BİR İTTİFAK, BİR TÜRKÖNE…
NURAY BAŞARAN
Dün kaldığımız yerden devam edersek; Devlet Bahçeli için Türköne soyadı ve ailesi çok önemli.
Zira Mümtazer Türköne’nin abisi Mustafa Türköne, 23 Haziran 1979’da -daha henüz 21 yaşındayken- ülkücü hareket için şehit olmuştur.
Zaten Bahçeli de, ölümünün 41.yılı nedeniyle attığı Tweet’te bazı cümlelere yer vermiş ve o yeniden yargılama talebi de böyle gündeme gelmiştir.
Ama Ak Parti’deki önemli mahfillerde konuşulanlara göre; FETÖ ile bu kadar mücadele eden ve 15 Temmuz sonrası, bu konuda Erdoğan’a ‘ölümüne’ destek veren Devlet Bahçeli ‘nin, -sadece bir vefadan dolayı- FETÖ’den ceza alan Mümtaz’er Türköne için çıkış yapması kabul edilebilir bir durum değildir. Üstelik de Tayyip Erdoğan’a da hakarete varan yazılar yazan Türköne’nin yanında olmanın açıklaması ise hiç yoktur.
Ancak ne gariptir ki; aynı O Mümtaz’er Türköne’nin eşi bir zamanlar Ak Parti’den milletvekilidir. Üstelik de vekillik teklifi kendisine yapılmış, o eşini önermiştir…
Ne kadar karmaşık ve anlaşılmaz değil mi?
Türkiye’de siyaset ‘anlık’ değişir ama bu kadarı da fazla mı ne?
Ama değil….
Aslında milliyetçilerin nasıl tarikatlara yöneldiğini ve Türkiye’de bu durumun nasıl yönetildiğine bakınca değil. Siyasetin oy alarak ayakta kalma gerçeğini anlayınca da değil.
Türk siyasi tarihine bakınca Devlet Bahçeli’nin bugün karmaşıkmış gibi gelen reflekslerini anlayabiliriz. Aslında her şey, Türkiye’yi kontrol altına almaya çalışan batılı güçlerin Türk toplumunun milliyetçilik refleksini önlemek üzere harekete geçmesiyle başlıyor.
Bu doğrultuda da tarikatlar ve cemaatler öne geçiyor. FETÖ Cemaati de, bunlar arasından NATO desteği ile doğal olarak öne çıkıyor. Ve hemen geleceğe dönük operasyon projelerine yöneliyorlar.Geçiş döneminde de üniversitedeki kadrolaşmaları masonik dayanışmadan kopararak, mezhep ve tarikat dayanışmasına kaydırarak değişimi başlatıyorlar.
Ve Türkiye’de milliyetçiliği savunan bazı bilim adamlarını, değişen koşullarda batı emperyalizminin kullanarak onları teslim alması, onların içine girerek o doğrultuda siyasi mücadelede yer almaları sağlanıyor.
İşte burada ve böylesine bir süreç içerisinde de, Mümtaz’er Türköne olayı ile bugün bu konular karşımıza çıkıyor.
Zira Mümtaz’er Türköne, Bahçeli’nin gençlik yıllarından gelme bir ülkücü olmasına rağmen,AK Parti kurulurken Ak Parti’den teklif alıyor. Ama kendisine önerilen milletvekilliğini, yeni evlendiği asistan eşine devrediyor. Daha sonra eşiyle anlaşmazlığa düşüp eşinin milletvekilliği bitmeden eşi Mümtaz’er Türköne’den boşanıyor.
Böyle birisinin, bugün milliyetçiler ve muhafazakarlar arasında kurulan koalisyon aşamasında somut bir olay olarak ortaya çıkması da bir o kadar ilginç hale geliyor.
Ancak bu doğrultuda konunun bugün siyasi boyutlarının değerlendirilmesi gereği de önemli.
Bahçeli’nin tıpkı Allaattin Çakıcı’ya milliyetçi tavrı nedeniyle sahip çıkması gibi, Mümtaz’er Türköne’nin de eski bir milliyetçi olmasını hatırlatarak, FETÖ davaları nedeniyle içerde bulunan Mümtaz’er Türköne’nin bu emsal durumunun dikkate alınarak serbest bırakılma talebinin yerine getirilmesini istemesi olayı,koalisyonu etkilediği için olayları önemli kılıyor.
Eski milliyetçi partisine ihanet ederek muhafazakar partiye geçen ama cemaat nedeniyle de iktidarla ters düşen bir milliyetçi bilim adamının, örnek olay olarak siyasal gündemin önünde yer alması da ayrıca önemli. (Günümüz siyasetinde tabiri caizse, adeta yargıdaki emsal kararlar niteliğinde!)
