ÇAĞ'ın RUHU'nu ve/veya 19 MAYIS'ı Anlamak?!

Cüneyt Şaşmaz
"Siz biliyor musunuz; dünyanın en büyük liderine, Atatürk'e sahipsiniz."
Albert Einstein/Almanya
---
19 Mayıs 1919, basit bir tarih değildir.
Sadece "Türk Milleti" için değil, "İnsanlık" için atılmış büyük bir adım'dır.
O adım'ın ardından, 23 Nisan 1920 tarih'i geldi.
"Laik Dünya'nın çivi'si", 29 Ekim 1923'te Anadolu'da çakıldı.
Mustafa Kemal bizim için dilimiz, dinimiz, bayrağımız, el sanatlarımız, ünlü yazarlarımız, kompozitörlerimiz, şarkıcılarımız, milli sporcularımız gibi bir "değer" değil, "Kurucu İrade"dir.
Bu irade, laiklik ilkesiyle bütün İslam alemini aydınlatarak ümmet kültürü yerine vatandaş kavramını getirmiş, modern ulus-devlet düşüncesini Müslümanların kafasına nakşetmiştir (emperyalizm bu yüzden hala onunla uğraşıyor!).
Bu "Aydınlanma", dün olduğu gibi gelecekte de bütün İslam alemini dönüştürmeye devam edecektir.
Gazi, dönem'in zor şartları içinde ne hokkabazlık'a kafa yordu, ne de olmayacak dua'ya amin dedi.
Çağ'ın ruhu'na hitap etti.
Laik, çağdaş, ulus devlet Türkiye Cumhuriyet'ini kurdu, yüceltti.
Dönem'in "Osmanlı bakiyesi"ni, 1923'te açılan parantez üzerinden dönüştürmeye, medeni, çağdaş dünya'nın parçası yapmaya çalıştı.
Türkiye'yi, Avrupalı bir devlet yapmak için gecesini gündüzüne kattı.
Bugün'den dün hakkında ahkam kesenler için soru:
O gün'ün milletvekilleri'nin, bakan'larının, bürokrat'larının, tüccar'ının, seçmen'inin ufku nereye kadardı!?
Laik çağdaş Cumhuriyet'e, birey olmaya kaç'ı hazır'dı?!
Ya da şöyle soralım:
Biat etmeye dayalı kültür'de, eleştiri kültürü hangi cenah içinde gelişmiş!?
Kemalist, Atatürkçü kesim içinde bu kültür gelişmiş ise "Demokrasi"den anlamamız gereken nedir!?
Mustafa Kemal'i eleştirenlerin niyetleri neydi, 1923'teki hikayeyi daha ileri taşımak mı yoksa Saltanat, Halife vb!?
Neticede, Atatürk'ü yerden yere vuran'ın da kul hakkı diye bir derdi yok.
Mustafa Kemal'in Türkiyesi, İslam'ın emrettiği hiçbir evrensel değer'le uğraşmadı, hurafeleri içinden ayıkladı.
Mustafa Kemal'in Cumhuriyet'i, Laik'liğe içinde yaşadığımız dünya'nın gözü ile "ulusal" bir pencere açtı.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün Türkçülük'ü de laik'tir, milli'dir, aynı zamanda yerel'dir.
Günümüz kavramı üzerinden söyleyecek olursak, "Global"dir.
Hem global hem de yerel! 
Mustafa Kemal Atatürk her daim "Plus Ultra"!
Şahika'daki Türk, Atatürk!
Gazi Mustafa Kemal Atatürk, II. Dünya Savaşı öncesinde "enformasyon zehirlenmesi"ne maruz kaldı, yanlış yönlendirildi.
Hitler ve Mussolini'yi doğru okudu ama Avrupa'nın içindeki sert çekişme'yi yanlış değerlendirdi.
Olmaz denilen ne varsa oldu.
Mareşal Mustafa Kemal Atatürk, hiçbir zaman "süperman" olmadı.
Ne teorisyen ne de akademisyen, realist pragmatik pratisyen.
Geçmişi olmayan fani.
1776, 1789 real politik'i üzerinden yükseldi, hiçbir zaman romantik politik olmadı.
II. Dünya Savaşı'nda Avrupa içindeki hikaye'yi doğru okuyabilmiş olsaydı, 57 yaş'ında aramızdan ayrılmazdı.
Mustafa Kemal Atatürk bugün hayat'ta olsaydı, dün nasıl yaptı ise bugün de aynısını yapar, çağ'ın ruhu'na hitap edip sorun'u (Gordion Düğümü'nü) ilmek ilmek çözerdi.
