Celal Eren ÇELİK
Yıllardır Türkiye’nin en büyük sorunlarından bir tanesi, hiç kuşkusuz Milli Eğitim Sistemi...
Ve eğitim sistemi dendildiğinde ise yıllardır içeriği çok bilinmese de hep konuşulan bir anlaşma ve bu anlaşma ile kurulan komisyon dillerden düşmez:FULBRIGHT ANLAŞMASI...
Türk Milli Eğitimi’ni bu anlaşma ile Amerika’nın yönlendirdiği iddiaları dönem dönem gündeme gelse de bu iddiaların üzeri hemen örtülür...
Son olarak Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’un da “ŞEHİR EFSANESİ” diyerek geçiştirdiği bu anlaşma ve Türk Milli Eğitimine etkileri acaba gerçekten bir şehir efsanesi midir?
Yoksa bu anlaşma ile birlikte gerçekten Milli Eğitimimizin kontrolü yıllardır Amerika’nın eline mi geçmiştir?
Bugünkü köşe yazımızda ngazete.com okuyucuları için Fulbright anlaşmasının detaylarını ve perde arkasını,Türk eğitim sistemini nasıl ABD eğitim sisteminin bir kopyası haline getirdiğini yazacağız...
2.Dünya Savaşı bitmiş ve Dünya siyaset sahnesinin kartları yeniden dağıtılmıştır.Yalta Konferansı ile başlayan süreçte ABD ve SSCB yeni dönemin iki süper gücü olmuştur...
Savaş sonrası Türkiye’ye Boğazlar’da üs ile Kars ve Ardahan’ı isteyerek baskı uygulayan SSCB tehlikesi karşısında ABD hemen devreye girecektir.
12 Mart 1947 tarihinde ABD Başkanı Turuman’ın kongreye yaptığı konuşma ile Türkiye ve Yunanistan’a verilecek 400 milyon $’lık mali ve askeri yardımın önü açılır.
Ancak Fulbright Anlaşması’nı daha iyi anlamak için aslında Truman Doktrini olarak da adlandırılan bu askeri ve mali yardımların Kongre izninin alınmasından 13 gün öncesine gitmemiz gerekmekte...
Tarih yaprakları 27 Şubat 1947’yi göstermektedir.
Türkiye ile Amerika Birleşik Devletleri arasında Kahire’de imzalanan anlaşma ile Amerika, 2.Dünya Savaşı sonrasında ordusunun fazlası durumunda bulunan silahları satın alabilmesi için Türkiye’ye 10 milyon dolar tutarında kredi vermeyi kabul eder...
İşte FULBRIGHT ANLAŞMASI’na uzanan yol, aslında bu anlaşmanın imzalanmasıyla başlayacaktır.Zira Türkiye kredi taksitlerinde ödemeleri kısa süre içerisinde aksatacak, Amerika ise bu durumu “fırsata” çevirerek, eğitim alanında yeni bir anlaşma teklifi ile Türkiye’nin kapısını çalacaktır...
Amerika Büyük Elçiliği 12 Şubat 1948 tarihinde Dışişleri Bakanlığına müracaat ederek Türkiye ile bir “Kültür Anlaşması” gerçekleştirmek istediğini belirtecek ve bir “proje” sunacaktır..
Ve tarih yaprakları 27 Aralık 1949’u gösterdiğinde Türk Milli Eğitimi için bir “Kırılma noktası” olan FULBRIGHT ANLAŞMASI imzalanacaktır.
Anlaşma,Amerika Birleşik Devletleri’nin 2.Dünya Savaşı sonrasındaki dış politikasında uzun yıllar çok etkin rol oynayan Senatör William Fulbright’ın ismi ile anılmaktadır. Zira Fulbright, Amerika’nın Dünya üzerinde hegemon güç olarak etkin olması ve Sovyet tehdidine karşın Amerikan değerlerine uygun toplumların yetiştirilmesi için bulunan formülün fikir babasıdır....
Formüle göre Amerika’nın hedef olarak belirlediği ülkeler önce borçlandırılmakta,daha sonra bu borçlarına mahsuben ülkelerinde “EĞİTİM KOMİSYONLARI” kurulmakta, eğitim alanındaki dizaynın sağlaması ve bu dizaynın finansmanı ise ülkelerin Amerika’ya olan borçlarından düşülecek şekilde ancak Amerika Dışişleri Bakanlığı’nın uygun göreceği, Amerikalı uzmanlar denetiminde gerçekleştirilmektedir.
Kahire Anlaşması ile Türkiye’nin Amerika’dan aldığı ve taksitlerini aksattığı 10 milyon dolarlık borcun taksitleri,Amerika’nın bu “EĞİTİM PROGRAMI” nın finansmanının sağlanması ile ödenecekti.
