aşamada yeni bir iç savaşın çıkması önlenmiştir. Balkanların en küçük ve zayıf ülkesi olarak Makedonya bugün barış içerisinde varlığını sürdürüyorsa, bunun arkasında Ohri Çerçeve Antlaşması yatmakta ve batı ülkeleriyle beraber Türkiye’nin de devreye girerek bir Makedon-Arnavut çatışmasına izin vermemeleri etkili olmuştur. Arnavutların Müslüman, Makedonların ise Hristiyan olmaları yüzünden aynı zamanda ciddi bir din farklılığına da sahip olan Makedonya’da barışın sürmesi için, Türkiye eski Osmanlı mirasının sahibi bir Müslüman ülke olarak zaman zaman devreye girmek zorunda kalmış ve bu ülkede bir din çatışmasına giden yolun önü kesilmiştir. Türk başbakanının bu ülkeye son ziyareti, yeniden Balkanlar’da çatışma çıkarmak isteyen savaş planlarının önlenmesinde etkili olmuş, Müslüman Arnavutlar ile Hristiyan ve Musevi Makedonların bu ülkede ortak bir devletin çatısı altında yaşamlarını barış içinde sürdürmelerine destek olmuştur.
Osmanlı döneminde Balkanların merkez ülkesi olan Makedonya, aynı zamanda Balkan Türklüğünün de yoğunlaştığı bir yer olmuş ve bu nedenle de aynı zamanda Türk dünyasının bir parçası konumuna gelmiştir. Osmanlı İmparatorluğunun dağılmasından sonra Balkan göçleri ile Türkiye’ye gelen milyonlarca Arnavut ve Makedon nasıl Türk toplumu içinde barış içinde yaşıyorsa, aynı doğrultuda bu eski Osmanlı ülkesinde de birlikte yaşamlarını sürdürmeleri istenmiş ve bu küçük ülke sürekli olarak büyük devletlerin gözetimi altında kalmıştır. Kendisini tam bağımsız bir düzeyde yönetemeyecek kadar küçük bir ülke olan Makedonya her zaman için büyük güçlerin çekişme alanı olmuş ve her dönemde de birbirinden farklı büyük güçlerin ya da devletlerin hegemonya alanları içine girmiştir. Tarihten ve jeopolitik koşullardan ileri gelen bu durumun günümüz koşullarında farklı bir çizgide yeniden ortaya çıktığı ve bu ülkenin Müslüman, Hristiyan ve Musevi vatandaşlarının, birbirinden çok farklı yeni senaryolar ya da projeler doğrultusunda yönlendirilmeye çalışıldıkları görülmektedir. Küçüklüğü ile beraber bölünmüş nüfusu ve ülkesi yüzünden bir türlü toparlanamayan Makedonya, geleceği belirsiz bir yolda ilerlerken, sorunlarının çözümünde en çok Türkiye’den beklentiler içinde olduğu anlaşılmakta ve bu nedenle de Türk hükümetinin başbakanının bu küçük ülkeyi yakın zamanda yeniden ziyaret etmek durumunda kaldığı anlaşılmaktadır. Osmanlı döneminde olduğu kadar, Yugoslavya döneminde de sürekli olarak geri planda kalan bu küçük ülke, bugünün koşullarında Avrupa’nın en geri kalmış ve yoksul ülkelerinden birisi olarak öne çıkmaktadır. Her açıdan yardıma ve desteğe ihtiyacı olan Makedonya’nın Türkiye gibi büyük bir ülkenin yakın ilgisini beklediği ve içinde bulunduğu sorunlardan kurtulabilmek için tıpkı Osmanlı döneminde olduğu gibi iki ülkenin beraberce hareket etmesini istediği görülmektedir. Makedonya’nın Müslüman Arnavutlarıyla da Türkleri kadar bu ülkenin Hristiyan Makedonları ile Musevi vatandaşlarının da Türkiye’nin yakın ilgisine muhtaç olduğu anlaşılmaktadır. Türk başbakanının son dönemdeki ziyareti Makedonya’nın Türkiye’den beklentilerinin karşılanması açısından olumlu geçmiş, imzalanan yeni antlaşmalar ile bu ülkenin desteklenmesi sağlanmıştır. İki ülke arasındaki ilişkilerin geliştirilmesi, Türk iş adamlarının Makedonya’nın çeşitli kentlerindeki projelere yatırımlarının sağlanması, iki ülke halkı arasındaki akrabalık bağlarının güçlendirilmesi, göçmenlerin akrabalarıyla eskisine oranla daha kolay koşullarda görüşebilmeleri için iki devletin aracı olması, Türk üniversitelerinin Makedonya kentlerindeki yüksek öğretim kurumlarına bilimsel destek vermesi ve daha sonra da ortak projelerin geliştirilmesi, çeşitli protokoller aracılığı ile karara bağlanmıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nin bir kamu kurumu olan Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumunun 7. Atatürk Kongresini bu ülkenin başkentinde yapması da bu doğrultuda bir işbirliği yapılarak gerçekleştirilmiştir. Balkanlar’daki Osmanlı mirasının bugünkü taşıyıcısı olan Türkiye Cumhuriyeti ,diğer Balkan ülkelerinin yanı sıra Makedonya’ya da en az onlar kadar önem vererek, yeni bir dengenin kurulmasını sağlamıştır.