Batılı partner'i ile tango yapardı, halay'a durmazdı.
Zeybek oynardı.
Mustafa Kemal, işgal'i sonlandırdı, sonra aynı Batı ile masa'ya oturdu, Lozan'da.
Osmanlı tasfiye olurken, dönem'in münevverleri neyi ne kadar anladı!?
Mustafa Kemal'i küçümsemediler mi?!
Gazi, "Atatürk"ken dahi ordu içindeki denge'leri yakın'dan gözetirdi, Fevzi Çakmak'tan düzenli olarak bilgi alırdı!
"Asker ne diyor?" sorusunu o da sordu.
Mustafa Kemal'in devraldığı ordu, Alman'ın elinden geçen ordu idi.
Kurtuluş Savaşı denilen de 1. Dünya Savaşı içindeki bir başka savaş'tır.
1776, 1789'un ruhu'na uygun 1923 operasyonu, öncesinde 23 Nisan 1920.
Mustafa Kemal'e, "aldattı" diyenler, çağ'ın ruhu'ndan bihaber olanlar.
"Laik'lik nedir?" diye sorana, ne diyor Gazi, "Laik olmak demek adam olmak demektir hocam."
Neticede, 1776, 1789, Avrupa içindeki Aydınlanma ve/veya Sekülerizm operasyonu idi.
19 Mayıs'ta Samsun'a çıkan meçhul'e adım atmadı, neyi neden yaptığını biliyordu!
Aynen Çanakkale'de olduğu gibi.
Önce tepe'de ya da derin'de "anlaşma" sağlandı, sonra sahada temizlik operasyonu başladı!
Atatürk "Tanrı" değildir.
Hiçbir zaman da Tanrıcılık oynamadı.
Şirk'e bulaşanlardan olmadı.
Birileri o'nu Tanrı gibi göstermek istese de önder'di, lider'di.
Nefis harp'i bağlamında, 3 sarı'dan uzak durdu (altın'ın sarısı, kadın baldırının sarı'sı, rütbe'nin makam'ın altın suyuna bandırılmış yaldızlı sarısı).
Mustafa Kemal’i eşsiz kılan "özgürlük benim karakterimdir" demesi, inadına, ölümüne zafere, milli kurtuluşa yürümesidir!
Bugün aslında dün'dü.
Nüans?!
Çağ'ın ruhu'na hitap etmek, her daim hayat memat mesele.
Atatürk Türkiyesi, çakalların midesine oturur!
Öncelikle...
Naçizane özde Atatürkçü’yüm.
İletişim’de temel kuraldır: Karşındakinin anladığı kadar varsın!
Ya da "Kişi ne anlamak ister ise onu duyarmış"!
Amaç korkutmak ise İstiklal Marşı "Korkma" diye başlıyor.
Neticede, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Atatürk kitapları yazılarak, açık artırmada satılarak inşa edilmedi.
Beyan esas, itimat kontrol'e mani değil!
Çünkü, Neo Sevr'e akan süreç'te, Atatürk Türkiye'si yağmalanırken, Anayasa değişirken "erkete"de kim ve/veya kimler vardı!
Ne kadar'ı yerli, ne kadar'ı milli; bu da bir başka ağır roman hikaye!
Demem o ki:
Türkiye laik'tir.
Türkiye ulus devlet'tir.
Dil'i Türkçe'dir.
Bayrağı Ay Yıldızlı olan'dandır.
Ortak pay'da da buluşmak kaydı ile herkes eş vatandaş'tır.
Siyasal Türk hareketi BOP'ta, Atatürk Türkiyesi'ne mi hizmet etti, yoksa Gülen Barzan'a mı?!
Sol'u, liberal'i, din'cisi, dinsiz'inin hali ortada, al birini vur ötekine.
Demem şu ki:
Her şey o kadar açık ki.
Şeffaf ihanet?!
İhanet eden ne adına ihanet ettiğini biliyor.
Kimin eli kimin cebinde sorusu kapsamında "iyot" gibi açıkta kalınan zamanlar!
Nüans?!
Sadece ter akıtmak yetmez, neyi neden yaptığınızı her daim bilmek elzem.
Gerçek olan'la gerçek olmayan'ın iç içe geçtiği 'alacakaranlık kuşağı'nın içinde geçiyoruz.
Algı illüzyonu yaşamamak için "Gördüklerinin yarısına duyduklarınızın hiçbirine"!
