Kazanılmış Bağışıklık Yetersizliği Sendromu ya da daha çok bilinen adıyla AIDS, ilk kez 1981 yılında Amerika’da tanımlandı. Tedavi altına alınmadığı taktirde hastalığa yol açabilen İnsan Bağışıklık Yetmezliği Virüsü (HIV) vücudun enfeksiyonlara karşı direncini ortadan kaldırıyor. HIV’in yayılması sonrasında 1988 yılında, 1 Aralık uluslararası düzeyde Dünya AIDS Günü olarak kabul edildi.
Birleşmiş Milletler HIV ve AIDS ortak programı UNAIDS verilerine göre, enfeksiyonun ortaya çıkmasından 2019 sonuna kadar geçen sürede 32 milyon 700 bin kişi AIDS bağlantılı nedenlerle öldü. Sadece 2019 yılında aynı nedenle ölenlerin sayısı 690 bin.
2019 Aralık ayında Çin’de ortaya çıkan yeni tip Corona virüsü ise şu ana kadar yaklaşık 1 milyon 500 bin kişinin ölümüne neden oldu. Ancak HIV’i Corona’dan ayıran en önemli unsur, HIV’in artık büyük ölçüde tedavi edilebilir olması. Ölümlerin nedeni ise enfekte kişilerin tedaviye ulaşamaması.
Erken tanı ve tedavi ölümü önlüyor
VOA Türkçe’nin sorularını cevaplayan Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ayşe Deniz Gökengin “(Bireyler) Erken tanı alırsa, hemen tedaviye başlarsa ve tedavisini düzenli sürdürürse HIV’den ölmek pek söz konusu değil. Ama tabii ki bu koşulların yerine getirilmesi gerekiyor. Çok geç tanı almış bazı bireylerde bazen ne yaparsak yapalım geri döndürmek pek mümkün olmayabiliyor” dedi.
Türkiye’deki hastalar tedaviye erişim konusunda dünyadaki birçok ülkeye kıyasla daha şanslı. Bütün test, hastane ve ilaç masraflarının devlet tarafından karşılandığını vurgulayan Gökengin, sigortalı olmayanların da sigorta yaptırarak veya yeşil kart çıkartarak bu imkandan faydalanabildiğini söyledi. Gökengin, ilaçlar konusunda da “Birçok Avrupa ülkesine göre çok çok iyi durumdayız. Elimizde neredeyse bütün ilaçlar var diyebilirim. Dünya neyi kullanıyorsa biz de onu kullanıyoruz. Hatta birçok ülkeden daha fazla ilaca sahibiz. İlaç kullanımında hiçbir kısıtlama yok. Sağlık otoritesinin bu açıdan desteği çok fazla” diye konuştu.
Türkiye’de HIV pozitif sayısı artıyor
Ancak buna rağmen Gökengin’in verdiği bilgiye göre Türkiye’de HIV pozitif olanların sayısı giderek artıyor: “Dünyanın birçok bölgesinde vakalarda azalma veya sabitlenme var. Ama Türkiye çok nadir artış olan ülkelerden biri. Özellikle 2010 yılından bu yana dört, beş kat bir artış söz konusu. 2015’te yeni vaka sayımız 2 bin 343’tü. 2019’da 3 bin 944 olmuş ki 2019 bildirimlerini hala tamamlanmadı. 2019’da 4 bin 500 civarında vaka olması bekleniyor. 1985’ten bu yana toplam vaka sayısı ise 26 bin 164”.
Gökengin’e göre vakalardaki artışın nedenlerinden biri yıllar içinde HIV pozitif olanların sayısının artmasıyla birlikte bulaşmanın da hızlanması. Bir diğer neden ise risk gruplarına yönelik hedefli tarama yapılmaması: “Belli gruplarda HIV’le enfekte olma riski, genel topluma göre biraz daha fazla. Enfeksiyonu erken yakalayabilmek için o grupların özel programlarla sürekli taranması gerekiyor. Bizde kan bağışında bulunanlar, evlilik öncesi testler, cerrahi operasyonlar öncesi taramalar yapılıyor. Yılda 8- 10 milyon test yapılıyor. 80 milyonluk bir ülke için iyi bir rakam. Ama asıl HIV prevelansının yüksek olduğu grupları taramıyoruz.” Gökengin’e göre vakalardaki artışın üçüncü nedeni ise sivil toplum örgütlerinin yaptığı bazı çalışmalar dışında sağlık yetkililerinin sahip çıktığı ülke çapında yaygınlaşmış bir korunma programı olmaması. Ayrıca yurtdışına çıkışların ya da yurtdışından gelişlerin geçmiş yıllara kıyasla artması da önemli bir etken.
HIV’in sadece belirli gruplara özgüymüş gibi algılanmasının da yanlış olduğunu vurgulayan Gökengin, “HIV’in kimde olacağı belli değil. Aynı Corona virüsünün kimde olacağının belli olmadığı gibi. Hiç ummadığımız kişiler HIV pozitif olabilir” dedi. HIV pozitiflere yönelik ayrımcılık ve damgalamaya da dikkat çeken Gökengin, HIV enfeksiyonunun günlük yaşam aktiviteleriyle bulaşmadığının altını çizdi.