Vardar Irmağı ve ovası boyunca uzanan bugünkü Makedonya aslında Kuzey Makedonya olarak coğrafya kitaplarında belirtilmektedir. Osmanlı İmparatorluğu sonrasında güney Makedonya, İngilizlerin öncülüğünde Yunan hayranı batılı ülkeler tarafından Yunanistan’a verildiği için ,Selanik kentinin merkezinde yer aldığı aşağı Makedonya bugün hala Yunanistan sınırları içerisinde yer almaktadır. Osmanlı döneminde Selanik Makedonya’nın başkenti olarak haritada yer alırken, bugün bu kentin Yunanistan sınırları içerisinde yer alması nedeniyle bağımsız Makedonya devletinin üzerinde yer aldığı Vardar Makedonya’sının başkenti olarak eski bir Osmanlı kenti olan Üsküp seçilmiştir. Balkan savaşları sırasında, batılı emperyal devletler tarafından kışkırtılan mikro milliyetçilik akımları, Osmanlı Balkanlarını birinci Balkan savaşı sonrasında küçük küçük devletçiklere bölmüş ve kendi bağımsız devletini kuran Sırplar, Bulgarlar, Yunanlılar, Hırvatlar ve Arnavutlar daha büyük bir devlet yapılanmasına yöneldikleri aşamada, ikinci Balkan savaşı gündeme gelmiş bütün yeni küçük Balkan devletleri ortada kalan zayıf Makedonya bölgesini ele geçirerek kendi büyük devletlerini kurmaya yöneldikleri için, Makedonya tam anlamıyla bir kan gölüne dönüşmüştür. Selanik merkezli Osmanlı devlet yapılanması ikinci Balkan savaşı sonrasında çökmüş ve Balkan Türkleri ile Balkan Musevi toplulukları Selanik ile beraber Manastır, Ohri, Kalkandelen, Gostivar, Debre ve Serez gibi kentleri terk ederek Kuvayı Milliye Türkiye’sine göç etmek zorunda kalmışlardır. Vatikan tarafından yönlendirilen Hristiyan fanatizmi, Balkan Türkleri ile beraber Müslümanları ve Musevileri de Makedonya’dan kovarak, Osmanlı İmparatorluğunun Hristiyan olmayan ahalisinin Avrupa kıtasının sınırları dışına sürülmelerine giden yolu açmıştır. Boşnaklar, Arnavutlar kadar Makedonlar da Balkan göçmenleri arasında sayıca büyük bir ağırlığa sahip olmuşlardır. Ayrıca Bulgaristan Türkleri bu göçe eklenince, milyonlarca Balkan göçmeni, yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş aşamasında Anadolu topraklarına gelerek bu genç ülkenin vatandaşları olmuşlardır.
Osmanlı Devleti öncesinde önce İbraniler ve Yunanlılar, sonra Makedonyalılar, daha sonraki aşamada Romalılar ve Bizanslılar bu ülkenin topraklarına egemen olmuşlardır. Eski Yunan’ın MÖ çağlar, Atina ve Isparta gibi kent devletleri Balkanlar’da öne çıkmış ama daha sonraki aşamada kuzeydeki ova bölgesinde Filip’in kurduğu Makedonya devleti, oğlu İskender aracılığı ile büyük bir cihan imparatorluğuna dönüştürülmüş ve Hindistan bölgesine kadar yapılan askeri seferler ile dünyanın en büyük imparatorluklarından birisi olmuştur. Kısa süren Makedonya imparatorluğu döneminden sonra Roma İmparatorluğunun içine bir eyalet olarak alınan Makedonya, bu büyük devletin doğuya dönük siyasal girişimlerinin merkezi haline gelmiştir. Roma ve Bizans devletlerinin çöküşü sürecinde Makedonya diğer Balkan ülkeleri gibi doğudan gelen büyük göçler ile karşı karşıya kalmış, göçler yolu ile Asya’dan gelen çeşitli kavimler Balkanlara yerleşirken, Makedonya önemli nüfus hareketlerine sahne olmuştur. Doğudan gelen kavimlerin göçü sırasında bazı büyük Türk boylarının da gelerek Balkanlara yerleştiği görülmüş, Pomaklar, Kıpçaklar, Kumuklar, Bulgarlar ve Macarlar Asya kökenli Türk boyları olarak Doğu Avrupa bölgelerinde kendilerine yeni yurt alanları aramışlardır. Osmanlı İmparatorluğu İstanbul’un fethinden sonra Balkanlara yayılması sırasında, bazı Tatar ve Türkmen asıllı boyları Anadolu üzerinden getirerek Makedonya’ya yerleştirmiştir. Böylece Makedonya’nın Türkleştirilmesi için çaba gösterilmiş ama bu küçük ülkenin geçmişten gelen gayrimüslim nüfus yapısı ,Osmanlı döneminde de eskisi gibi devam etmiştir. Kafkaslar gibi Asya ve Avrupa arasında bir geçiş koridoru konumunda bulunan Makedonya, bu yüzden tarihin çeşitli dönemlerinden kalma göç ve yerleşimler yüzünden kozmopolit bir nüfus yapısına sahip olmuştur. Bu yüzden Balkan savaşları sırasında bir çok toplum ve yeni küçük Balkan devletleri bu merkezi ülkeye sahip çıkmaya çalışmış ve bu girişimlerin batılı emperyal devletler tarafından desteklenmesi üzerine de Makedonya’dan Anadolu’ya, Avrupa’dan Küçük Asya’ya doğru büyük göçler gündeme gelmiştir. İkinci Dünya Savaşı sonrasına kadar büyük göçler veren bu küçük ülkenin nüfusu önemli ölçüde azalmış, Türkiye Cumhuriyeti kurulurken Balkan Türkleri ve Müslümanları, İsrail devleti kurulurken ise, Makedonya Yahudilerinin önemli bir kesimi Orta Doğu’da iki bin yıl sonra kurulan yeni Yahudi devletine göç etmişlerdir. Göçler yüzünden Türk, Müslüman ve Musevi nüfusunda önemli azalmalar olan bu ülkede Arnavutlar hızla çoğalarak,zamanla nüfusun yarısını oluşturacak düzeye gelebilmişlerdir.