Dün'ün güneş'i ile kuruyan herhangi bir çamaşır var mı?!
Su testisi su yol'unda kırılmadan önce ne yapacaksan yapacaksın, öngöreceksin.
Arkasına, peşine takıldığında "lider" çürük ise, avlanmış ise, enerji bazlı devletler oyun'unda oyuncak olmuş ise dön dolaş aynı hikaye.
Hal böyleyken...
Öncelikle:
Diller aynı olsa da, muhakkak duygular farklıdır değil mi?!
Gallipoli belgeseli ile başladı, Mareşal Mustafa Kemal Atatürk'ün ağırlığını yok sayma süreç'i.
Can Dündar'ın Mustafa'sı.
Derken Yılmaz Özdil'in "Mustafa Kemal"i.
Şimdi de, Kaftancıoğlu'nun "Atatürk demem Gazi Mustafa Kemal Paşa" derim nida'sı.
Hasılı:
Laik'lik karşıtı eylemlerin odak'ındaki baş'lar bu defa yeni CHP'nin içinde.
Sözcü, Yeni CHP, Fox vb derken, içi boşaltılan laik'lik ya da etkisi marjinalize edilmek istenen Mustafa Kemal Atatürk operasyonu ortada.
TSK sanık PKK tanık'tan, CHP tanık, Atatürk olağan şüpheli ya da Neo Sevr'cilerin sanık'ı günlere.
Hasılı:
Büyük ermeni kürt devleti'ni, kimlerin eli ile yükseltmeye çalıştıkları ortada.
"Atatürk'e suikast" ise bu da bir başka suikast!
İtibar suikast'i.
"Yobaz'ın yek gün'ü" desek değil, "Gallipoli", "Mustafa", "Mustafa Kemal" derken...
Mustafa Kemal "Süperman" değildi, öyle olmuş olsaydı, Osmanlı'yı kurtarırdı.
Ölüyü diriltmek sadece Yaradan'a mahsus bir özellik ise Osmanlı'nın hikayesi ortada!
Mustafa Kemal'in dehası, o çökmüş, çürümüş yapıdan, laik, çağdaş, çağ'ın ruhu'na hitap eden bir devlet'i çıkartması.
Asla pes etmemesi, ufkun ötesini görmesi.
Atatürk halifeliği kaldırdı, İslamiyeti değil.
Cumhuriyet 29 Ekim 1923'de ilan edildi.
Halifelik 3 Mart 1924'de kaldırıldı.
Dolayısıyla sizin o altını kalın kalın çizerek sarfettiğiniz, "Laik Türkiye Cumhuriyeti, İslamiyet'in başı olan Halifeliği kaldırarak kurulmuş bir devlettir" ifadesi külliyen yanlıştır.
Türkiye Cumhuriyeti, 7 düvele karşı savaş verilerek, üç kıtaya yayılmış Türk topraklarından kurtarılabilen kadarı üzerinde kurulmuş bir Türk 'Cumhuriyet'idir.
Ve..
Son olarak...
Atatürk, genç bir Harbiye talebesi iken Osmanlı İmparatorluğu'nun karşılaşacağı müşkülleri görüyor, zaman zaman arkadaşlarına bu endişelerinden ve gelecek hakkındaki görüşlerinden bahsediyordu.
Atatürk, kendisini mektep sıralarından itibaren büyük ideali için hazırlamıştı.
Erkan-ı Harb zabiti olarak, Ordu'ya ve hayata atıldığı günden itibaren memleket davası uğrundaki çetin mücadelesine başlamış bulunuyordu.
Şam'dan Selanik'e bu dava uğruna gizlice geçmiş ve Selanik'teki Ordu merkezindeki vazifesi sırasında gizli İttihat ve Terakki faaliyetlerine karışmıştı.
Islahhane Caddesi'ndeki evinde, Olimpos Gazinosu'nda, Ordu Kulübü'nde Mustafa Kemal en ateşli konuşmalarını yapıyor; arkadaşlarını, dostlarını yeni Türkiye idealine inandırmak için gayretler safrediyordu.
O tarihlerde, Olimpos Gazinosu'nun bu dikkate değer müdavimini görüp merak eden bir Bulgar, O'nunla yaptığı konuşmayı, yıllar sonra şöyle nakletmekte:
"... Kıraathanede bir arkadaşımla beraberdim.
Yanımızdaki masada sivil-asker birçok Osmanlı memurları oturuyorlardı.
