Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın basınla ilgili son sözlerini duymuşsunuzdur, “Medyayla falan demokrasi olmaz” dedi.
Oysa basın demokrasi için elzemdir ve hatta demokrasinin “Olmazsa olmaz”larındandır.
Demokrasilerde “Yasama”, “Yürütme” ve “Yargı” birbirinden ayrı ve bağımsız, ancak birbirini denetleyen “Üç önemli güç” olarak nitelenir. Ve tüm bunları denetlesin diye de “Basın” vardır. İşte bu yüzden de “Basın”a “Dördüncü kuvvet” denir. Bu yazılı olmayan önemli bir kuraldır.
Peki neden mi?
Çok basit gerekçeleri var.
Çünkü medya olmasa, kapalı kapılar ardından neler olduğunu bilemeyiz de ondan.
Mesela, enflasyon yüzde 24’lere çıkar, bunu açıkladığı için, açıklayan kurumun başındaki kişi görevden alınır, duymayız.
Mesela bir bakan çıkar, ekonominin denetimini Amerikalı şirkete verdiğimizi açıklar, karşı çıkanı da “İhanet içinde” ilan eder, iki gün sonra o şirketle anlaşma iptal edilir, haberiniz olmaz.
Mesela bir parti lideri çıkar, rakibi olan partinin kadın liderini “Hedef gösteren”, “Tehdit eden” sözler eder, sonra o liderin partilileri, kadın liderin mahallesini basar, duyulmadan olay kapatılır.
Mesela hakimler bir avukata kızıp tutuklarlar, gizli kalır.
Mesela ekonomik sıkıntılar nedeniyle her gün onlarca şirket kontkordato ilan etmeye başlar, kimse duymaz.
80 yıllık şirketler birer birer devrilir, AVM’lerde boş dükkanlar artar, gizli kalır.
Mesela bir yıl önce 500 bin dolara satılan dairelere, şimdi kimse 300 bin lira vermez, sadece sahipleri bilir.
İlla yazılan veya duyurulan herşeyin siyasi olması da gerekmez.
Mesela bir devlet hastanesinde doktor bıçak parası almaya başlar sadece hasta sahibi hisseder.
Bir polis rüşvet ister, aldığıyla kalır.
Bir belediye çalışanı ruhsat için servet ister kimsenin ruhu duymaz.
FETÖ diye bir örgüt kurulur, üniversite sınav sorularını çalıp yandaşlarına verir, en son siz duyarsınız.
Aynı örgüt orduya, polise sızar, darbe yapacak hale gelir, kimseler anlamaz.
İşte tüm bunları, gazeteciler yani medya yazar, duyurur, gündeme getirir.
Medyanın işi budur; bunları yazarlar, herkese duyururlar.
Gazetede hakkında yazılanları okuyan “Ayıp sahipleri” utanır, televizyonda kendini gören “Rüşvetçi” pişman olur, “Çalarken yakalanan” kendisi utanmasa da ailesi utanır.
Bu yüzdendir ki, Türkiye gibi çok gelişmemiş ülkelerde bile basın tarihinin en az bir buçuk asırlık geçmişi vardır.
Eskiden gazeteciler kağıt depolarında sabahlayıp, çay simitle geçinerek görevlerini yaparlardı. Sonraları bu olumlu yönde değişti.
Ama bugünlerde koşullar gene zorlaştı; mesleki işsizlik patladı, davalar, tutuklamalar, yargılamalar, müebbetler had safhada.
Ama yine de mesleklerini yapan genç gazeteciler iş başındalar.
Atatürk’ün basınla ilgili çok önemli bir sözü var:
“Basın özgürlüğünden doğacak mahsurları giderecek şey, bizzatihi basın özgürlüdür.”
Çok haklı; çünkü basın yanlış yaparsa, onu da yine basın yazar.
Ve bir söz de Amerika’dan gelsin...
Şimdi Amerika’yı kendi şirketi gibi yönetmek isteyen Donald Trump’ın, “Basın milletin düşmanıdır” dediğine bakmayın.
Amerika Birleşik Devletleri’ni kuranlardan, Trump’un ağababası Thomas Jefferson, daha Türkiye’de bir gazete bile yokken, 1800’lü yıllarda şöyle diyordu:
“Basınsız bir hükümet mi, yoksa hükümetsiz bir basın mı diye sorulacak olsa, tereddütsüz ikincisini tercih ederim.”