Cimrilik sanırım aslında bir hastalıktır. Hesap bilmek, gerektiği zaman tutumlu olmak ne kadar makbulse cimrilik de bana göre aynı derecede iticidir.
Cimriliği ben sınıflara ayırdım. Önce, hem kendine hem çevresine cimri olan insanlara değineceğim. Var yemez amcalar ya da teyzeler. Bunların olanakları olsa da ne kendilerine ne de ailelerine para harcayamaya kıyamaz; para harcarken asabîleşir, surat asar, bulunduğu ortamı kendisine de çevresine de zehir eder. Aman paracıkları gitmesin! İnce hesap yaptığını sanarak yakınlardaki alışveriş olanaklarını pahalı bulup göreceli olarak daha ucuz ama kentin öbür ucundaki marketleri tercih eder; ama bunu yaparken tüketeceği benzin ya da mazot parasını hesaba katmayı düşünemez. Bu acımasız ikili ise her gün gördüğü zamlarla neredeyse düğünlerde gelinle damada litreyle takılacak hale geldi.
Eskiden Anadolu düğünlerinde gelin kızlara altın lira,kolye, bilezik falan takılır, damatlara ise boyunlarına asılan kırmızı kurdelelere altın iliştirilirdi. Varlıklı çevreler Beşi Bir Yerde ya da tam altın takarlarken, orta halliler utana sıkıla yarım altını tercih ederdi. Çeyrek altın takıldığına hiç rastlamazdık. Şimdilerde çeyrek altının yarısı takılırsa genç çift sevinçten uçuyorbir de bunun için kalkıp oynar hale geliyor. Ama çok pratik olmasa da yeni evlilere herkes birer litre benzin ya da mazot taksa, gençlere payreks tencere ya da bardak takımı götürmekten çok daha fazla hora geçer.Balayına çıkmak için araba yakıtları bir kısmı karşılanmış olur.
İkinci kategori, istemedikleri halde koşullar gerektirdiği için cimri olanlar. Yine yeni evli çiftimizi örnek alalım. Balayı bitmiş evlerine, barklarına yerleştikten sonra sıra gelir yiyecek, içecek sorununa. Sıradan genç insanlar oldukları için paraları kısıtlıdır ne de olsa. Yiyecek sorununu boğazlarından kısarak çözümlemeye çalışır, ailelerini büyütüp yavrularınasahip olmaya zaten bütçeleri uygun değildir. Bebekler apayrı bir masraf kapısı sağ olsunlar. Ama kırk yılda bir iki kadeh içip keyif yapacak paraları bile yoktur, hayatlarını tehlikeye atma pahasına çakma rakı yapar ya da satın alırlar. Normal rakı almaya kalksalar bir litresi asgarî ücretin neredeyse dörtte biri.
Üçüncü kategorideki insanlar şanım yürüsün diye paraharcamaktan çekinmez, burnundan kıl aldırmaz, bol kepçe dağıtıyor gibi görünmeğe soyunur ama esasa taallûk eden, eli açık davranması gereken bir durumda öz denetimlerini yitirip cimrileşiverir. Bunlara denizden geçip ırmakta boğulanlar da diyebiliriz.
Yaşamımın dörtte üçünü otizmli çocuklara destek olmak için kullandım. Yazdığım, yayınladığım çok sayıdaki kitabımın gelirini onların hizmetine kullanılmak üzere bağışladım. Yazlığımızdaki komşularımız, tüm arkadaşlarım, ailem sağ olsunlar hepsi benim talebim karşısında cömert bağışlarını esirgemeyip kitaplarımı zevkle aldılar.
Köyümüzde dünya standartlarına göre rağbet görecek bir restoran var. Otizimli çocuklara hizmet etmek için kurulmuş olan ve benim de yakın zamana kadar aktif olarak çalıştığım bir derneğin bağış kutularından birini oraya yerleştirdim. Ne acı ki lüks tekneler, pahalı arabalarla turist olarak gelen birçok grup akşam yemeğinde servete yakın para harcarken gözlerinin önünde duran bu kutuya bağış yapmayı düşünemediler. Hem duyarsızlık hem de gösteriş merakı yanı sıra bencilce bir cimrilik. Şaşıracaksınız ama hemen yanındaki markete yerleştirdiğim bağış kutusu her yıl doluyor; çoğu da yabancı para. Gelen çoğu orta halli müşteriler alışverişlerini yaptıktan sonra kutuya da para atıyor çünkü her iki taraftaki kutuların üzerinde Türkçe ve İngilizce otizmli çocuklara bağış kutusu olduğu yazılı. Zenginlerin ne umrunda… Boşuna insanlar zenginleştikçe cimrileşir dememişler. Bir gecede o restoranda bir servet harcayan insanlar konubağış yapmaya gelince birden cimrileşiveriyor. “Var Yemez Amca” değil, “Var Ama Yalnız Kendine Yer!” amca ya da teyze!
Ne var ki bunlara şaşırmamak lâzım. Diyorum ya bazı insanlar kendilerine cömert, çevreye cimidir diye. Öyle insanlar biliyorum ki, oğullarına minik de olsa gemicikler alıyor, eşlerine dünyanın en pahalı yiyeceklerini, içeceklerini, giysilerini sağlıyor, (bari yakışsa hiç değilse) gerekli gereksiz yaptığıyolculuklarında yirmi beş asgarî ücretlinin kazancından daha fazlasını harcıyor ama iş fakir fukaranın gelirine destek olmaya gelince kendine bonkör, diğerleri ne olursa olsun. Hani “Gözünü toprak doyursun” denilecek sınıftan.
Gönül cimrileri de var. Ben onlara pek üzülürüm; takdir edebilmek insanı yücelten bir yaklaşım olmanın yanı sıra karşısındakini de mutlu eder. Bırakın herkesçe beğenilecek bir şey, kendilerinin de çok takdir ettikleri bir durum ile ilgili olarak bile beğenilerini dile getirmekten kaçınanlar vardır. Mimikleri, bakışları, hatta bakışlarını kaçırmaya çalışmaları bile onların beğenilerini pek güzel ele verir; yine de çevreleri abartarak övgüler yağdırsa da o kişi inatla takdir etmekten kaçınır.
Türkiye bir zamanlar halkının çıkarları için tutumlu, ihtiyaç halinde ise son derece eli açık yönetimler gördü. Onlar korkarım biraz kafasızdılar; bal tutan parmağını yalamasını bilmeli, kafa denklerine, yakınlarına karşı vicdansızlık yapmayıp onların nemalanmasına engel olmamalı. Delik pabuçla iktidara gelmişse, mutlak bu pabuçları atıp fiyakalı, marka pabuçlar almalı. Kendisine her çeşit harcamayı mubah görüp itibarından ödün vermeyerek lüks içinde yaşamalı. Kullar, pardon halk kazançlarından özveride bulunup bu harcamalara katkı olsun vergi vermiyor mu zaten? Milli servet dediğin nedir ki? İki tane mütevazı saray ile falan bitecek değil ya. Ben böyle düşünüyorum; şükür hamdolsun halkımız da böyle düşünüyor olmalı ki kötü kalpli vatan hainlerinin hevesle bekledikleri iktidar değişikliği bir türlü gerçekleşmiyor neyse ki.