Türkiye’nin en büyük kayak merkezi Uludağ. Artık dev gibi bir şehir olan Bursa’ya neredeyse yarım saat mesafede. Ayrıca teleferikle de Bursa’ya bağlı. Bursa ki, Türkiye’nin en büyük otomobil fabrikalarının bulunduğu, en büyük sanayi şehirlerinden biri.
Uludağ ayrıca anlı şanlı otel zincirlerinin bulunduğu, en büyük merkez. Ağaoğlu da orda, Doruk da, Yazıcı da... Türkiye’de başka hiç bir kayak merkezinde bu kadar otel de yok, bu kadan bilinir marka da yok. Kısaca Uludağ hem Türkiye’nin en büyük kayak merkezi, hem de turizm açısından en kritik yer.
Geçen ay Uludağ bir cinayetle gündeme geldi hatırlarsınız. İki grup arasında “Para yüzünden” silahlı çatışma çıktı, bir kişi öldü, üç kişi de yaralandı. Bir kayak merkezinde silah patladığı duyulmamış bir şey olduğu için, insanlar da o gün valizlerini toplayıp Uludağ’a terk ettiler.
Bu olaydan 5 hafta sonra, geçen hafta sonu günü birliğine Uludağ’a gidince, çevreyi biraz gözlemledim. “Bir kayak merkezinde nasıl cinayet olur?” sorusuna yanıt aradım.
Öncelikle, Cumartesi günü olmasına rağmen Uludağ çok kalabalık değildi. Kayseri’deki Erciyes Dağı’nın yarı kalabalığı bile yoktu. Hava çok güzel, yeterli kar varken ve pistler kaymaya çok elverişli iken kayakseverlerin buraya çok ilgi göstermemiş olması, hem bölge için hem de turizm için üzücü.
Uludağ’ın bu kadar boş olmasının gerisinde, fiyatların yüksekliği olabilir. Hem kayak kiralama, hem de lift ücretleri, Erciyes’ten pahalı. Sadece günlük lift fiyatı 150 lira olunca, fiyatın yüksekliği daha anlaşılır hale gelebilir.
Kayak hocalarının saatlik ders ücreti ise 230 TL. Üstelik bunu, marka otellerde bile, fiş veya fatura kesmeden, üstelik de kredi kartı değil, nakit isteyerek yapıyorlar. Kredi kartı sorana “ATM nah şurada, git çek!” diye pişkince bir de yol gösteriyorlar. Çocuğu için bir saatlik ders aldıran arkadaşımın dediği gibi “Kayıtsız ekonominin keyfini çıkarmakla” meşguller. KDV ve gelir vergisi yükü olmadan saatte 230 TL kazanmak, 2 bin 20 liralık asgari ücretin bir günde kazanılması demek. Aylığını artık siz tahmin edin.
Maden tarafına çıkan liftlerin önünde satılan sucuk ekmek de, Kayseri Erciyes’te satılan leziz pidelerin üç katı fiyatına. Yine fatura, fiş yok. Sırada bekleyen birinin “Bira yok mu, eskiden vardı?” sorusuna da, “Burası Beden Terbiyesi’ne ait, bira olmaz” diyorlar. “Kayıtsız ekonomi keyfi” burada da tam gaz gidiyor.
Pistler ve liftler gayet iyi. Uludağ’da tüm pistlerin birbirine bağlanmış olması da büyük avantaj.
Bursa’yı Uludağ’a bağlayan güzelim dağ yolunda, onlarca sahipsiz köpek başıboş dolaşıyor. Üstelik bu köpekler öyle sıradan, küçük köpekler değil, Çoğu, kurtlara karşı özel tasmaları olan, kangal benzeri iri köpekler. Hemen tümü perişan ve zayıf halde, bekleşiyor. Araçla geçerken sorun yaşanmıyor ancak, bir şekilde yürümek gerekse, facia olması işten bile değil.
Uludağ’a gitmişken Bursa’dan da söz etmeden olmaz. Asırların yeşil Bursa’sında tozdan nefes almak mümkün olmadı. Her yer toz toprak içinde. Seçim telaşıyla bazı yolların asfaltları kazılmış, yollar Kabil sokaklarına dönmüştü.
Son bir not... Yıllardır her Bursa’ya gittiğimde mutlaka uğramak istediğim, ancak bir türlü bulamadığım ünlü dönerciyi de bu kez nihayet buldum. Eskiden garaj olan Bursa Kent AVM yakınındaki dönerci, denildiği gibi çok lezzetliydi. İşyeri o kadar yoğun ki, kuyruk artınca komşu kestane şekercide size oturma yeri gösteriyorlar. İtiraz ederseniz, biraz bekleme pahasına yer açılıyor.
Ancak duvarları dolduran ünlü müşteri fotoğraflarından fırsat bulup mutfağa göz atınca, sizi büyük bir şok bekliyor. Çünkü mutfak denilen yer, iki kişinin ayakta zor durduğu bir minik odacık. Sığmadığı için kapısı bile sürgülü. Bir kadın, önündeki plastik bir leğene doldurduğu deterjanlı suda, durmadan kendisine taşınan tabak, bardak ve çatalları yıkayıp duruyor. Biri de kuruluyor. İşler o kadar çok ki, ikisinin de saniyelik boş zamanı yok. Başka bir mutfak da yok. İskender kebaplar ise, lokantanın önünde kesilen dönerin hemen yanında açıkta hazırlanıp servis ediliyor. Mutfaktaki sahneyi gören bir arkadaşım, “Tabakları ekmekle sakın sıyırmayın, deterjanlar ne kadar durulandı Allah bilir” diye espri yaptı.
Gazetelerin “En bilinen 10” listelerinin müdavimi olan böyle bir işyerinde tuvalet de yok. Sorunca, komşu kestanı şekerici dükkanına gönderiyorlar.
Duvarında “Bilmem kaç yılından beri” diye yazılı, gelen müşteri sayısına bakılınca “Para basan” bu yarım yüzyıllık tesis, nasıl kendini yenilemez, nasıl bu koşullarda çalışır ve belediye denetlemelerinden nasıl geçer anlamak mümkün değil.
Bundan 32 yıl önce Finlandiya’da bir Türk lokantasına girmiştim ve Türk aşçıyla iki laf etmek için yemeklerin hazırlandığı mutfak bölümüne geçmeye kalkmıştım. Anında durdurmuşlardı “Buraya geçmek yasak” diye...
Son bir not: Kayak pistleri açısından Türkiye’nin en iyi kayak merkezi, Uludağ değil, Kayseri Erciyes. Hem pistleri uzun, hem daha keyifli. Ucuzluk açısından da Erciyes önde. Öyle ki, Erzurum bile Erciyes’le yarışamaz.