Yağmurlu havada toprağa bastığınızda ayakkabılarınız çamur olur. Değişik kültürel kökenlere göre insanlar evlerine geldiklerinde bazıları kapı dışına serilmiş olan gazetelerin üstüne, ya da doğrudan kapı dışına, bazıları evin hemen içinde, ya üstü yine gazete veya yer bezi ile kaplanmış paspasa veya doğrudan çıplak paspas üzerine pabuçlarını çıkarır. Çamurun ya kuruması beklenip gazete kâğıdı üstüne kazınır ve çöpe atılır ya da kuruması beklenmeden bir kovanın içinde altıyıkanıp kova tuvalete dökülür. Bari bahçeye dökülse. Her iki durumda da toprak gitti gider! İşte doğal servetimizin her yağışlı günde kim bilir ne kadarıheba oluyordur. Abartmıyorum; söz ettiğim durumu belde, köy, ilçe, mahalle ve il boyutlarında düşünün sanırım beni haksız bulmazsınız.
Ormanlar erezyonun en büyük düşmanıdır. Daha ilkokul yıllarımızda bile bu gerçek bize anlatılırdı. İklim değişikliği doğanın dengesini bozdu, yağışlar ya zarar verecek kadar çok ya da hiç görülmez oldu. Ayrıca ormanlar bilinçsizce, acımadan kıyıma uğradı ve çok günah oldu. Tüm dünya bu sorunla karşı karşıyayken Türkiye’de bir umursamazlıktır gidiyor. Güzelim ormanlar yakıldı, yakılanların yerine tatil köyleri ya da oteller dikildi. Yakılmayanlar birkaç yılda bir onarılması gerek yollar için kesildi. “Ormanlar kenti” olarak dünya çapında ün salmış olan Istanbul’un haline bakın. Yeşil alanlar havalimanı, dip dibe villalar ya da özenti gökdelenler yapmak için heba edildi. Eski güzelim köşklere,bahçelerine kıyıldı; devasa binalar bunların yerini aldı. Aynı şekilde Pendik ve daha birçok ilçedebostanlar çok katlı konutlara yerlerini terk etti. Yalnız Istanbul mu? Her yerde çılgın bir yeşil düşmanlığı ve yapılaşma salgını var. Derelerin yolları değişti, kenarlarındaki ağaçlar kesildi yerine çok katlı yapılar dikildi, başka ülkelerde hafif atlatılan depremler olunca bu yapılar iskambil evler gibi yıkıldı. Can ve mal kayıpları oldu. Suçlu arandı; kim acaba! Geçen yıl yaşadığımız İzmir depremi bunun en canlı örneği.
Toprak çok değerli. Bir tarım ülkesi iken tarım ürünlerini ithal eder duruma gelmemiz toprağa ve tarıma hak ettiği değeri vermememizden. O nedenle çamurlu pabuçlardaki heba olan toprağa bile günün birinde muhtaç olacağımızdan korkuyorum.
Aslında biz çamuru seven bir toplumuz. Şimdilerde o sevimli gecekondular da yıkılıp betonlaştı ama kalan tek tük mahallelerde dikkat edin kimse evlerine uzanan toprak yola iki torba çakıl taşı atmayı düşünmez. Yazın toz toprak, kışın çamur içinde evlerine ulaşırlar.
Çocuklar çamurla oynamayı pek sever. Hepimiz küçüklüğümüzde yeteneğimize göre çamurdan minik masalar, küçük adamlar, kadınlar, bebekler, küçücük toplar yapmışızdır. Kısacık tırnaklarımızın dipleri, içleri kapkara olur, temizlenene kadar canımız çıkardı.
Yağmurlu havada bulunduğunuz kentin kaldırımlarında yürürken oynayan bir parke taşına bastınız mı olmayacak yerlerinize kadar çamur sıçrar. Yine yağmurda yanınızdan bir araba hızlıca geçmeye görsün baştan aşağı çamura bulanırsınız.
Taban suyu yüzeye yakın ve iklimi uygun olan yerlerde bir sopa saplarsınız, bakarsınız bir süre sonra sopa yeşermiş; toprak canlılık fışkırmak için sabırsızlanıyor.
Toprak nimettir. Yediğimiz ekmeği üretir. Ağaçları kesip, toprağı heba ederek yapılan yollar, binalar ya da ütopik kanallar hem insanlığa hem de doğaya ihanettir.
Çamurun bir özelliği de iz bırakmasıdır. Şimdilerde bir takım insanlar rakiplerine bol keseden çamur atar oldu. Neyse ki gün gelir bu izler illâki temizlenir, iftiracı yalanları ile yüzleşir. “Çamur at izi kalsın”deyişi artık miadını doldurmuştur.