Bulgaristan, Yunanistan, Sırbistan, Hırvatistan ve Arnavutluk gibi yeni küçük Balkan ülkelerinde milliyetçilik giderek çok hızlı gelişmeler gösterince, ikinci Balkan savaşı kendiliğinden gündeme gelmiş ve daha sonraki aşamada da Rusya’da gerçekleşen Sovyet devriminin etkisiyle sosyalist akımlar Balkan yarımadasında öne geçerek, güney Slavları birliği konumunda Yugoslavya federasyonunun kurulmasına yol açmıştır. Bu federasyon döneminde sosyalist bir dayanışma ve kardeşlik düzeni Balkan toplulukları arasında geçerli olmuş ve böylece bu bölgeye uzunca bir süre barış gelmiştir. Ne var ki, sosyalist sistemin çöküşünden sonra Yugoslavya federasyonu dağılmak zorunda kalınca bunun üzerine yeniden etnik çatışmalar ortaya çıkmış ,önce Bosna’da Sırplar ile Boşnaklar, daha sonra ise Kosova’da Sırplar ile Arnavutlar silahlı çatışmalara girmişlerdir. Yugoslavya’nın dağılmasından sonra Arnavut milliyetçileri Büyük Arnavutluk’a soyununca, Makedonya’daki Arnavut toplumu Makedonlar ile silahlı çatışmalara girerek, bu ülkenin batı kısmını Makedon devletinin çatısı altından alarak Arnavutluk devletinin ülkesiyle birleştirmeye yönelmişlerdir. Böylece, birinci dünya savaşı sonrasında Yunanlılar tarafından işgal edilen güney Makedonya’dan sonra, bu kez de Arnavutlar batı Makedonya’yı Makedonya sınırları dışına çıkararak, bu ülkeyi bir de batıdan bölebilmenin çabaları içinde olmuşlardır. Ayrıca, Bulgarlar da Büyük Bulgaristan peşinde koştukları için Birinci dünya savaşı sonrasında işgal ettikleri doğu Makedonya topraklarını sınırları içerisinde tutmuşlar, bu küçük ülkeyi bir de doğu bölgesinden parçalamışlardır. Blogevgrat kenti eski bir Makedon yerleşim merkezi olmasına rağmen, bugün hala eski bir Bulgar komutanının adıyla Bulgaristan kenti olarak Makedonya sınırları dışında tutulmaktadır. Böylece, Makedonya gibi bir küçük ülke güneyden Yunanlılar, batıdan Arnavutlar, doğudan da Bulgarlar tarafından bölünerek parçalanmak istenmiştir. Balkanların ortasında yer almanın faturasını Makedonya, bölünerek ve komşuları tarafından parçalanarak ödemek zorunda kalmıştır.Üç milyonluk Makedon nüfus, bu küçük ülkenin kurtuluşunu sağlayamamış ve komşular Makedonya’yı parçalayarak iyice küçültmüşlerdir. Türklerin ve Musevilerin bu ülkeden göçü nedeniyle zayıf kalan Makedon kökenli nüfus, komşuların baskılarına dayanamamış ve birliğini koruyamamıştır.