Tedavi cinsel yolla bulaştırıcılığı önlüyor
Gökengin, “HIV’in temel bulaşma yolu cinsel ilişki ve cinsel ilişkinin her çeşidi. Hiçbir ayrım olmaksızın... Artık tanı alıp tedaviye başlamış ve viral yükü baskılanmış olan kişilerde cinsel yolla da bulaştırıcılık ortadan kalkıyor. Yani kanındaki virüs tedaviyle sıfırlanmış olan bir birey, artık cinsel yolla bulaştırıcı değil diye kabul ediliyor. Yapılan çalışmalar bunu gösterdi. Yani bu çok önemli, yeni bir bulgu. Şu anda bunu topluma yeterince ulaştırabilmiş değiliz. Ama toplumun da artık bunu öğrenmesi lazım. O nedenle bir an önce tanı koyup bir an önce tedaviye başlayıp virüsü baskılamak hem kişi açısından hem de toplum açısından son derece önem kazanmış oldu” diye konuştu. Test yaptırmanın artık çok kolay olduğunu kaydeden Gökengin, risk taşıyan herkesi 15-20 dakika içinde sonuçlanan ve ücretsiz olan testi yaptırmaya çağırdı.
“Sonuç pozitif çıksa da bu hayatın sonu değil”
HIV pozitif kişileri ve yakınlarını fiziksel, ruhsal ve sosyal açıdan güçlendirmeyi amaçlayan Pozitif-iz Derneği Başkanı Çiğdem Şimşek de “Evli ya da bekar, korunmasız cinsel ilişkide bulunan herkese en azından yılda bir kez HIV testi yaptırmasını öneriyorum” dedi. VOA Türkçe’ye konuşan Şimşek, “Lütfen HIV testi yaptırmaktan çekinmeyin. Biliyorum bazen hastaneye gidip o kanı vermek bile çok ürkütücü gelebilir size. Ama basit bir kan tahliliyle durumunuzdan haberdar olabilirsiniz” ifadesini kullandı.
“Sonuç pozitif çıksa da bu kesinlikle hayatın sonu değil” diyen Şimşek buna rağmen HIV pozitif olduğunu öğrenen bireylerin başlangıçta bir şok yaşadıklarını dile getirdi: “Çünkü HIV dünyada ilk çıktığında insanların aklına ölümcül bir hastalık olarak kazındı. Belirli bir grubun başına gelebilecek bir enfeksiyonmuş algısı yaratıldı. Bunda medyanın da rolü oldu. Ama dünyada HIV tanımlanalı 40 yılı geçti. Bilim gelişti, tedavi yöntemleri gelişti. HIV hiçbir şekilde cinsel yönelim, cinsel kimlik, etnik azınlık, kadın, erkek çocuk ayırmıyor. Bu sadece tıbbi bir durum, bir enfeksiyon. Bu kadar. Ahlaki hiçbir yönü yok bunun.”
Buna rağmen insanların ilk başta bir panik ve korku yaşadığını belirten Şimşek, bilgilendikçe kafalardaki kısıtlamaların da ortadan kalktığını vurguladı. Şimşek, HIV pozitif bireylerin hayatlarına normal şekilde devam ederek çalışabileceklerini, okuyabileceklerini de sözlerine ekledi: “İleri AIDS evresinde olan, hastanede yatan bir arkadaşım vardı. Sonra ikinci çocuğunu yaptı. Şu anda ilkokula gidiyor.”
“Yanlış bilgi önyargılara, önyargılar ayrımcılığa neden oluyor”
Toplumdaki damgalama ve önyargıların da hala sürdüğüne dikkat çeken Şimşek “İşyerinde duyulduğunda işinden kovulanlar var. Mesela bir sitede havuzu kullanan bir arkadaşımız tanıdığı biri tarafından ifşa edilince site yönetimi ayağa kalkıp evden kovmaya çalıştı. Ameliyat masasında narkozlu bir haldeyken test sonucu gelince masadan kaldırılan oldu. Daha birçok ihlal sayabilirim. Bunlar neden oluyor? Çünkü yanlış biliyoruz. HIV’in basit bir enfeksiyon olduğunu, bununla yaşanabildiğini, hatta tedavi altındaki HIV pozitiflerin artık cinsel yolla bulaştırıcılığının kalmadığını ne yazık ki bilmiyoruz. Yanlış bilgi önyargılara, önyargılar da kimi zaman şiddete varan ayrımcılığa neden olabiliyor” dedi.
Şimşek, bu alanda faaliyet yürüten sivil toplum kuruluşlarının yanı sıra sanatçıların, medyanın ve hükümetin de farkındalık çalışmalarına destek vermesi ve sahip çıkması gerektiğini belirtti. Bu konuda örgün eğitim sisteminde de her yaşa uygun bir biçimde bilgilendirme yapılmasını istedi.