Yetmiyor kavramları da genellikle birbirleri ile karıştırıyoruz, içtenlik, yerinde ve doğru davranışta bulunmak ile popülizmi birbirinden ayırmakta zorlandığımız gibi. Aslında çok da haksız sayılmayız. İnsanları kandırmak için yapılan şeyler öylesine içten ve ulvî imiş gibi sürekli karşımıza geliyor ki sapla samanı ayırmakta zorlanır olduk.
Elazığ’da bir felâket yaşandı. Yapılan hırsızlıklara, ahlaksızlıklara, vicdansızlıklara her zamanki gibi göz yumulduğu hatta bunların akçeli kazanımlar uğruna desteklendiği bir ortamda yine insanlar canlarından, mallarından oldular; sokağa mahkûm kılındılar. Hamasî sözler söylendi, yaraların sarılacağı belirtildi falan.
Bu arada Sn. Ekrem İmamoğlu Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu İstanbul’dan mümkün olan yardımı gönderdi. Kendisi de bizzat o bölgeye giderek incelemelerde bulundu; sonra kısa bir tatil için Erzurum’a gitti. Vay efendim sen misin giden! Yer yerinden oynadı. Neden? Çünkü popülist yaklaşıma soyunmadı. Birçoklarının yaptığı gibi kaşmir kazaklarının üstüne kuştüyü yeleklerini onun üstüne de en kalın anoraklarını giyip ayaklarına çift çorap üzerine soğuğa ve çamura dayanıklı çizmelerini geçirip ailece depremzedelere “mış” gibi yapıp yağ çekmedi. Görevini yerine getirmiş olmanın gönül huzuru ile ailesiyle birlikte tatile gitti. Amaç insanlara moral vermek ise, bunun için o bölgede bulundu, amaç yaraları sarmak ise çabalarını esirgemedi ama gösteriş yapmadı. Toplum olarak kandırılmaya öylesine alışmışız ki doğru dürüst bir yaklaşımla karşılaşınca son derece yadırgıyoruz. İllâ ki popülizm bekliyoruz. İllâki riyakârlık gözümüzü boyasın, kimse yaşamın gerçeklerine uymasın! Bunu bekliyoruz, ne acı ki buna inanmışız.
Yalana da çabuk kanıyoruz. Birisi çıkıyor kendisi hakkında söylenen bir şeyi şiddetle inkâr ediyor,ona inanıyoruz. “Eğer bu söylenenler doğru ise..şöyle de böyle!” hemen kanıyoruz. Aradan bir süre geçiyor yapılan iddianın doğru olduğu anlaşılıyor, aynı kişi yine ortalarda, bu kez dediğinin taban tabana zıddını iddia ediyor, yine inanıyoruz.
Vaatler yapılıyor; inanıp mutlanıyoruz. Gün geliyor vaatlerin tam tersi uygulanıyor bunun için de mazeret hazır eh! Yine inanıyoruz.
Yalancılık, sahtecilik o kadar aldı yürüdü ki insanlar artık neye inanacaklarını şaşırıyorlar. Açlıktan ölseler refah toplumu olduğumuz söylendiğinde her halde doğrudur diye ona da inanıyorlar. Akıl yürütme yeteneğimizi neredeyse tümüyle yitirdik.
Bilgi kirliliği aldı yürüdü ama biz her duyduğumuza inanıyoruz. İnternette dolaşan öyle saçma sapan yanlış bilgiler var ki, hem bizlerin moralini bozuyor hem de zaman zaman sağlığımıza bile zarar verebiliyor ama yine de inanıyoruz.
Çabuk kanıyoruz ve kandığımız şey doğru mu yanlış mı araştırmadan onu ölümüne savunuyoruz. Aklını kullanmayan insanları kandırmak, bazen küçük bir çocuğu kandırmaktan çok daha kolay olsa da bazı durumlarda kendinizi ikiye ayırsanız bile onları bir türlü doğru olana inandıramazsınız.
Örnekler vermek istiyorum ama hem kendimi tehlikeye atmamak hem de yazılarımın yayınlandığı gazetenin başına iş açmamak için bunu yapmayacağım. Aslında örneklere girişecek olsam otuz kırk sayfalık bir yazı yeter mi, bilemiyorum.
Ah! Köy Enstitüleri kapanmasaydı, Halkevleri hâlâ hizmet görüyor olsaydı Türkiye böyle bir ülke haline gelir miydi hiç…
Şimdi tam yalancı dolma tarifinin yeri ama ben başka bir tarifi sizlere sunacağım. İşte çok kolay bir kek:
4 yumurta, 8 çorba kaşığı şeker, 9 çorba kaşığı un, 125 gram margarin, kabartma tozu, vanilya (ya da kakao), isteğe göre ceviz, üzüm, portakal rendesi, kuru kayısı v.b. koyabilirsiniz. (Ben son yıllarda margarin yerine kokusuz sıvı yağ kullanıyorum.)
Yumurtayı ve şekeri iyice çırpın içine yağı katıp karıştırın, sonra kuru malzemeyi elekten geçirerek katıp karıştırın. Diğer malzemeleri isteğinize göre katabilirsiniz. Kek kalıbı ya da istediğiniz başka bir kabın içine yağlı kâğıt döşeyip karışımı boşaltın. Önceden ısıtılmış 180derecelik fırında pişirin. Üstü kızarıp kürdan sapladığınızda temiz çıkarsa pişmiş demektir. Bugünlük bu kadar, sağlıkla kalın.