Osmanlı Devletinin “hasta adam” konumuna düşmesiyle beraber başlayan Balkanlar’daki çekişmeler en fazla Makedonya’yı yaralamış ve kozmopolit bir nüfus yapısına sahip olan bu ülke halkı, daha sonraki dönemlerde sürekli olarak Balkan çekişmelerinin ana konusu olmuştur. Büyük bir İslam imparatorluğu olan Osmanlı Devleti milliyetçilik cereyanları ile dağılmaya doğru sürüklenirken, ana ülkesi olan Balkanlar’da Avrupa tipi bir ulus devleti Makedonya bölgesinde oluşturmak istemiş ama o dönemin koşullarında bunu başaramayınca, hem geri çekilmek zorunda kalmış, hem de Hristiyan fanatizminin Avrupa kıtasından sürgün cezasıyla Asya topraklarına geri çekilmiştir. Osmanlı devleti Balkan savaşları öncesinde, Bulgaristan Yunanistan, Sırbistan, Hırvatistan ve Arnavutluk devletlerine karşı modern bir Türk devletini Makedonya’da kurmaya çalışmış ama ikinci Balkan savaşı sonrasında Hristiyan Avrupa ülkelerinin bir dinsel dayanışma ile Osmanlıların üzerine gelmesi nedeniyle, istenen Türk devleti Avrupa topraklarında değil ama Asya topraklarında kurulabilmiştir. İngilizlerin baskısıyla batı Trakya’nın Yunanistan’a bırakılması nedeniyle, sadece doğu Trakya Asya kıtasında kurulan yeni Türk devletinin sınırları içerisinde yer alabilmiştir. Batı Trakya bütünüyle Türk olmasına rağmen İngilizlerin isteği yüzünden Yunanistan sınırları içerisinde bırakılmış, güney Bulgaristan bölgesinde ise iki milyonu aşkın Müslüman Türk ise Sovyetler Birliğinin ısrarları üzerine Bulgaristan sınırları içerisinde bırakılarak, yeni Türk devletinin bir Asya devleti olması sağlanmaya çalışılmıştır. Balkan savaşları ve Kuvayı Milliye mücadelesi sonrasında kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti, tarihsel açıdan Osmanlı Türklerinin Makedonya merkezli olarak Balkanlar’da kuramadığı çağdaş Türk devletinin, Asya topraklarında gerçekleştirilen örnek modeli olmuştur. Yeni Türk devletinin çağdaş ve laik bir batı tipi devlet olmasında Makedonya ‘da ki birikimi temsil eden, ama batı emperyalizmi baskısıyla göç etmek zorunda kalan Balkan göçmenlerinin tarihsel birikim açısından çok önemli rolü ve katkısı bulunmaktadır. Osmanlı devletinin reformları ve Avrupa’da Balkan merkezli bir yeni ulus devlete dönüşme mücadelesi sonuç vermeyince, Balkan göçü kaçınılmaz olmuş ve böylece Makedonya’da kurulan çağdaş Türk Cumhuriyeti Anadolu yarımadası üzerinde kurulmuştur. Ulusal kurtuluş savaşı sırasında Balkan göçmenlerinin Müdafa-i Hukuk cemiyetlerinde önde gelen rol almaları, böylesine bir sonucun elde edilmesini sağlamıştır. Osmanlı devleti ana ülkesi olan Balkanlar’dan kovulunca, göçmenlerin öncülüğünde arka ülke olan Anadolu yarımadasın da yeni Türk devleti kurulabilmiştir.
Osmanlı Devleti, gerileme sürecinde Balkanlar’da ayakta kalabilmek için Makedonya’da bir modern jandarma teşkilatını oluşturmuş ve bu askeri gücün yoğun desteği ile Makedonya’nın merkezi olan Selanik ve yöresinin güvenliğini sağlamaya çalışmıştır. Ne var ki, İngiltere, Fransa ve Almanya gibi batının emperyal devletleri Osmanlı’yı Balkanlar’dan ve Avrupa kıtasından kovmayı hedef haline getirdikleri için, alt kimlikli Balkan halklarına dönük kışkırtmalar sürüp gitmiş ve bu nedenle yeni kurulan Jandarma örgütü ile istenen sonuç elde edilememiştir. Selanik’te oluşturulan Hareket Ordusunun devletin çöküşü aşamasında İstanbul’a gelerek merkezi teslim alması da, direniş hareketlerinin Makedonya’dan Anadolu bölgesine doğru kaymasına yardımcı olmuştur. Hareket Ordusu Makedonya’nın güvenliğini sağlayacağına İstanbul’a gelerek devlet merkezinin güvenliğine öncelik vermesi, Osmanlı yönetiminin Makedonya bölgesinde çökmesine neden olmuştur. Hareket Ordusu ile İstanbul’a gelerek devletin yönetimini ele geçiren Jön Türk hareketi, batı tipi bir devleti Makedonya merkezli olarak Balkanlar’da kuramayınca, bir ulusal kurtuluş savaşı üzerinden küçük Asya denilen Anadolu yarımadası üzerinde kurmaya yönelmiştir. Bu yüzden Anadolu’daki Türk devleti ile Makedonya arasında tarihten gelen sıkı bağlar vardır. Özellikle Makedonya’dan Anadolu’ya gelen Balkan göçmenleri bu tarihsel bağların köprülüğünü yapmaktadırlar. Balkan göçmenlerinin ve özellikle Makedon asıllıların ve Makedonya’dan Türkiye’ye gelen Balkan Türkleri ile Musevilerinin, Türkiye Cumhuriyetinin bir ulusal ve üniter devlet olmasına, laik ve çağdaş bir yapılanma ile ortaya çıkmasına olan büyük katkılarında, Makedonya’da ve Balkanlar’da gerçekleştirilemeyen Osmanlı sonrası çağdaş devlet arayışının önemli bir payı olduğu anlaşılmaktadır. Balkanlar’daki gecikme Anadolu’daki hızlı oluşum ile giderilmeye çalışılmış ve Osmanlı sonrasında çağdaş bir devlet yapılanması projesi Balkanlar üzerinden gerçekleştirilemeyince, bu kez Balkan göçmenlerinin ön planda yer aldığı bir ulusal kurtuluş savaşı ile Anadolu üzerinde başarılmıştır. Makedonya doğumlu Atatürk’ün öncülüğünde tarih sahnesine çıkan genç Türkiye Cumhuriyeti ,böylesine bir sürecin ve tarihten alınan derslerin ürünüdür. Osmanlı devletinin bitişi Türkiye Cumhuriyetinin tarih sahnesine çıkışı ile noktalanmıştır.
