Başka bir ülkenin insanını korumak benim görevim değil. Başka bir ülkenin taşı toprağı umurumda bile olmaz. Ben Türkiye’mden, Türk insanından sorumluyum. Siyasetçiler farklı düşünebilirler. Ama ben, bu ülkeye canıyla kanıyla bağlı biri olarak farklı düşünemem. Böyle bir lüksüm yok benim.
Ben ve benim gibi düşünenlere düşman gözüyle bakılıyor. Siyasetçiler hoş görebilirler ama ben asla hoş göremem. Büyük bir yanlış yapıyoruz ve bunda da gereksiz yere ısrar ediyoruz gibime geliyor. Böyle düşünmek suç mu? Bizi yönetenlerin her yaptığını doğru görmek ve alkışlamak gibi bir zorunlu görevimiz yok ve olamaz da..
İyi yapılan her şeyin yanındayız, destekleriz de… Ama iyi görmediklerimizi de bırakın söyleyelim. Ülkemin bir taşına dokunanın, sınırımı bir santim geçenin canına okurum. Gözümü bile kırpmam savaştan. Ama başkaları için hayatımı tehlikeye atmam, bana ne Suriye’den, bana ne Libya’dan, bana ne Afrika ülkelerinden? Ben sınırımı korumaya çalışırım, başkasının sınır bekçiliği benim işim değil.
Benim başım beladayken, Türk’ün başı beladayken, kimse var mıydı yanımda? Hocalı’da Ermeniler binlerce Türk’ü katlederken, kim koştu yardıma? Kıbrıs’ta kim destekledi beni? Kurduğumuz Türk Devletini dost bildiğimiz hiçbir ülke, din kardeşimiz dediğimiz hiçbir Arap tanımadı hala. Suriye tanıdı mı, Libya tanıdı mı, Somali tanıdı mı, Gana tanıdı mı, Suudi Arabistan – Irak – İran hangisi tanıdı ki? En acıklısı da Azerbaycan..
Yıllardır Amerika ile Rusya arasında mekik dokuyup duruyoruz. Hepsi ağzımıza bir parmak bal çalıp gönderiyorlar, sonra da bildiklerini okuyorlar. Müttefikimiz Amerika bizi yarı yolda bıraktı, oyaladı durdu. Yeni dostumuz Rusya, geçmişini aratmadı, aratmıyor. Bizimle yaptığı tüm anlaşmaları ihlal etti, uçaklarıyla bomba yağdırıyorlar askerimin üstüne. Ben hala onlarla yeni anlaşma yapma peşindeyim.
Bir şeyi yanlış yapıyoruz, yanlışı görüyoruz ama geri dönemiyoruz bir türlü. Zararın neresinden dönsek kardır. Geri dönersek muhalefet ne der, iktidarın fiyakası bozulmaz mı? Biz bunları düşünemeyiz, Türkiye’nin kılına halel gelmesin istiyoruz, bu suç mu? Bizi yönetenler, seçim beyannamelerinde tüm İslam âleminin bekçiliğini yapacaklarını taahhüt ettiler mi? Gerekirse harbe gireceğimizi belirttiler mi? Bu millet bunun için mi oy verdi iktidara? Bir iktidarın görevi, sınırlarının güvenliğini sağlamak, milletinin refah, huzur ve kalkınmasını temin etmektir. Türkiye’ye yapılacak bir saldırıya hepimiz karşı çıkarız, hepimiz cepheye koşarız. Ama Suriye’nin menfaati için, Libya’nın yâda diğer İslam ülkelerinin menfaati için kılımızı bile kıpırdatmayız.