Şuradan buradan konuşuyorlar, fikre benzer, tenkide benzer bir şeyi ileri sürdüler mi, geldiğimden beri sesini duymadığım genç bir zabite bakıyorlardı.
Saraya mı mensuptu, gammazlar diye mi korkuyorlardı, yoksa o duyunca, istenen tesir hasıl olur diye mi umuyorlardı, bilmem.
Geniş alınlı, ışık saçlı, gök gözlü, uzun ince elli bir zabit...
Ben de orada bir komşu masadan sözlerine kulak misafiri oldum.
Bir müddet sonra herkes birer birer dağılmış, o genç zabit masada tek başına kalmıştı.
Son arkadaşı gidince, birden sandalyesini bizim masaya çekti ve hiçbir merasime lüzüm görmeden 'şimdi konuşabiliriz' diye söze başladı.
İmparatorluğun o çöküş yılındaki bütün sakatlıkları, beceriksizlikleri anlatıyor, anlatıyor, ben bir gün başa gelirsem deyip, kalkınma ve tutunma çarelerini sıralıyordu.
İmparatorluğun her milletine ayrı hak tanıyor, Türk milletini ayakta tutmanın çarelerini düşünüyor, şapkadan, Latin harflerine kadar her şeyi ileri sürüyordu.
Rüyada bir adamdı, gözleri çakmak çakmaktı.
Mantık, gülünebilecek kadar muhalden bahsettiğini, insana telkin ediyor, fakat hangi kuvvet bilinmez, insanı içinden ona inanmaya sevk ediyordu.."
Arkadaşları daima, Mustafa Kemal'in büyük istikbal projelerini hayretle ve bazen de şakayla dinlerlerdi.
Bir gün yine böyle toplantılardan birini yapmışlardı.
Mustafa Kemal o akşam pek neşeliydi, etrafına topladığı arkadaşlarına şaka kastiyle şunları söylemişti:
"Göreceksiniz, bir gün gelecek ki ben hepinize baş olacağım.
Siz şimdi bana inanmazsınız, ama akıbet inanmak mecburiyetinde kalacaksınız."
Mustafa Kemal'in; kumandan olarak ne derece uzak görüşlü olduğu, harp tarihimizde misalleriyle sabittir.
O, daima neticeyi görmüş bir kumandandı.
Birinci Dünya Harbi'nin sonlarında Osmanlı veliahtı ile beraber Alman umumi karargahına yaptığı ziyarette; Alman generallerine vaziyetin vahametini söylemiş ve kendilerine gezdirilen Garp Cephesi'nde en ufak bir galibiyet ümidi değil, sadece yakın ve kati bir yenilgi görmüştü.
Mustafa Kemal'le, büyük harbin sonunda, tanınmış bir İngiliz yazarı olan Ward Price, Pera Palas Oteli'nde konuşmuştu:
"İstanbul'a ilk defa 1918 senesinde gelmiştim.
Bir akşam üzeri, Pera Palas Oteli'nde oturuyordum.
Bir adam yanıma geldi ve bir Türk generalinin benimle görüşmek istediğini söyledi.
İsmini sordum.
Mustafa Kemal, dedi.
O zamanlar Mustafa Kemal adını, daha ziyade müphem bir şekilde işitmiştim.
Daveti memnuniyetle kabul ettim.
Mustafa Kemal, düşünceli, kederli ve bedbindi.
Bana memleketin halinden bahsetti ve her iki üç cümlede bir, 'Bu böyle olmaz, vatanı baştan başa değiştirmek lazım' diyordu."
Mustafa Kemal, 19 Mayıs 1919'da bu imanla Samsun'a çıkmıştı.
Anadolu zaferi, Mustafa Kemal gibi bir deha ile kahraman ve büyük bir milletin eseri olarak meydana geldi.
O yıllardan ölümüne kadar Atatürk, bütün görüşlerinde haklı çıktı.
Daha 1932'de kendisini ziyarete gelen Amerikan Genelkurmay Başkanı'na, 1940 ile 1945 arasında bir dünya harbi çıkacağından ve bunun bugün yaşadığımız neticelerden gayet net bir ifadeyle bahsetmişti.
Ölümünden bir iki ay evvel de, Başbakan Celal Bayar'a İkinci Dünya Harbi'nin yaklaştığını haber vermiş ve bu harp karşısında Türk hükümetinin alması gereken tedbirlerin neler olduğunu söylemişti.
Atatürk; dehasının göz kamaştıran aydınlığında, geleceği gören ve ona göre kararlar veren, tedbirler alan bir liderdi.