Anadolu yarımadası üzerinde tarih sahnesine çıkan Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu önderinin bir Makedonyalı olmasının tesadüf olmadığı anlaşılmaktadır. Selanik’teki siyasal birikim nasıl Hareket Ordusunu yaratarak Osmanlı devletini kurtarmaya yöneliyorsa aynı doğrultuda, Birinci Dünya savaşı sonrasında da Osmanlı devleti yerine onun merkezi topraklarında bir merkezi ulusal ve üniter devletin, Makedonya’dan kovulanlar tarafından gündeme getirildiği ve bu girişime bir Makedonyalı olarak Mustafa Kemal’in öncülük yaptığı görülmektedir. İmparatorluk sonrasında Balkanlar’da küçük devletçikler kurulurken, Orta Doğu’daki İslam toprakları da parçalanmış ve bu bölgenin tam ortasında bir Yahudi devleti iki bin yıl sonra kurulabilmiştir. Balkan Musevilerinin bir kısmı Kemalist Türkiye Cumhuriyetine göç ederken, geri kalan bir kısmı da daha sonraki aşamada bu Yahudi devleti olan İsrail’e göç etmişlerdir. Avrupa’da 1648 tarihli Vestfalya Antlaşmasının imzalanması üzerine, Avrupa krallıkları ulus devletlere dönüşmüş, ama bu aşamada Museviler bulundukları ülkelerden dışlanarak Avrupa kıtasının dışına itilmişlerdir. İşte bu süreçte gündeme gelen Siyonizm üç yüz yıllık bir oluşum sonrasında kutsal topraklar da İsrail devletinin kuruluşunu başarabilmiştir. Osmanlı sonrasında Türkler Kemalizm ile kendi devletlerini Asya topraklarında kurarlarken, Museviler de Filistin de bir Yahudi devletini iki bin yıl sonra Siyonizm ile kurma şansını elde ediyorlardı. İkinci dünya savaşına kadar Siyonistler bütün Yahudileri Filistin’de toplayamadıkları için Osmanlı sonrasında hemen bir İsrail devleti kuramamışlar, ancak İkinci Dünya Savaşı sonrası koşullarda bu şansı elde edebilmişlerdir. Ne var ki, gene bütün Yahudiler kutsal topraklara geri dönmemişler, özellikle deniz kenarı kentlerde dünya ticaretini tekellerinde tutan zengin Musevi grupları çöl araziye gitmeyince, ikinci dünya savaşı koşullarında Hitler ile yaratılan büyük korku sayesinde fakir ve işsiz Yahudiler gemiler ile Filistin’e taşınarak bir Yahudi devleti kurabilmenin girişimleri ile sonuç alınabilmiştir. Ne var ki, İsrail’in kurulmasından bu yana yarım yüzyılı aşan uzunca bir süre geçmesine rağmen, gene de bütün dünya Yahudileri bu çöl alan ülkesine gitmeyi ret ederek zengin yaşamlarını dünyanın önde gelen büyük ülke ve kentlerinde sürdürebilmişlerdir. Kurulduğu günden bu yana sürekli olarak savaşmak zorunda kalan İsrail devleti, giderek ABD ile beraber merkezi bir savaş makinesine dönüşmüş ve bölgesel hegemonya düzeni kurabilmek amacıyla bir üçüncü dünya savaşını dünya gündemine dayatmıştır.
Çölün ortasındaki küçük ve susuz ülke olan Filistin’e gitmeyen zengin Museviler, bir üçüncü dünya savaşı sürecinde İsrail’e gitmek istemedikleri için kendilerine yeni bir yedek ülke arayışı içerisine girmişlerdir. İngilizler Filistin öncesinde Uganda’yı, Fransızlar ise dünyanın en büyük adalarından birisi olan Madagaskar’ı, Amerikalılar Kuzey Arjantin ile batı Avustralya’yı Yahudilere devlet kurabilmeleri için önermelerine rağmen, Siyonizm dünya egemenliği amacıyla merkezi coğrafyadaki kutsal topraklara öncelik vermiş ama yarım yüzyılı aşkın bir zaman dilimi geçmesine rağmen, İsrail sınırları belli ve kutsal topraklara yerleşmiş yeni bir devlet yapılanmasını bir türlü kazanamamıştır. Yahudiler Siyonist çizgide Filistin de ısrarcı olmuşlar, kutsal toprakların alternatifi olarak da Kırım yarımadasını düşünmüşlerdir. Sovyet devrimini destekleyen Siyonistler Sovyetler Birliği zamanında Kırım’ı Rusların elinden alarak geçici bir statü ile Ukrayna’ya bağlamışlar, sosyalist sistemin çöküşünden sonra bu yedek ülkeye doğru nüfus kaydırması yapmaya başlamışlardır. Ne var ki, özellikle Amerikan Yahudileri İsrail’e gitmezken, Yahudiliğin yeniden Avrupa kıtasına dönüşünü gündeme getirerek, Balkanların merkez ülkesi olan Makedonya’yı İsrail’in gerçek alternatifi olabilecek bir ülke olarak görmeye başlamışlardır. Küreselleşme sürecinde Siyonist Musevi lobilerinin tekeline geçen büyük tekelci şirketler ve uluslararası bankalar yeni dönemde İstanbul’a taşınmaya yönelirlerken, Bizans’ın eski merkezi olarak Konstantinapolis’i Fener Rum Patrikhanesinin öncülüğünde ve Musevi Sinagoglarının destekleriyle dünya ticaret merkezi olarak ilan etmeye hazırlanırlarken, New York merkezli Amerikan Yahudi lobilerinin Selanik merkezli büyük Makedonya’ya doğru gelmeye yöneldikleri anlaşılmaktadır. Bu doğrultuda bütün Makedonya kentlerinde büyük sinagoglar yapılmaya başlanmış ve Yahudiler ile Makedonya arasında tarihten gelen bağlar, Balkan Museviliği tarihi kullanılarak canlandırılmaya yönelinmiştir. Başkent Üsküp’te hem Yahudi hem de soykırım müzeleri açılarak, Makedon halkında haksızlığa uğramış Museviler imajı canlandırılmaya çalışılmıştır. Balkan Musevilerinden gelen ve kalan bütün kültürel değerler yavaş yavaş yeni bir Musevi Makedonya yaratılması doğrultusunda, çeşitli vakıflar ve şirketler aracılığı ile hem sivil toplumculuk hem de serbest piyasacılık üzerinden öne çıkarılmaya başlanmıştır.
