Cilveyi beklerken

Ahmet Tan

Tayyip Bey’in başımıza gelmesinin dün 17’nci yıldönümüydü; yarın ise Bülent Ecevit’in aramızdan ayrılışının 12’nci yıldönümü.
İki olayı aynı cümlede buluşturan kader utansın! (Bu laftan suç üretmeye kalkan çıkarsa, o da utansın!)
Çok şükür Türkçemizde, Batı dillerindeki gibi sözcüklerin cinsiyeti yok.
Ama “Kaderin cilvesi” diye bir deyimimiz var.
Çok ünlü ve çok kıdemli bazı belediye başkanlarımızın adaylık için sergiledikleri halleri saymazsak “cilvebaz erkek” olmayacağına göre, kader “dişi” bir sözcük.
Kader, hem de öylesine cilvebaz ki, fazla derin düşünmeye kalkanın aklını başından alıyor.
Seçmen çoğunluğumuz çok şükür çok derin düşünmüyor.
Bugün söylediğinin ertesi gün tersinin söylenmesine hiç aldırmıyor. Gününü kurtaranın peşine düşüyor.
Gazeteci olsa da olmasa da arada bir derin düşünenler arasına düşüyor insan.
Dün Ankara ’da Maltepe Camisi’nin avlusu öyleydi.
Geçen yıl kaybettiğimiz ilk kadın bakanımız, Ankara Üniversitesi Rektörü Türkan Akyol’un eşi ve yüzlerce hekimin hocası Prof. Turhan Akyol’u uğurlamaya gelenler, kendisinin bir sözünü birbirlerine anımsatıyordu:
Turhan Akyol, Mümtaz Hoca’nın Galatasaray Lisesi’nden arkadaşı, Kurtuluş Savaşı ertesinin ve Cumhuriyetin kuruluşunun heyecanını yaşamış kuşaktan.
Arkadaşlarıyla bir araya geldiklerinde söylediği bir sözü konu ediyorlar:
“Eğer İngilizin, Rusun işgaline uğrasaydık ülkemizin kentleri, coğrafyası ve hatta sosyolojisi bu kadar ağır zarar görmezdi!”
Dinlemekle yetiniyoruz.
Buna halkın psikolojisini de eklemek gerektiğini sadece buraya yazıyoruz:
Deprem bekler gibi beklenen ekonomik krizin, daha da patlayacak pahalılık ve işsizlik korkusunun kitlelerde yarattığı endişe ve kaygının, polisiye haberlere kadın cinayeti, doktorlara saldırı, trafikte bıçaklı kavga diye yansıdığı, keşke Külliye’nin pencerelerinden de görülse.

***

Bu arada “Andımız” tartışması tam gaz.
Şu sıralar “Bizim tek andımız İstiklal Marşımızdır” diyen Tayyip Bey, altı ay önce de “İstiklal Marşı’nın bestesinin değişmesi gerekir!” demişti.
Kime?
Külliye’de misafir ettiği muhtarlara.
Belli ki muhtarlar arasında külliyetli miktarda bestekâr var diye bir istihbarat almıştı.
Artık enişte beyden mi yoksa MİT’ten mi, Allah bilir.

***

“Bestesi zor!” dediği İstiklal Marşımız, 1930’dan beri, yani 88 yıldan beri söyleniyor.
Eski Türkiye’ye ait yani.
Artık yeni ağızlar peydah olduğuna göre belli ki yeni ağızlara yeni “taam”, yeni lokma gerekiyor.
Maksat gündem olsun torba dolsun olsa keşke. Amaç önce beste değişsin, sonra güfteyi köfte yapmak nasıl olsa çok kolay.
(Anımsanması gereken tarihi bir anlatı var. İngiliz Kraliçesi Victoria’nın “Dünyada, iffet de dahil, para ile satın alınamayacak hiçbir şey yoktur!” demesi üzerine Sultan Abdülaziz’in, yanındaki Hariciye Nazırı Fuat Paşa’ya dönerek, “Paşa, karıyı bulduk iş paraya kaldı!” demesi gibi, beste değişsin güfte kolay!)
Türk sözcüğünü inatla “bir ırkın adı” diye sakıncalı sayan ve
“Andımız”ı yasaklayan anlayış, yarın “Kahraman ırkıma bir gül, ne bu şiddet bu celal” sözleri için de “ırkçılık ve şiddet içeriyor” diyebilir. Üstüne de “Kahraman ırkım” lafının da Kürtleri ve öteki ırkları zan altında bıraktığını iddia edebilir.
Dedik ya maksat laf olsun, torba dolsa keşke.

***

Bülent Ecevit de kaderin her türlü işvesine maruz kaldı.
Yüzde 42 oy aldığı halde ancak koalisyon hükümeti kurabildi.
(Oysa Tayyip Bey 17 yıl önce dün, yüzde 34 oy alıp TBMM’nin yüzde 66’sını elde etti.)
İki kez darbeye uğradı. Hapse atıldı. Suikast girişimine uğradı. Defalarca yargılandı. Yıllarca “yasaklı” yaşadı.
Demokrasi ve adalet arayışı hiç durmadı. Bir arkadaşının adı ile (Necdet Onur) Arayış adlı bir dergi çıkardı.
“Hak - Hukuk - Adalet” başlıklı yazısı, basım sırasında derginin sayfalarından kazınarak çıkarıldı.
Tayyip Bey, 17. yıldönümünde zamanın ruhuna fatiha okudu mu bilemeyiz. Ama ölümünün 12. yıldönümünde Ecevit’ın ruhunu şad etmenin en kestirme yolu, 37 yıl önce sayfalardan kazınan o yazısından birkaç satır:
“İnsanlar bir ölçüye kadar özgürlük kısıntılarına, baskıya, zulme katlanabilirler, ama haksızlığa, adaletsizliğe katlanamazlar.
En zayıf, en ürkek insan bile haksızlık, adaletsizlik karşısında tepki duyar ve tepkisini hiç beklenmedik biçimde ve ölçüde açığa vurabilir.” (30 Mayıs 1981)

***

Bu kaçınılmaz tepkiye maruz kalacaklar için bu da bir tür kaderin cilvesidir.