Ne de olsa şark sofrası burası, okumuşu ayrı bir oryantal, takkelisi ayrı!
Dinci medya ne kadar kolpacı ise siyasal laik medya ondan aşağı değil!
Biri tespih Kur'an satıyor, diğeri diyet seti, Atatürk posteri.
Hani Atatürk her şeydi, ağzına alan kaldı mı ya da Atatürk'ü kimler ağzına almış, yaşamları ne halde bakmak lazım!
Dersim'ciden, narko'dan, ticani'den Atatürkçü olur mu?!
Atatürk kazandırırken Atatürkçü, kazandırmayınca Gülen Atatürkçü, olmadı Barzan Atakürt'çü!
Oryantal böyle bir şey, inşallah maşallah, yeter ki akara, maaşa vs zarar gelmesin.
Gidin Ankara'ya, Mustafa Kemal'in kaldığı kulübe'yi görün bakalım, kaç metrekare?!
Nedir bu sizdeki nefis?!
Beş vakit namaz'a, oruç'a, kurban'a, hac'ca rağmen ıslah olmuyor!
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni kimler aşağılamış, kimler aşağılatmış, kimler bu aşağılama'ya seyirci kalmış?!
Gordion Düğümü yine bu toprak'larda çözülecek ya da Kıyamet.
Atatürkçüler'in zekası ile alay edebiliyor iseler bir kez daha alay etsinler.
Neticede, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Atatürk kitapları yazılarak, açık artırmada satılarak inşa edilmedi.
Türk demek, adalet demek, cesaret demek, feraset demek.
Türk'ün aklı, yani cesareti, feraseti, adalet'i olmadan cihan'a hükmetmek mümkün mü?!
İçinden geçmekte olduğumuz süreç "hayal politik" değil, her yanı "real politik"!
Başka milletlere sevdalananlardan ve/veya manda'cılardan değiliz.
Medeniyet raks'ı çerçevesi'nde 'Tango'cuyuz!
Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün laik, çağdaş emanet'ine sahip çıkan "Milyon'da 1"iz.
Tarih'te yaşayan Atatürk'lerin emanet'ine sahip çıkan Milyon'lardan 1'isiyiz.
Final süreç'i:
"Hepimiz Askeriz" ama hangi Türkiye'nin Askeri?!
Cevap:
Atatürk Türkiyesi'nin nefer'iyiz?!
Tarihte yaşayan Atatürkler ölmez, her dönemde ete kemiğe bürünüp ortaya çıkarlar, ne var ki fani olan Mustafa Kemal'ler ölür, Anıtkabir ne yapsın?!
Mustafa Kemal, zor şartlar içinden geçerek çağ'ın ruhu'na uygun çözüm'ü üretti, hadiseye böyle bakmak elzem.
Çanakkale'de kullanılan harita Sarıkamış'ta işe yarasaydı, tarih farklı yazılırdı, değil mi?!
Ya da şöyle ifade edelim:
O çok zor şartlar altında, bir avuç inanmış adam, dünya'yı yenmedi, çağ'ın ruhuna hitap eden "Önder Mustafa Kemal"in iz'inden giderek, Türkiye'yi yok olmaktan kurtardı.
Dinozorlar da büyük canlılardı, Osmanlı gibi, çağ'ın ruhu'na hitap edemedikleri için yani değişen doğa koşullarına uyum sağlayamadıkları için yok oldular.
Bu çerçeve'de, Laik, Çağdaş Türkiye Cumhuriyeti de sonsuza kadar diri kalacak ise niyet bu ise çağ'ın ruhuna hitap eden "stratejik akıl" hayat memat mesele.
"Önder" Mustafa Kemal Atatürk, Dünya'yı yendiği için değil, çağ'ın ruhu'na hitap eden 'yüksek matematik'in içinden geçtiği için başardı; düşman'a diz çöktürdü, çaresiz bıraktı, laik, çağdaş cumhuriyet'i ihdas etti, ölmeden önce de genç'lere emanet etti.
Ezcümle:
Atatürk'ün Gençliğe Hitabesi Bir Duvar Süsü Değildir, Erken Uyarı Sistemidir!
Kaynaklar:
- Yücel Mecmuası, 1942
- Salih Bozok Anlatıyor, Cumhuriyet, 10 Kasım 1939
- Atatürk'le görüşen ilk ecnebi gazeteci, Cumhuriyet, 18 kasım 1938
- Binbaşı Hüseyin Hüsnü'nün Not Defteri, "Büyük Babam".

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.