Bir medrese talebesi, müderrislerin karşısında imtihan oluyor. “Filanca kelimedeki vav, vav-ı âtıfa mı vav-ı kasem mi?” diye soruyorlar. Talebe, “Vav-ı kasemdir.” diyor.
Müderris, “Âferin evlâdım!” deyip geçiriyor. Diğer müderrisler, itiraz ediyorlar. Müderris, şöyle diyor:
“Bunun babasını da ben okuttum. Orada vav olduğuna bir türlü iknâ edemedim. Hiç olmazsa bu, vav’ın varlığını kabul etti.”
Şimdi bu hikâyeyi bir tarafa koyalım.
Geçtiğimiz günlerde AK Parti İstanbul Milletvekili Ahmet Hamdi Çamlı, A Haber’de bir programa katıldı. “Bu millet ne zaman en büyüktü, o kodlara koşulsuz dönmemiz lâzım.” dedi. Karşısında oturan İÜ Rektör Yardımcısı’nın, “Ama böyle bir şey olursa siz benimle aynı programda konuşamazsınız.” demesini boşuna bekledim elbette.
En büyük olduğumuz zamanlardaki Enderun Mektebi’ne gittim bir an. Özel olarak seçilen zeki ve kâbiliyetli gençlerin devlet adamı yetiştirildiği mektebe…
Enderun Mektebi geri gelse hangi üniversitede okuduğunu bir türlü öğrenemediğimiz Ahmet Hamdi Çamlı’nın şansı var mı? Yok! Bir zamanlar özgeçmişinde, internet üzerinden diploma veren Newport Üniversitesi Davranış Bilimleri’nde okuduğu yazıyordu. Şimdi ilâhiyat okuduğu yazıyor.
Vekil Bey, 2017 yılında, “Cihadı bilmeyene matematik lâzım değildir.” demişti. Belli ki matematikle arası hoş değildi. Oysa büyük olduğumuz zamanlarda, muhâkeme yapabilmeleri için kadıların hendese bilmesi şarttı.
Ahmet Bey’in matematiğe mesâfesini eleştirmiştim. Eleştirilerimi dikkate almış olmalı ki 2018’de matematikten bahsetmeye başladı. Ama ne bahis! “Benim dedem, sıfırı buldu; Batılı geri zekâlılara verdi.” dedi; sonra da geri zekâlı(!) batılıların dilini öğrenmek için İngiltere’ye gitti.
En büyük olduğumuz zamanları özleyen vekilimizin Osmanlıca sevdâsı da dikkatimi çekmişti. Twitter hesâbında Osmanlıca “Dersaadet Mebusu” yazıyordu. 12 Şubat 2019’da şöyle bir düzeltme yapmıştım:
“Sevâbına düzelteyim. “Dersaadet mebusu”, Arap harfleriyle yazıldığında vav (?) değil, ye (?) harfiyle biter.”
Yazılarıma itiraz etmeyen, asla ve kat’a beni muhâtap almayan Dersaadet mebusumuz, buna da itiraz etmedi. Epey bir süre inad etti, vav harfini düzeltmedi. Ben de düzelmiş mi diye bakmaktan vazgeçtim. Geçenlerde dikkatimi çekti, düzeltmiş. Orada vav olmayacağını kabul ettirdim ya çok şükür!
Yine de Dersaadet mebusumuzu uyarayım. En büyük olduğumuz zamanlardaki kodlara dönmeyi bu kadar istemesin. Dönersek mezkûr kelimeyi vav ile bitireni, devlet kapısına sokmazlar.
“Dönelim de tek, ben olmayayım” diyorsa helâl olsun!
…….
KENDİSİNE BEDDUÂ EDEN KÖŞE YAZARI
Yıllar evvel taşınmaya niyetlendiğimiz ilçenin okulları hakkında bir araştırma yaptım. İlçedeki sosyal bilimler lisesi hakkında, çok güvendiğim milliyetçi muhâfazakâr bir köşe yazarının yazısı aklıma geldi. Yazara göre Türkiye’nin en seçkin sosyal bilimler liselerinden birisi, bu liseydi. O kadar etkilendim ki liseyi arayıp müdüre, kontenjan olup olmadığını bile sordum.
Yine de okul hakkında araştırma yapmayı ihmâl etmedim. Maalesef mezkûr lisenin, köşe yazarının anlattığı gibi olmadığını öğrendim. Bir şey daha öğrendim. Konuştuğum müdür, köşe yazarının eşiymiş. Yazar, evlilik soyadını kullanmadığından bunu tahmin etmek elbette mümkün değildi.
Aradan yıllar geçti. Aynı köşe yazarı, bu sefer köşesinde bir üniversitenin rektörünü öve öve bitiremedi. Üniversitenin nasıl bir bilim yuvası olduğunu anlattı. Aman Allahım! Meğerse nobellik bir rektörümüz ve Harvard ölçüsünde bir üniversitemiz varmış. Yazarın tvitter hesâbında ipucu bulamadım. Rektörün hesâbına baktığımda ne göreyim? “Velimiz filanca, üniversitemizi ziyâret etti.”
Aynı zamanda eğitimci olan köşe yazarı, bir yazısında abuk subuk bir magazin programını övdü. Pespâye programdan “üniversite” diye bahsetti. Yazının sonunda programın sunucusuna seslenerek yazarları konuk etmesini tavsiye etti.
“E ne var bunda?” derseniz devâmı var. Başka bir yazısında bu tür programları yerin dibine soktu ve asla seyretmediğini yazdı. Sâdece ve sâdece yazdığı gazetenin tv kanalını seyrediyormuş.
Yazarımız, twitter hesâbında, kalem nâmusundan dem vurup yalan yazanlara, dünya çıkarları için kalemini kullananlara bedduâ edip cehennem ateşi diledi.
Bedduâyı okuyunca kapıyı açar açmaz, “Hanımefendi şu elimde gördüğünüz… “ diye söze başlayan pazarlamacıyı hatırladım. Sözünü kesip, “Sağolun, ben pazarlamacılardan alışveriş etmiyorum.” dediğimde birden sağ elini yukarı kaldırıp, “Allah, o pazarlamacıların belâsını versin!” diye bedduâya başlamıştı.