Anlaşmanın 1.Maddesinin ilk paragrafı aynen şu cümle ile başlamaktadır...
“Türkiye'de Birleşik Devletler Eğitim Komisyonu (ki aşağıda «Komisyon» ismiyle anılmıştır) namı altında bir komisyon teşkil olunacak ve bu komisyon işbu Anlaşmanın hükümleri dairesinde Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti tarafından temin edilen paralarla finanse edilecek olan eğitim programının idaresini kolaylaştırmak için ihdas ve tesis edilmiş bir teşekkül olarak Türkiye Cumhuriyeti ve Amerika Birleşik Devletleri Hükümetleri tarafından tanınacaktır...”
Yani bu anlaşma ile birlikte Türk milli eğitim programını bahsi geçen komisyon idare edecektir...Ve anlaşmanın ünlü 5. Maddesine göre komisyon 4 Amerikalı 4 Türk üyeden oluşacak, Amerikan Büyükelçisi ise komisyonun “FAHRİ BAŞKANI” olacaktır.Kararların oy çoğunluğuna göre alınacağı komisyonda oylar eşit çıkarsa son kararı Amerikan Büyükelçisi verecektir.
Yanlış okumadınız... Anlaşma ile kurulan ve Türk eğitim programını idare edecek olan bu komisyonda 4’er üye bulunuyor gibi olsa da komisyonun başı Amerikan Büyükelçisi ve eşit oy çıkması halinde son kararı verecek oyu Amerikan Büyükelçisi kullanmakta...
Ve anlaşmanın diğer “ilginç” ve “Çarpıcı” hükümleri bununla da sınırlı değildir... Örneğin anlaşmanın 10. Maddesine göre Amerikan Dışişleri Bakanı uygun gördüğü taktirde “Komisyonun” her türlü kararını gözden geçirme hakkına sahipti...
Anlaşmanın 7. Maddesi ise “KOMİSYONUN” her sene “Amerika Birleşik Devletleri Dışişleri Bakanı tarafından tâyin edilecek şekilde” Türkiye Cumhuriyeti hükümetine ve Amerika Birleşik Devletleri Dışişleri Bakanına bir rapor sunmasını öngörmekteydi... Yani “KOMİSYON” raporlarını Amerika Birleşik Devletleri Dışişleri Bakanı nasıl uygun görürse öyle yazacaktır...
Anlaşmanın 18 Mart 1950’de Resmi Gazetede yürürlüğe girmesinden tam 56 gün sonra ise Türkiye’de 14 Mayıs 1950 seçimlerinde Demokrat Parti’nin iktidara gelişi ile birlikte yeni bir dönem başlıyacaktır...
Demokrat Parti, son derece Amerika yanlısı politikalar izlemektedir ve FULBRIGHT KOMİSYONU etkisini Demokrat Parti iktidarı döneminde hızla gösterecektir...
Dünyada başka bir örneği olmayan ve çeşitli ülkeler tarafından örnek eğitim modeli olarak alınan KÖY ENSTİTÜLERİ, Demokrat Parti iktidarı döneminde dönemin Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri’nin imzası ile 27 Ocak 1954 tarihinde kapatılır...
Milli Eğitim Bakanlığı kadrolarına Demokrat Parti iktidarı ile birlikte, 1950 yılından itibaren pek çok Amerikalı isim “uzman” ve “danışman” sıfatı ile yerleşiyor ve 1950 sonrasında Türk milli eğitimini Amerika Birleşik Devletleri eğitim sistemine benzer şekilde yeniden dizayn ediyorlardı...
1950-1960 yılları arasında Türk Milli Eğitimi’nin yeniden dizayn edilmesi Amerikalı uzmanlar eli ile gerçekleşirken, bu tarihler arasında 41 Amerikalı uzman Türkiye’ye gelerek eğitim sistemi üzerine rapor sunuyordu...
Ancak bunlardan 8’i gerçek anlamda belirleyici olacak ve işte Türk Milli Eğitim sistemi Amerikan değerlerine ve ideolojik bakış açısına göre bu isimlerin raporlarına göre dizayn edilecekti...
Bu 8 rapor yazarlarının soyadları ile anılmaktaydı...
Dickerman,Wofford, Rufi,Maaske,Beals,Topkins,Costat ve Gorvine “Raporları” Türk Milli Eğitim sisteminin baştan sona yeniden dizayn edildiği süreçteki ana “RAPORLAR” oluyordu...
Raporların sonuç kısımlarındaki tavsiyeler ise gerçekten ilginçti...