Milliyetçi Parti lideri burada eski ülkücü arkadaşına sahip çıkarken, milliyetçi partiden kopup muhafazakar partiye giden ve bu doğrultuda da cemaatçiliğe kayarak belirli bir tarikatın sözcüsü gibi gazete yazarlığına yönelen ve o doğrultuda Türkiye’nin meselelerini ele alarak geleceğe dönük bir değerlendirme yapan bu siyaset bilimi profesörü, bugünün giderek hızlanan değişim koşulları içerisinde de haliyle ön plana çıkıyor. Hatta krize dönüşüveriyor.
Ancak bir başka gerçek var ki; 20 yıldır iktidarda bulunan muhafazakar partinin son döneminde oy kaybetmesi, giderek çoğunluğu yitirmesi gibi bir tehlikeli durumla karşılaştığı için milliyetçiliğe yönelmesi ve bu doğrultuda milliyetçi partinin desteği ile muhafazakar partinin iktidarını devam ettirmeye çalıştığı gerçeğinde karşımıza böylesine trajik bir durum çıkıyor.
Zira muhafazakarların, en güçlü olduğu dönemde bile milliyetçilere uzak kalan bir siyaset izlediği, hatta milliyetçi partinin genel başkanı iktidardaki muhafazakar partiye en ağır eleştirileri yaptığı gerçeği de değişmemiştir. Ağıza alınmayacak sertlikte bu tür eleştirilerin zamanında yapıldığı dikkate alınırsa, o dönemde ayrılmış olan yolların bu dönemde tekrar kopma noktasına gelmesi dün konjonktürel olarak bir araya gelinmesi kadar konjonktüreldir.
Dün milliyetçi tavrı nedeniyle Alaattin Çakıcı’nın serbest bırakılmasını isteyen milliyetçi liderin, bugün tarikatçı çizginin hızlı kalemşörü olan Türköne’yi aklamaya çalışıp bu doğrultuda benzeri FETÖ’cülük suçlamalarına maruz kalan bazı aydınları da özgürlüklerine kavuşturma çabası içine girmesi siyaset gereğidir.
Zira son dönemdeki milliyetçi -muhafazakar dayanışmasından iktidar partisi yararlanırken, milliyetçi parti de muhafazakar iktidarın başarısızlıkları ve yıpranma süreciyle de karşı karşıya kalmıştır. Kamuoyu yoklamalarında yüzde 10 barajının altındadır. Ve yaklaşmakta olan bir erken seçim sürecinde tek başına meclise giremeyeceği gibi bir durumla karşı karşıyadır. Milliyetçiliği bırakarak , muhafazarlığa bir ’ dayanak’ olan bugünkü milliyetçi partinin yeniden toparlanarak meclise girebilmesi için, yeniden bir açılıma yönelmesi olmazsa olmazıdır.
Bu doğrultuda da , tarikatçı çizgiyle özgürlüğünü kaybetmiş olan bilim adamlarının yeniden siyaset sahnesine geri dönüşlerini sağlayarak ,böylesine bir değişimden pay kapmaya çalışması ve böylece oy kaybını önleyerek siyasi gücünü devam ettirmeye çalıştığı durum olarak görülebilir. Yani olay tamamen siyasal ve duygusaldır.
Ayasofya başta olmak üzere; hiç bir şey siyasette son zamanlarda tesadüf de değildir. Türkiye’nin ve vatandaşın yaşadığı ve çözülmesi gereken onca soruna karşın, böylesine konuların ekranlarda ve kulislerde tartışılıyor olmasının tek nedeni olası bir seçimin ön hazırlıklarıdır. Kaldı ki yaklaşık 2 ay önce buradan erken değil bir baskın seçimin Kasım ayında olabileceğini yazmıştım. Şimdi de tekrar ediyorum.
Elbette Ankara kulislerinde konuşulan Meral Akşener’in Millet İttifakındaki HDP nedeniyle Cumhur ittifakına katılma meselesi de var ki, siyaseti alt-üst edebilir. Bu da Cumhur ittifakındaki artçıları daha da artıracak. Yani çatırdamaların sesi her geçen gün yükselecek. Millet İttifakında da durum kuşkusuz aynı. Ne diyelim ki Ağostos çok sıcak geçecek. Sebepleri ve diğer artçıları bir sonraki yazıda yazacağım. Elbette bunları yazdığım için tepkiler de alacağım. Ama ben gazeteciyim ve temenniler ile değil tespitler ile yazılarımı yazıyorum.