Küresel sermayenin büyük askeri gücü olarak ABD ordusu ve Nato örgütü Kosova’yı işgal ederek buraya yerleşmiş ve muhtemel bir üçüncü dünya savaşı sırasında doğunun önde gelen büyük devletlerine karşı en büyük askeri depolamayı bu ülkedeki askeri üsse yapmıştır. Kosova’ya askeri olarak yerleşen ABD’nin bu gücünden yararlanmak isteyen Amerikan Musevileri de yavaş yavaş Makedonya’ya doğru yola çıkmışlardır. Özellikle, bu ülkenin bütün kentlerinde batı destekli sinagoglar yaptırılırken, aynı zamanda büyük Yahudi şirketleri de devreye girerek çok miktarda gayrimenkul ve toprak alımlarına başlamışlardır. Makedonya’nın tam olarak Avrupa Birliği üyesi olmasından önce bu küçük ülkeye yerleşmeyi kararlaştıran Musevi lobileri ,bütün Makedonya kentlerine gelirken aynı zaman Selanik ve yöresindeki güney Makedonya topraklarını da hedeflemişler ve tam bu bölgelere gelirken, Yunanistan’ın küresel ekonomi üzerinden büyük bir ekonomik çöküşe doğru sürüklenmesine yol açmışlardır. Bir Avrupa Birliği ülkesi olmasına rağmen küresel sermayenin baskılarından kurtulamayan Yunanistan’ın kurtuluşu engellenmiş ve göstermelik girişimler sonuçsuz kalınca bu ülkenin geleceği iyice belirsizleşmeye başlamıştır. Bağımsız Makedonya Cumhuriyetini kendi toprakları arasında yer alan Güney Makedonya bölgesi nedeniyle bir türlü kabul etmeyen Yunanistan, şimdi Amerikan Musevi lobilerinin desteği ile Selanik ve yöresinin Yunanistan’dan koparak Makedonya ile birleştirileceği bir yeni aşamaya doğru sürüklenmektedir. Annesi bir Amerikan Yahudi’si olan eski başbakan Yunanistan’ı kurtarmamış ve geri çekilerek ülkenin çöküşünü izlemeyi tercih etmiştir. Selanik’in merkezinde yer aldığı güney Makedonya yakın zamanda Yunanistan’dan koparak Kuzeydeki bağımsız Vardar Makedonyası ile birleşirse, o zaman bugünkü Bulgaristan sınırları içerisinde yer alan eski doğu Makedonya bölgesinin merkezi kenti olan Blogevgrat yöresinin de Bulgaristan’dan koparak Makedonya ile birleşeceği ve böylece hem güneyinde hem de doğusunda toprakları genişleyecek olan yeni Makedonya’nın, daha büyük bir ülke ve devlet konumuna geleceği anlaşılmaktadır. Ülkenin batısındaki Arnavutların Arnavutluk’a göçleri sağlanırsa o zaman, Arnavut nüfusu ile batı Makedonya’nın ülkeden kopması önlenebilecek ve böylece her üç yandan büyük bir Makedonya’nın ortaya çıkması sağlanabilecektir. Ayrıca, Yunanistan’dan kopacak Selanik kenti yeniden oluşacak Büyük Makedonya’nın başkenti olacaktır. Böylece, dünya zenginliğini elinde tutan Amerikan Yahudilerinin rahatlıkla gelip yerleşebilecekleri geniş ve güvenli bir Makedonya devleti Avrupa kıtasıdaki Balkan toprakları üzerinde kurulabilecek ve Museviler, yeniden Avrupa kıtasına dönebileceklerdir. Selanik deniz kenarı konumu ile ikinci bir İstanbul olabilecek ve yeniden eski Osmanlı hinterlandının Siyonist lobilerin kontrolü altındaki küresel sermaye üzerinden küresel sermaye ile beraber Musevilerin kontrolü altına girmeleri sağlanabilecektir. Makedonya kentlerinde başlayan kentsel dönüşüm programları ile beraber, büyük oteller ve alışveriş merkezlerinin yapımı ile beraber tam anlamıyla bir ülkesel dönüşüm Siyonizm için Amerikan Musevileri aracılığı ile gerçekleştirilmektedir.