Örneğin Amerika’da haftanın 5 günü Amerikan tarihi okutulmasına rağmen, Türkiye’de “Osmanlı Tarihi”nin okutulması gereksiz görülüyor,tarih derslerinin sadece lisede ve 1.Dünya Savaşı sonrasını kapsayacak şekilde kısıtlı olarak verilmesi tavsiye ediliyordu.
Teknik liseler yerine Amerika’daki “Highschool” yapılanması öneriliyor, çok fazla ders yoğunluğu olduğundan bahsedilerek ders yoğunluğunun azaltılarak sosyal aktivitelere daha çok zaman ayrılması gereklililiği vurgulanıyordu.
Uzmanların ağız birliği ettiği başlıca konu ise Milli Eğitimin Bakanlığı bünyesinde hemen her birimden pek çok kişinin Amerika Birleşik Devletleri’ne gönderilmesi gerekliliğiydi. Raporların hepsinde bu konu adeta bir “zorunluluk” olarak belirtilmektedir...
Ayrıca Osmanlıca eserlerin Türkçe’ye çevirisine kesinlikle soğuk bakan bu “uzmanlar”, ısrarla çok sayıda yabancı eserin çevirisinin yapılması konusunda raporlar hazırlıyorlardı..
Yani “Milli Eğitimin” içi boşaltılıyordu...
Türkiye’de 1950-1980 arasında üniversite sayısı hızla artarken bu üniversitelerin hepsinin Amerikan tarzı eğitim veren,özellikle bazılarının “tamamen” İngilizce ile eğitim veren bir yapıda oluşturulması ise Amerika’nın eğitim yolu ile sosyolojik mühendislik projesinin zirvesini oluşturmaktaydı...
1950 sonrasında adeta ABD eğitim sistemi Türkiye’ye kopyalanmıştır...
2010-2011 öğretim yılı itibariyle ise YÖK-FULBRIGHT KOMİSYONU işbirliği ile hayata geçirilen İngilizce Öğreten Asistanlar projesi ile yeni açılan üniversitelerde Amerika’dan seçilerek gelen Amerikalıların öğretmen olarak yerleşmesi sağlanacaktır...
Ve günümüzde ne Kahire Anlaşması ile alınan 10 milyon dolar borç kalmıştır,ne bu Anlaşmayı imzalayan hükümetler...
Ancak borç da bitse,hükümetler de değişse değişmeyen tek şey FULLBRIGHT ANLAŞMASI’dır...Ve anlaşma ile kurulan FULBRIGHT KOMİSYONU halen faaliyetlerini sürdürmektedir...
Bu arada şunu da hatırlatalım... Hali hazırda FULBRIGHT KOMİSYONU’NUN Başkanlık görevini John T.McCarthy yapmakta...
Peki kimdir,ne iş yapar John T. McCharty? Bu isim uluslararası küresel finans piyasalarının en önemli ülkelerinden birisi olan Hollandalı ünlü ING Bank'ın Türkiye Genel Müdürü’dür.
Peki ING Bank sadece küresel bir banka olması nedeni ile mi ünlü? Tabii ki hayır... ING Bank Hollanda "derin sermaye" kolonlarının en önemlisinden bir tanesi ve Hollanda Kraliyet Ailesi ile çok girift ilişkilere sahip.
Peki Hollanda Kraliyet Ailesi'nin küresel dizayn içerisinde nasıl bir rolü var?
Şöyle söylememiz sanırız yeterli olacaktır...
Küresel sistemin dizayn edici en önemli 3 kurumsal yapısından birisi olan ve Avrupa'daki siyasal,ekonomik ve sosyal gelişmelerin dizaynında hep başrolde olan BILDERBERG'in kurucusu işte bu Hollanda Kraliyet Ailesi mensubu Prens Bernhard...
Yani Hollanda Kraliyet Ailesi küresel dizayn edici sistemin en önemli aktörlerinden bir tanesi ve bu hanedana son derece yakın bir küresel bankanın Türkiye Genel Müdürü de FULBRIGHT KOMİSYONU'nun başkanı...
İşte ne zaman Milli Eğitim denilse dillerden düşmeyen ama içeriği hakkında çok şey bilinmeyen FULBRIGHT ANLAŞMASI, işte anlaşma ile kurulan komisyon,işte anlaşma sonrası Türk Milli Eğitiminin Amerikalı uzmanlar eli ile dizayn edilişi...
Şimdi yeniden ama farklı biçimde sormak gerekir sayın Bakana sanırız: “Şehir efsanesi olan FULBRIGHT ANLAŞMASI MIDIR, YOKSA EĞİTİMİN “MİLLİ” OLDUĞU SÖYLEMİ Mİ?”