Milletin bir ferdi olarak, iktidardan bir talebimiz olamaz mı? Lütfen başkalarının topraklarında boğuşacağımıza, kendi iç sorunlarımızı biryana itip, başkalarının sorunlarını çözmeye çalışacağımıza, içe dönelim ve birbirimize kardeşçe sarılıp Türkiye’mizi koruyalım. Bunu isteyemez miyiz iktidardan? Böyle bir hakkımız bile mi yok? Devletine karşı her görevini yerine getirmiş, vergilerini aksatmamış, Anayasaya ve yasalarımıza dikkatle ve sadakatle bağlı bireyler olarak, gözümüzü kapatıp elimiz kolumuz bağlı mı oturalım? Yapmayın, devletini ve milletini çıkarsız seven insanların, milyonların seslerine kulak verin. Hatalarınızın bedelini sadece siz değil, koskoca bir devlet, koskoca bir millet çekecek.
Muhalefete kızıyorsunuz, siyaset gereği onlara dilediğiniz cevapları veriyorsunuz. Biz millet olarak bu hesapların, bu çekişmelerin içinde değiliz. İstiyoruz ki, bu cennet vatanda huzur içinde yaşayalım. Kavgayla, gürültüyle, tankla, topla, tüfekle değil, diplomasi diliyle çözelim sorunları. Uzlaşarak belki daha başarılı oluruz. Birbirimize kenetlenerek, birbirimize güvenerek, belki daha kolay çökertiriz düşmanı. Her tarafımız düşmanla çevrili. Nereye dönsek bir çatışma ihtimali karşımızda. Kıbrıs bile fokur fokur kaynıyor. Herkes Türk’ün başı daha da belaya girsin istiyor. Hepsinin kuyruk acıları var çünkü. Böyle bir durumda gücümüzü, kuvvetimizi, silahımızı, mermimizi niye boşa harcayalım, neden düşmanın ekmeğine yağ sürelim?
Başka bir ülkenin toprağındayız, askerimiz başka güçlerle birleşip, operasyon üstüne operasyon yapıyor. Hava desteğimiz yok, etrafımız çevrili ve yeni dostumuz Rusya gözümüzün içine baka baka bomba yağdırıyor aşağıya. 3 gün mühlet veriyoruz, beş gün mühlet veriyoruz, aldırdıkları yok. Bu durumda havanda su döğmüyor muyuz? Elbette ülkemin savunma makamları, komutanlar, uzmanlar benden daha sağlıklı düşünüyorlardır. Herhalde akıntıya kürek çekmiyorlardır, doğru ama bütün bunlar kaygılarımızı bertaraf etmiyor ki…
Esat’ın boyu devrilsin, bize ne yaptıklarından? 5 milyona yakın Suriyeliyi, yanlış dış politikamız yüzünden sorgusuz sualsiz sokmadık mı topraklarımıza? 2 milyona yakını da sınırımızda bekliyor. Biz 5 milyondan kurtulalım derken, bunları da almak zorunda kalmayalım. Askerimizi oraya buraya yollamayalım. Katar’da ne işimiz var? Elin Arap askerini eğitmek bize mi kaldı?
Bu görüşlere kızmak yerine, öfkelenmek yerine biraz düşünmek lazım. Hiç hata yapmadık mı yani, hatasız mı geldik bugünlere? Ona buna çatıp efeleneceğimize, biraz sakinleşip dönelim geçmişe ve bugünlere nasıl geldiğimizi sorgulayalım biraz. Suriye bataklığında, Libya meçhulünde daha fazla kalmayalım. İnatta ısrar bize bir şey kazandıracaksa, sonuna kadar inat edelim, basalım mermiyi, savuralım füzeyi. Ama böyle bir inadın bizi daha büyük çıkmazlara sürüklemesinden korkuyoruz.
Mesele hassas, daha fazla uzatmak istemem. Askerim cephedeyken, bir kelime bile fazla konuşmamak lazım. Ama bizi yönetenlere bu halisane dilek ve görüşlerimizi de iletmek hakkımız olmalı değil mi?
Türkiye’nin iyiliğinden ve esenliğinden başka bir isteğimiz yok, olamaz da…