İsrail’e gitmeyen Musevilerin, Makedonya’yı yedek ülke olarak seçmelerinin ana nedeni, bu ülkenin Balkanların ortasında sahip olduğu büyük jeopolitik konumudur. Bunun yanı sıra, Makedon nüfusun az olması ve bu toplum içinde ciddi bir kimlik bunalımının yaşanması nedeniyle bir türlü güçlü bir Makedonya milliyetçiliğinin geliştirilememesi de Makedonya’nın ikinci Yahudi devletine dönüştürülmesinde etkili olmuştur. Balkanlardaki Bulgar, Sırp, Yunan, Arnavut, Hırvat milliyetçiliklerinin çok güçlü yapılarına rağmen bir türlü ciddi bir milliyetçiliğe sahip olamayan Makedonyalılar bu yüzden ülkelerini kaybetmek tehlikesi ile karşı karşıya kalmışlardır. Yarım yüzyıl önce nasıl Filistinliler nasıl ülkelerini kaybetmişlerse, bugün ikinci bir İsrail Avrupa topraklarında Makedonya’da oluşturulurken, zayıf kalan Makedonlar kendi ülkelerine sahip çıkamaz bir konuma tıpkı Filistinliler gibi düşmüşlerdir. Balkan Yahudiliği tarihini ve ABD’nin büyük gücü ile olanaklarını iyi kullanan Musevi lobileri Makedonya’yı ikinci İsrail konumuna getirmektedirler. Batıda oluşan büyük emperyal gücün dünyanın merkezine taşınması sürecinde, başarısız İsrail devletine teslim olmak istemeyen dünya Yahudiliğinin Avrupa ve Avrasya ilişkilerini daha rahat yürütebilmek açısından Makedonya’yı yeni dönemde yerleşime ve her türlü amaca uygun bir ülke olarak seçtikleri anlaşılmaktadır. Dünyanın hiçbir ülkesinde görülmemiş düzeyde yepyeni bir yapılanma son yıllarda bu ülkeye dönük olarak geliştirilmektedir. ABD’nin Kosova’ya yerleşmesinden sonra, Musevilerin Makedonya’ya yerleşimlerinin de dünyanın gözünden kaçırılabilmesi için, eski Osmanlıyı çağrıştıracak bir biçimde Yeni Osmanlıcılık akımı desteklenmekte ve Türkiye’de böylesine bir Siyonist Atlantik emperyalizmi projesinde Avrupa Birliğine ve Rusya’ya karşı Yeni Osmanlı görünümünde kullanılmak istenmektedir. ABD’den dünyayı yönetemeyenler merkezi coğrafyaya gelirlerken, başarısız İsrail’in yerine alternatif bir Yahudi ülkesinin Büyük Makedonya’da gündeme getirilmesi tartışılması gereken bir durumdur. Bölge ülkeleri ile beraber diğer büyük devletlerin böylesine bir gelişmeyi hemen kabul edemeyecekleri açıktır. Üçüncü dünya savaşı riski nedeniyle İsrail’den kaçmak isteyecek Musevilere bir alternatif ülke olarak Makedonya’nın gösterilmesi ve geleceğe dönük hazırlanması, Büyük Orta Doğu projesinin Balkanlara uzanan batı ayağını açıkça göstermektedir. İsrail ve Orta Doğu üzerinden dünyanın merkezi alanının denetim altına alamayan Musevilerin, bu kez aynı projeyi Büyük Makedonya üzerinden Balkan bölgesinde denemesi ve Balkanlar üzerinden İstanbul’u, Anadolu’yu, Kafkasları ve Orta Doğu’yu daha güvenli bir biçimde denetim altına alarak, doğunun büyük güçlerine karşı merkezi bir Avrasya stratejisi uygulamaya çalışacakları anlaşılmaktadır.
