Bahçeli, Türk Ceza Kanunu'nun 301. maddesinin değiştirilmesi tartışmalarını da eleştirerek, ''AKP hükümeti, Türk milletine ve Türkiye'nin değerlerine alenen hakaretin, ifade ve eleştiri özgürlüğü olarak serbest bırakılmasını savunan bu çevrelere şimdi bu yönde yasal bir düzenleme yapılması için sipariş vermiştir'' dedi.
Bahçeli, Türkiye'yi içten karıştırmak için etnik ayrışma fitilini ateşlemeye çalışanların amacının, toplumsal cepheleşmeleri körükleyerek Türkiye'yi bir gerginlik ve çatışma girdabının içine sürüklemek olduğunu belirtti.
Bahçeli, ''Son cinayeti ve cenaze törenini bunun için bir fırsat olarak kullanan bu cephenin tahriklerinin etkilerini spor müsabakalarına kadar sirayet etmesi, Türkiye'yi bekleyen çok ciddi tehlikelerin habercisidir'' dedi.
''Önümüzdeki hassas dönemde herkesin mayınlı bir yolda yüründüğünün bilinci içinde hareket etmesi ve Türkiye üzerinde oynanmak istenen hain oyunların aleti olmamaya büyük bir dikkat göstermesi'' gerektiğini belirten Bahçeli, şunları kaydetti:
''Türk milliyetçiliğinin siyasi temsilcisi ve Türk milletinin milliyetçi özünün sesi olan milliyetçi hareket mensupları sabır, metanet ve sağduyusunu koruyarak bu oyunları boşa çıkaracaktır.
Bugün şahit olunanlar, Türkiye'ye karşı kin ve husumetten beslenen ihanet cephesinin son çırpınışlarıdır.
Bugün karşımıza çıkan tablonun akıl tutulmasıyla izahı da mümkün değildir.
Bu, siyasi ahlak tutulması, fikri namus tutulması ve beşeri vicdan tutulmasıdır.
Hain emellerinin önünde son direnç kalesi olarak gördükleri Türk milliyetçiliğine karşı savaş açan ve Türkiye'ye kefen biçmeye yeltenen bu şer cephesine şu mahşeri gerçekleri hatırlatmak ve çok iyi kulak vermeleri gereken uyarılarda bulunmak istiyorum:
Türk milliyetçileri, Türk olmanın, bu yüce ülküye gönül vermenin ve Türkiye'nin milli değerlerine, milli birliğine, milli onuruna ve haysiyetine sahip çıkmanın çok ağır bir bedeli olduğunun bilinci içindedir.
Bu bedeli ödemeye gönüllü olan Türk milliyetçileri, bu aziz vatanı ve milleti böldürmemeye ve Türk milletinin kardeşliğini sonuna kadar korumaya kararlıdır.
Türkiye'yi Lübnan, Yugoslavya veya Irak yapmaya hiç kimsenin gücü yetmeyecektir.
Hiçbir güç Türk milletinin asil mensuplarını Türküm demekten utanır hale getiremeyecek, tarihinden ve kimliğinden koparılmış, geçmişle gelecek arasında ülkü, fikir ve ideal köprüleri kuramayan, suçluluk psikozu içine itilmiş ezik bir topluma dönüştüremeyecektir.
Herkes şunu aklından çıkarmamalıdır:
Türkiye'nin varlığına ve geleceğine kastetmek isteyen hain saldırılar karşılıksız kalmayacak, mukadder olan milli hesaplaşma, demokratik ve meşru zeminlerde ve hukuk içinde mutlaka, ama mutlaka yapılacaktır."
(Habertürk/2 Şubat 2007)
Sayın Erdoğan'ın 'derin devlet' konusunda dile getirdiği yakınmacı ifadeler ve o ifadelere yönelik eleştiri ve değerlendirmeler, esasen yoğun bir kafa karışıklığının yaşandığı alanı büsbütün bulandırmış görünüyor.
Her şeyden önce belli ki 'derin devlet' teriminden herkes aynı şeyi anlamıyor, hatta yer yer aynı deyimle birbirinin zıddı olabilecek anlamlar kast edilebiliyor.
Esasen bu da son derece doğal bir durum; zira üzerinde konuşulan yapı, her yerde ve her zaman önemli ölçüde mahrem, karanlık, belki devletler için hayati; ama şu veya bu ölçekte kirlenmesi kaçınılmaz bir çark oluşturuyor.
Takip edenlerin bildiği üzere Sayın Erdoğan bu fasılda 1/'Derin devlet' deyimini sadece birtakım kamu kurumları ile ilintili sayılan ve sanılan çete oluşumlarına indirgedi, 2/Dink suikastının cumhurbaşkanlığı seçimi ile ilgili olabileceğini söyledi, 3/Şemdinli olayını da tamamen içerideki karanlık ellerin melaneti ilan etti.
İlginçtir ki Sayın Başbakanımız böylece bir anlamda, yabancı servislerin ülkemizde yürütmüş bulunabileceği karanlık faaliyetleri yok saymıştır.
Hatta Sayın Erdoğan'ın bu söyleminden yola çıkabilecek genellemeci bir eğilim, gelmiş-geçmiş bütün karanlık olayları iç fitne odaklarının marifeti saymaya ve dahi PKK'nın pek çok kanlı eylemini bile resmi kurumlarımızla bağlantılı 'derin çete' faaliyeti şeklinde 'derin devlet' üzerinden Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne üstlendirmeye kadar varabilir.
Hiç şüphe yok ki Sayın Erdoğan'ın böyle bir kastı yoktur.
Mesele; terminolojisi oluşmamış, kavramları oturmamış bir alanda ciddiyetle kafa yormadan ahkâm kesmenin azizliğinden ibarettir.
Öyle de görünüyor ki, bu dikkatsiz yaklaşımlar, Türkiye'de başka devletlerin 'derin devlet' uzantılarını maskelemekten ve rahat faaliyet yürütmelerine katkıda bulunmaktan başka bir işe yaramayacak.
Oysa bazılarının 'derin devlet' saydığı, benimse, resmi ilintileri yüzünden 'derin çete' diye tanımladığım birimler hep var olmuş ve maalesef sayısız melanet işlemiş, birçok yargısız infaz uygulamışlardır.
Bunlar tabii ki Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne mal edilmişlerdir.
Bu yüzden de 'derin devlet' denince akla hep bu çetelerin güya devlet adına yaptığı karanlık eylemler gelmiştir.
Tabii ki bu gerçekler, Türkiye'de başka devletlerin 'derin devlet' konumundaki birimleri tarafından yapılmış veya yaptırılmış sayısız karanlık faaliyeti inkâr etmemizi gerektirmez.
Fakat medyamızdaki dış güdümlülük katsayısının yüksekliği sayesinde, sadece yerli 'derin çete' yapılanmalarının faaliyetleri, doğru veya yanlış, en azından sorgulanmak istenmiş, başka ülkelerin 'derin devlet' çarkları tarafından yürütülen veya yürütülmüş bulunması muhtemel faaliyetler ise tam aksine bilerek veya bilmeden maskelenmiştir.
Esasen 'derin devlet', adı her ne olursa olsun, devletlerin 'bağışıklık sistemi'dir.
Bir insan vücudundaki bağışıklık sistemi nasıl kendiliğinden harekete geçerek arızaların önünü almak üzere programlanmış ise, 'derin devlet' de aynı şekilde devletin şu veya bu organını tahrip ederek bekasını tehdide yönelecek düşmanca girişimleri engellemeye çalışır.
Derin devlet, bazı yapı olarak 'gizli servis' veya benzeri bir örgütlenmeyi anlamak, Sayın Erdoğan'ın yaşadığı talihsizlikte de görüldüğü gibi esasen 'devlet etme' işini anlayamamak veya yanlış anlamak gibi sonuçlar doğurabilir.
Bu da 'derin devlet' denince ille de olumsuz veya kısmen olumsuz bir örgütlenmeden söz etme alışkanlığını yaygınlaştırmaktadır.
Oysa 'derin devlet', devletin dost veya düşman bütün başka devletlere mahrem kalması gereken sırlarından ibaret sayılır ve ille de doğrudan bir kurum niteliği arz etmesi gerekmez.
Fakat bizde 'devlet etme' işi ile birlikte devlet bilinci de törpülendiği için 'derin devlet' neredeyse yalnızca, netameli, birey haklarını kısıtlayan, toplum mühendisliği yapan ve en önemlisi devletin mevcut resmi baş sorumlusundan mahrem, hatta ona karşı faaliyetler yürütebilen yapılanma algılanmaktadır.
Konuya tanım deneyeceksek, var olmayan bir yapılanma türünden söz etmiş oluruz ama devlet etme işinin gereğini çerçeveleriz.
Buna göre 'derin devlet', bir ülkede sistemin tarihe, millete ve Hakk'a karşı hesap verecek makamlar silsilesinin en tepesindeki makam başta olmak üzere gerçek siyasi sorumlulara bağlı, onların bilgisi, yönlendirmesi ve denetimi altında çalışan mahrem yapılanmadır.
Böyle olduğu için de, mesela bizim ülkemiz için, başbakan dışında herhangi bir makamın yönetim ve denetimindeki her örgütlenme su katılmamış bir 'derin çete' niteliğindedir.
(Devamı Yarın)
Cüneyt Şaşmaz