Küçük Makedonya Büyük Makedonya’ya dönüştürülürken, dünyanın merkezi alanında Balkanlar üzerinden yeni bir Musevi inisiyatifinin devreye girdiği görülmektedir. Böylesine bir gelişme Avrupa Birliğinin önünü keseceği gibi, Büyük Orta Doğu projesinin de Balkanlar üzerinden devreye sokulacağı ve İstanbul’un Balkan destekli olarak daha da güçlendirileceği anlaşılmaktadır. Soğuk savaş döneminden kalma Rus etkisinin Balkanlardan silinmesi ve Rusya’nın iyice Avrupa’nın dışına itilerek sadece bir Asya gücü haline dönüştürülmesi, gene Büyük Makedonya projesi ile başlayacak yeni dönemde görülebilecek gelişmeler olacaktır. Hristiyan Avrupa’yı hedefleyen Vatikan’ın, Musevilerin yeniden Avrupa’ya dönüşlerine karşı çıkacağı, Avrupa’nın büyük Hristiyan devletlerinin Musevilerin etkin olacağı bir Büyük Makedonya’ya Balkanlar’da izin vermek istemeyecekleri ,tarihin ortaya koyduğu gerçeklerdir. Merkezi coğrafyada Hristiyan ve Musevi çekişmesinin hızla tırmandığı bir aşamada, Müslüman milleti ve laik devleti ile Türkiye Cumhuriyetinin gene arada kalacağı ve hiç kimseye yaranamayacağı görülmektedir. Türkiye bu aşamada arada kalarak ezileceğine, hızla komşularıyla bölgesel bir güvenlik paktı oluşturarak ve Merkezi Devletler Birliği adı altında ,tıpkı Avrupa Birliği gibi bir kendisini merkeze koyan yeni bir yapılanmaya yönelerek, kendisini ve tüm bölge devletlerini yeni bir güvenlik şemsiyesi altına alabilmelidir. Türkiye Cumhuriyeti bütün devletler ile olduğu gibi hem Makedonya hem de diğer Balkan ülkeleriyle yakın ve sıcak ilişkilerini sürdürmeli ve Büyük Makedonya girişimleriyle bölge haritalarının değiştirilmesi girişimlerine karşı komşu devletler ile işbirliği yaparak, dünya ve bölge barışı için bu gibi oyunlara ve senaryolara karşı çıkmalıdır. Amerikan Musevi lobilerinin Büyük Makedonya macerasına Türk Musevileri de karşı çıkmalı ve bölge barışı için, komşu devletler ile geliştirilecek dayanışma girişimlerine destek vermelidirler. Balkanlar’da geliştirilecek, ikinci bir İsrail olayının Orta Doğu savaşını Balkanlar üzerinden Avrupa topraklarına taşımasına ve bölge barışını tehdit etmesine kesinlikle izin verilmemelidir. Gerekirse bugünkü Türkiye, tıpkı Atatürk’ün yaptığı gibi Balkan ülkeleriyle yeni bir Balkan paktını gündeme getirerek, Doğu Avrupa’da sınırların değişmesine ve üçüncü dünya savaşının önüne geçilebilmelidir.
Bu yılın ilk aylarında dünya kapitalist sisteminin hem kurucusu hem de sahibi konumunda bulunan Rotschilds kardeşlerin Amerika Birleşik Devletlerinin en küresel şehri olan New York’u terkederek terk ederek ,Osmanlı imparatorluğuna ilk olarak başkaldıran Karadağ devletinin merkez şehri olan Karadağ’a gelerek yerleşmeleri bütün dünya açısından yeni bir dönemin başlangıcı olmuştur .Dünyayı ekonomi üzerinden yöneten Rotschilds kardeşler ,Amerikan ve İngiliz hazine sistemlerinin sahipleri olarak dünya kapitalist sistemini yıllardır sömürgeci bir çizgide yönlendirici bir görev ile yönetmektedirler .Bugünkü kapitalist sistemde on milyar insanı binden fazla bankalar aracılığı ile aşırı zengin iş adamları yönetmektedirler .Rotschilds ailesinin yeni döneme New Yorktaki merkez yerine Montenegro’da oluşturulan yeni kapitalist merkez üzerinden yepyeni bir yönetim düzenine bağlanması her açıdan bir ilk olarak öne çıkmakta ve dünyanın geleceği için farklı bir yönü hedeflemektedir .İyi Türkçe konuşan ve Türkiye ile birlikte Türk dünyasını da yeni dönemde ele almaya hazırlanan bu para babalarının artık dünyayı Kuzey Amerikanın en yukarıdaki büyük kenti olan New York yerine ,orta dünyanın merkezi alanında yer alan Karabağ üzerinden yönetmeye çaba göstermekte olan Rothschilds sülalesinin ,İsrail’in Kudüs merkezli ,ABD’nin Bağdat merkezli ,İngiltere’nin İstanbul merkezli bölgesel planlarına karşı , dünya ekonomisini öncelikle Montenegro üzerinden yeni bir alternatif dünya devleti önerisi olarak Merkezi bir dünya devleti yapılanmasını ,büyük devletleri dışlayarak yapmaya çalıştıkları gibi bir görünüm ortaya çıktığı için Karabağ’da başlatılan girişimlerin daha sonraları Selanik üzerinden devam ettirileceği gibi, yeni bir çizgi yavaş yavaş ortaya çıkmaktadır .Önce kuzeyi ve güneyi ile birlikte Makedonya birleşecek, daha sonra Selanik kenti bu devletin yeniden başkenti olacak ve bu kuruluş aşamasından sonra da Makedonya ülkesini çevreleyen Balkan topraklarının Makedonya üzerinden birleşeceği bir Balkan paktı ilan edilerek, dünya beş kıtanın ortasından yönetilmeye başlanacaktır . İki büyük dünya savaşının Doğu Avrupa’daki Balkan toprakları üzerinde çıktığı dikkate alınırsa o zaman küresel sermayenin ağa babaları olan Rothschilds’lerin neden bu yılbaşında koşarak Makedonya ülkesine koşarak geldikleri anlaşılmaktadır . İngiltere Kudüs’e,ABD İstanbul’a,Türkiye Selanik’e,İsrail İstanbul’a karşı çıkarken, kendi seçtikleri ve yatırım yaptıkları merkezi coğrafya kentlerinden birisini dünya kapitalist sisteminin ana kenti haline getirmeye güçleri yetmemektedir .Dünya güçlerinin merkez kavgası sürüp giderken ,Makedonya bir Avrupa –Anadolu köprüsü olarak devreye girmektedir . Bu açıdan Para babaları yeni merkez olarak Selanik’i öne çıkarmaya çalışmaktadırlar .